Bir ustanın ardından..

Bir ustanın ardından..
Gazetecilik mesleğinde, günümüzde sayıları bir elin parmakları kadar azalan meslek ‘’ustalarını’’kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz.

Gazetecilikte usta diye anılanlar, öğretim yöntemlerini ve tekniklerini iyi bilen, bildiklerini de teorik ve pratik eğitime uygulayan kişilerdi. Ayrıca oluşturdukları disiplinli ve güvenli iş ortamı içinde, çalıştıkları gazetelerde ağırbaşlı ve olumlu davranışları ile örnek teşkil ederek, ön plana çıkarlardı. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz. Okay Gönensin de bunlardan biriydi.

1980’lerden itibaren, nasıl olduysa ‘’usta’’yerine‘’Duayen’’ kelimesi dilimize giriverdi. Kimler ‘’Duayen’’ olmadı ki?. Ustalar bir kenara itildi, duayenler çoğalmaya başladı. Oysa duayen Fransızca bir kelime idi ve ’’Dekan’’ anlamı taşıyordu. Türk Dil Kurumu ‘’Duayen’’ sözcüğünün basından yayılarak her meslek ortamında da kullanılmasının yanlışlığını düzeltmek için bu sözcüğe, ‘’Aksakal’’ karşılığını buldu. Aksakal’ın açılımını ise, bir işi en iyi yapan, uzman olan, o işten en iyi anlayan olarak açıkladı.

Okay Gönensin, 1950 yılında Sarıkamış’ta doğdu. En son Vatan Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Okay Gönensin, Saint Joseph Fransız Lisesi’nden 1967 ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden de 1972 yılında mezun oldu. Gazeteciliğe 1975 yılında Cumhuriyet’te başladı. Cumhuriyet, Sabah, Yeni Yüzyıl, Star ve Yeni Binyıl gazetesinde yazı işleri müdürü, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarı ve başyazar olarak çalıştı. 2002 yılında Sabah Gazetesi’nden ayrılarak Vatan Gazetesi’ni kuran “Bağımsız Gazeteciler Grubu” arasında yer aldı. Okay Gönensin’i anmak isterken, onun için hiç sevmediği ne ‘’Duayen’’, ne de ‘’Aksakal’’ yakıştırmasını yapmadan, meslekte yetiştirdikleri ve çalışma arkadaşlarının anlattıkları ile bir ustayı tanımaya çalışacağız.

Ümit Kıvanç
Okay, gazetecilik için biçilmiş kaftandı. Ve bir dönemin, çok şeyini çok kimsenin tartıştığı, ama eller vicdanlara doğru azıcık uzandığında kalitesini kimsenin tartışamayacağı bir gazeteci idi. İlginç, zeki ve meraklı, ufku geniş bir adamdı. Karşıdan bakana, hatta tanışıp az buçuk sohbet edene, hatta fazla içli dışlı olmaksızın birlikte çalışana, donuk, ketum, meraksız, kendiyle meşgul görünürdü. Oysa çok şeyi sizden önce görürdü. Yeri geldiğinde anlardınız.

Milliyet yazı işlerinde, tıfıllıktan yukarı yeni uzanmış, kendisinden bir şeyler beklenen gençlerdendim. Beni Cumhuriyet’in yeni oluşturulan “Haber Merkezi”nin -daha önce yoktu- başına, müdür Yalçın Bayer’in yanına yardımcı olarak transfer etti. Bir haber merkezinin oluşması, yerleşmesi sürecine katılmak bana başka şartlarda öğrenebileceğimden çok daha fazla şey öğretti.

Okay’la birlikte çalışırken çok şey öğrenirdiniz. Ya usulca, ya da onunla kavga ederek. Kavga da, sizin gürültüyle nefes nefese oynadığınız, onun sükûnetle, sizi sinir ederek kazandığı bir oyun olurdu. Konu haber seçimi, sayfa kompozisyonu, atılacak başlık vs. ise, genellikle onun haklı çıktığını görünce, bu kavgalara daha sıkı hazırlanıp girmeniz gerektiğini kavrardınız. Beraber çalıştığım gazeteciler arasında en iyi başlık çıkarabilen adamdı.

Ketumluğu, kapalılığı yüzünden, belki onunla çok yakın çalışmış insanlar olarak onun hakkındaki görüşlerimiz hakkında birbirimizle tartışabiliriz. Ama gaza gelmeme, önüne konan bilgiden şüphe duyma gibi olmazsa olmaz gazeteci özelliklerini, neredeyse bir karakter özelliği gibi içselleştirilmişti. Sükûneti, Cumhuriyet’in tek muhalif gazete olduğu 12 Eylül 1980 ertesinde, bana sorarsanız başkası tarafından asla altından kalkılamayacak çok riskli, çok badireli bir rolü başarıyla oynayabilmesini sağladı.

Gazetecilere haddini bildirmeye sıvanan albaylar telefona sarılır, telefonu ilk açan kısaca dinleyip Okay’a malûm şekilde işaret edince, “Odama bağlayın” derdi.

Odası dediğimiz, yazı işleri “salonundan” cam bölmeyle ayrılan, hücremsi ufak yerdi. İktidardan başı dönmüş subayların fırçalarına sakin, edepli, gazeteyi kapattırmayacak karşılıklar vererek, dakikalarca sıkıntı çekerdi. Telefonu kapatıp kalktığında, “Mesele nedir?” diye sorardık haliyle. Omuz silkip “İşte, her zamanki vaziyet.” derdi.

Sanırım o dönemde Cumhuriyet’te çalışmış herkes de kabul eder ki, sıkıyönetimle bu badireli ilişkiyi, çalışanı germeden, ürkütmeden idare etmek, başka hiç kimsenin harcı değildi. Öte yandan Okay, bizi de nasıl idare edeceğini iyi bilirdi. Ve hangimize hangi işi verirse sonuç alacağını. Ne zaman neye müdahale edeceğini. Ve ne zaman ortadan kaybolacağını. Kendine göre bir düzen kurmuştu. O nedenle gazetede Okay ve işler, onun kurduğu düzene göre yürüyordu.

Gereksiz tartışmaya girmek istemez bir hali her zaman vardı. Fakat kabul etmek gerekir ki, dünyada olan biten ve gazetecilik konularında, herkesten daha öngörülüydü. Bu “fakat”ı izah edebilecek bir örneği özellikle anmak isterim.
Bir gün Okay tuttu, “Bilgisayar ilavesi yapacağız,” dedi. O günlerde ne bilgisayarı?. Evet, bilgisayar diye bir şeyler bir yerlerde vardı, giderek lafı daha çok ediliyordu. Ama Cumhuriyet gazetesi ne demeye bilgisayar eki verecek, bunun içine ne koyacak..? Kimimiz “Yahu ne alâkası var!” dedik. Sonunda Okay, Cengiz Turhan ile bana bu eki hazırlama görevi verdi. Gittik, sanırım bu alandaki ilk piyasa araştırmasını yaptık. Bilgisayar firmalarıyla görüştük. Bize anlattılar: Bu arada bilgisayar hakkındaki bilgimiz, aşağı yukarı üç harften ibaretti: I-B-M. Cengiz’le beraber, programlar, programlama dilleri, terminaller, ve sairi dosyalarımıza, klasörlerimize doldurduk geldik. Bilgisayar ekini hazırladık, Bilgisayar eki verilmeye başlandı.

Sayıları tam hatırlamıyor olabilirim. Sanırım Cumhuriyet o sırada yüz bin civarında satıyordu, satış on-on beş bin arttı. Oysa “Ulan kim merak edip de alacak bilgisayar ekini” diye içimizden geçire- geçire çalışmıştık. Satış sayıları gelince hepimiz mahçup bir tavırla, Okay’ın yüzüne bakmıştık. Bir şey dememiş, başını önündeki Le Monde gazetesine eğmişti.

Kavgalarımızı hatırlayamıyorum. Çok var. Daha çok, benim için önemli olmuş kararlarını hatırlıyorum. Çok konuda anlaşma şansımız olmamasına rağmen, en başta aramızda bir “hayat tavrı” farklılığı vardı. Hele ancak rastlayınca görüştüğümüz son yıllarda, memleket hallerine dair fikirlerimiz de epey ayrışmış gibiydi. Ama hem onun habere, gazeteye yaklaşımından, hem de beni koşturduğu işlerden çok şey öğrendim. Öncelikle anılması gereken budur.

Ondan çok şey öğrenmiş bir çok gazeteci vardır. Okay Gönensin, dünyaya neresinden baktığını ve ne gördüğünü hiçbir zaman bütünüyle bilemeyeceğimiz insanlardandı. Bu yüzden, kışkırtıcı, zenginleştiriciydi. Çünkü, bizimkinden farklı olsa da, bir şeyler gördüğünü hep bilirdik.
Son yıllarda. onun yoruluşunu izledik, Köşe yazarlığı bir nevi “yoruldum” ilânıydı Onun için ardından söylediğimiz sözlere ne kadar memnun olurdu, ne kadar bıyık altından gülerdi, onu da kestiremiyorum.Ciddî olmadığımızı, kendimizi ciddî sandığımızı iddia edebilirdi. Öldüm diye böyle konuşuyorsunuz, diyebilirdi. Takmayacağız haliyle..

Gündüz İmşir:
Hürriyet Gazetesinden beni transfer ettiği Cumhuriyet Gazetesinde çalışmaya başladığımda önemli bir idealime de Okay Gönensin sayesinde kavuşmuş oldum. Bu önemli gazetecilik okulunda Gönensin ve Hasan Cemal gibi iki önemli entelektüel usta ile çalışmak bugün hala şeref duyduğum hayat adımlarından önemli bir dilimi teşkil ediyor.

Büyük usta Okay ağabeyimi kaybetmekten üzüntüm çok büyük. Fransız ekolünden gelen 24 saat gazetecilik yapan kıvrak bir zekaya sahip Türk medyasının önemli mihenk taşlarından birisiydi. Son dönemde savunduğu birçok görüşe kesinlikle katılmamama karşın Gönensin Ağabey, yönetici olduğu bir gazetede tüm sayfaların ilan bölümlerine kadar olan hakimiyetiyle eşine ender rastlanan bir gazeteci olarak beynimde ve kalbimde çok özel anılarla yaşayacak.

Artık Yakup meyhanesininin hemen girişinde karşılaştığımız ve hemen yanağına bir öpücük kondurduğum Okay Gönensinin yokluğuna alışmak kolay olmayacak. Hoşça kal usta. İyi ki seni tanıma şansına ve şeref’ine erişmişim…

Fatih Güllapoğlu:
Okay Gönensin’in Cumhuriyet Gazetesi’nin Yazı İşleri Müdürü olduğu dönemin bir bölümünde, ben de Cumhuriyet’te idim. O dönem 12 Eylül darbe dönemi idi ve özellikle hem Cumhuriyet hem de bizler için çok ağır bir süreçti. Arkadaşımdı, ikimizin de bekar olduğu bir dönem oldu. Neredeyse iş çıkışı her akşam dışarıda da birlikte dolaşırdık. İş dışında sıkı bir sofra arkadaşıydık.

Sıkı bir entelektüel ve tam bir kitap kurdu idi. Zekası normal zeka düzeyinden yüksekti. Ama en önemli kusuru kendine bakmaması, sağlıksız yaşamasıydı. Son dönemdeki Okay Gönensin siyasal açıdan aynı Okay değildi. Ama o hayatımın bir döneminin en önemli dostlarımdan birisiydi. Çok erken oldu Okay. Özel yaşamında hiç bir zaman istediğin mutluluğu elde edememiştin. Dilerim ki mekanın cennet olur ve o dünyada aradığın mutluluğa kavuşursun.

Cemil Özyıldırım