Bir fotoğrafın hatırlattıkları !..

Fotoğrafların da bir dili vardır. Nerede bulunursa bulunsun, hangi albümden çıkarsa çıksın, nerede çekildi ise çekilsin, neresinde kırıldığı ise kırılsın, o fotoğrafın dili hiç susmaz. Anlatır, hatırlatır, gülümsetir, kimi zaman da hüzünlendirir. Hele, eski dostları bir araya getiren görüntüler, bazen sararmış, bazen kararmış olsa da fotoğraflardan hiç silinmez. İşte silinmeye fotoğraflardan biri de, 1970’lerin, yani 49 yıllık eski dostların bir araya geldiği bir merdiven başında görüntülendi.

Kimine göre Amasralı, kimine göre de Sakaryalı olduğu söylenen Faik Kaptana soracak olursanız, aslen Amasralıdır. Hürriyet Gazetesinde 45 yıl gibi uzun soluklu çalışan Faik, önce Hürriyet Haber Ajansında, daha sonra da Hava alanı muhabirliğinde ‘Hit’’leşmiş bir dosttur. Geçtiğimiz aylarda onun kıymetini bilemeyenler yüzünden Hürriyet’ten ayrılmak zorunda kalan hava alanının ‘’Kaptan’ı için, bunun kıymet-i harbiyesi hiç yoktur. Bizim kaptanımız, şimdiler de havaalanının havasını yine soluyor. Havaalanı Muhabirleri Derneğinin odasında, uçakların iniş-kalkışlarını keyifle izliyor, dış hatlarda, iç hatlarda dolup boşalan yolcuları gözlüyor, o tarafa yolu düşen meslektaşlarına yardım elini uzatıyor. Faik Kaptan oturdu bir de havaalanındaki yaşamında biriktirdiği ilginç anılarını kitaplaştırdı. ‘’Atatürk Hava Limanında 40 yıl’’ başlığı taşıyan kitabındaki anılarını, ‘’Hoşça kal Atatürk Hava limanı’’ yazısı ile şöyle bitirdi:

‘’Hoşça kal’’ içinde hüzün barındırsa da, ‘’Elveda’’ gibi değildir. Bir müddet görüşemeyeceğiniz anlamındadır. Fakat umutları bitirmez. Ben de bu kitabın sonunda ‘’Hoşça kal Atatürk Hava Limanı’’ diyorum. Açıldığın ilk gün inen Suudi Arabistan Havayolları uçağının kaptan pilotu, son yaklaşmada ‘’Selamünaleyküm Atatürk’’ diyerek seni selamladığı günden bu yana hayat hızla, ama dolu-dolu geçmiş. Şimdi acaba hangi havayolunun kaptan pilotu son gün, son dakikada sana ‘’’’Hoşça kal Atatürk’’ diyecek. Gençlik ve yaşlılık arasındaki 44 yıllık ömrümü verdiğim, önce Yeşilköy, ardından da Atatürk Hava Limanı.. ‘’Hoşça kal’’.

Faik Kaptanın 299 sayfalık bu anı denizi olan kitabını, mutlaka kütüphanenizde bulundurmanız bir kazanç olacak.

Mete Ongan’a gelince; fotoğraftaki mutlu gülüşünden belli olduğu gibi, oda halinden çok memnun görünüyor. Ongan da Hürriyet’ın ve Hürriyet Haber Ajansına yıllarca emek vermiş, unutulmaz bir yüzdür. Ama 1972 yılında onu gazetecilikten vazgeçirecek nedenler yüzünden Hürriyet’ten ayrıldığını, devlet memuriyetine girerek, SSK’da kısa bir süre olsa da çalıştığını pek azımız biliyor, ya da çoğumuz bilmiyor. O dönem de Hürriyet Haber Ajansının Genel Müdürü rahmetli Erdoğan Kral idi. Başta Genel Müdür olmak üzere onu tekrar aramıza döndürmek için, ne diller döküldü, ne vaatler edildiğine yakın tanık olduk. Bir ben, bir de Faik Kaptan şahittir. Şimdilerde ne yapıyor derseniz torun bakıyor, güzel havaları yakaladı mı, İstanbul ile Sapanca’daki yazlığı arasında mekik dokuyor. Dost ve arkadaş sohbetlerinde hep aranıyor, o da hiç kaçırmıyor.

Şimdi gelelim benim arkamdaki merdiven eşiğine oturup kahkahalar atan Ercüment Erkul’a.. Ercüment’e önce büyük geçmiş olsun diyelim. Zira geçen ay önemli bir ameliyat geçirdi. Nekahat devresinden sonra tekrar eski sağlığına kavuştu. Ercüment’te Hürriyet’e uzun yıllar çalışan, bölge sayfalarının sorumluluğunu ve mizanpajını üstlenen bir gazeteci idi. Dosttur, arkadaştır, vefa ve sevgi dolu bir insandır. Ondan biraz daha uzun söz edeceğiz. Tarihte hata yapabilirim endişesi ile onun Milliyet’te geçişinden sonra başına gelenlerden söz etmek gerekiyor. Bu nedenle oldukça sıkıntılı günler geçirdi. Ama anlatacağım olay, bir gazetecilik dersi idi. Bu olayın perde arkasını Ercüment Erkul’dan öğrenelim:

‘’Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila’nın görevi bırakmasının ardından, ona vekalet eden yardımcısı idim. 15 Temmuz darbe gecesi yapılan yıldırım baskının parasının benden istendiği doğrudur. Yıldırım baskıyı Fikret Bila ile yaptık. Sürecin sonunda vekâletle yürüttüğüm, 3-4 gün önce ‘böyle devam edelim’ denilen görevim sonlandı. Kısacası yıldırım baskının “parasını ödememi”, doğacak zararları kabul etmemi istediler. Bana yöneltilen ‘Basın meslek ve etik kurallarına aykırı davranış’ suçlaması idari bir yapı tarafından yapıldıysa, zaten bir kıymeti harbiyesi yok. Bana bu suçlamayı herhalde gazetecilik yapmış birinin yapabilmesi gerekir. Kaldı ki oda tartışmalı. Çünkü bu suçlamayı yapanın en az benim kadar basın meslek ve etik kurallarını bilmesi ve özümsemiş olması gerekir. Ben bu değeri öylesine benimseyen bir gazeteciyim ki, bildiğiniz gibi halen Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Denetim Kurulu’nda görev yapmaktayım.

Milliyet Gazetesi Yayın Yönetmenliğini vekâleten yürütmeye başladığımın hemen ardından, bir darbeyi kucağımda buldum. Tüm Türkiye’nin büyük kâbus yasadığı 15 Temmuz akşamı Milliyet Gazetesi ekibinin büyük riskler altında çok başarılı bir gazetecilik örneği verdiğini düşünüyorum. Bu sadece benim fikrim değil, birçok kesimden gelen övgü ve mesajlar müsaadenizle bende kalsın. Saat 22.15’ten itibaren olaylar gelişmeye başladığında, İstanbul ve Ankara Milliyet ekibi çok kısa süre içinde görevlerinin başında toplandı. Saat 12.00 sularında uçaklar uçar, bombalar patlar, birçok gazeteci görevlerinin başına gelemezken, biz nasıl toplanacağız sorununu aşmıs “Bu geceyi nasıl atlatacağız” planlaması üzerinde çalışıyorduk. Baskı ve dağıtımı bir başka gazetenin matbaasında yaptığımız için iyi planlamamız ve çok geç kalmamamız gerekiyordu. Televizyon kanalları ve gazeteler baskına uğruyordu. Bize de gelirlerse ne yapacaktık Birinci ve diğer sayfalara el koymaları ihtimaline karşı bunların yedeklenmesi gerekiyordu.Sonuçta Soğukkanlı ve sağlıklı bakış acısıyla Jetlerin uçuş patlamaları, otomatik silah sesleri ve sokaklara taşan kalabalıklardan gelebilecek tehdit altında toplam üç baskı yaptık. Üçüncüsü de yıldırım baskı idi. Bila’nın katkısını ve desteğini hep yanımda gördüm. O gece de haberi duyar duymaz doğal olarak ilk birbirimizle konuşmuştuk ve gazeteye koşmuştuk. Yyaptığımız değerlendirmede Milliyet olarak darbeye karşı çıkmak ve demokrasinin yanında yer almamız gerektiğine karar verdik. Bila da “demokrasinin yanındayız” başlıklı bir başyazı kaleme aldı.

Büyük risk ve zorluklarla sabah saat 07.30 da çıkarak gittiğim evimde 3 saat uyuduktan sonra gazeteye döndüğümde gazetenin idari personeli bana “Neden habersiz ve onaysız yıldırım baskı yaptırdığımı” sordu. Hala kritik olan ikinci günü geçiriyorduk ve öyle görünüyordu ki, birkaç gün daha bu tempoda çalışmaları sürdürecektik. Saat 18.30 sularında genel müdür, insan kaynakları müdürü ve bir avukat beni toplantıya davet etti. “Biz bir tutanak hazırladık. Bunu imzalamanızı istiyoruz’’ dediler. Tutanakta özetle “Yetkisiz olarak yıldırım baskı yaptığım. Gazeteyi maddi ve manevi zarara uğrattığım, doğacak zararları kabul ettiğim” yazıyordu. Kendilerine bu suçlamaları kabul etmediğimi, genel yayın müdürüne vekalet ettiğimi ve evrakı imzalamayacağımı” söyledim.“O zaman bunu imzalayın” diyerek bir başka evrak uzattılar. Bu evrakta da “Basın meslek ve etik kurallarına aykırı davranışlarınızdan dolayı iş akdiniz 5953 sayılı Basın İş Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca 16.07.2016 tarihi itibariyle haklı sebeple fesh edilmiştir” yazıyordu. Yani bir süredir vekâletle yürüttüğüm, 3-4 gün önce “Böyle devam edelim” denilen görevim sonlanmış oldu. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir medyasında “genel yayın müdürü yetkisiz yıldırım baskı yaptı” gibi bir iddia yoktur. Ben meslek hayatımda Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan başlamak üzere yaklaşık 20’ye yakın yıldırım baskıda yer aldım, bunların bazılarını kendim yaptım. Bana “neden yıldırım baskı yaptın” sorusu değil, yapmayanlara “Neden yıldırım baskı yapmadın?” sorusunun sorulması gerekirdi. Bununla ilgili davam devam ediyor.

Galiba sıra bana geldi. Anlatacak çok şey var. Ama anlatmaya kalkarsam, yine Facebook arkadaşlarım ‘’Yahu Cemil biraz daha kısa yazsan olmaz mı’’ diye sitem edecek. Hani ‘’Fotoğrafın da dil var’’ dedik ya, zaten resimdeki yüz ifademi fotoğrafın dili çok güzel anlatmış. Şu kadarını söyleyeyim, 1970 yılında Hürriyet Haber Ajansında gazeteciliğe başladım. 14 yıl Hürriyet Haber Ajansının dışında Hürriyet Haber Merkezinde çalıştım. 14 yıl sonrasında Bulvar Gazetesine geçen Hürriyetçiler beni rahat bırakmadı ve Bulvar’a geçtim. Bulvar’ın 2 yıl sonra baş aşağı dikildiğini görünce, rahmetli Hüseyin Güneş’in çağrısı, Çetin Emeç’in onayı ile tekrar Hürriyet Haber Merkezine döndüm. Uzun süre sonra Çetin Emeç’in karşı koymasına rağmen, gazetenin söz sahiplerinin onayı ile sevgili Ahmet Örs ile birlikte Kelebek Gazetesinin İstihbarat Şefliğini üstlendim. Bu görevi bana bizzat Çetin Emeç kızgın bir ifade ile bildirdi. Ve şöyle dedi’’ Bundan sonra gözüm artık senin üstünde. En ufak bir hatanı af etmeyeceğimi bil. Hadi şimdi defol git.’’Ona göre Kelebek gazetesine geçişim, Ahmet Örs ile hazırladığımız bir plandı. Emeç’in düşmanlığını kazanmıştım. Her toplantıya Magazin Müdürünü değil, benim girmemi istedi. Açığımı kolluyordu. Canımı dişime takarak çalıştım. Röportajlar yaptım. Hatta bir röportajım için telefonla beni övgülü sözlerle tebrik etmesine şaşırıp kalmıştım. Bir de ikramiye yazmıştı. Ama bir güüüünnn, sabah toplantısına boş bir gündem ile girince yapacağını yaptı. Ağır sözlerle toplantıdan kovuldum. 10 gün sonra da onun imzaladığı bir çıkış yazısı ile kapı önüne konuldum. İntikamını almıştı. Mesleğe Güneş, Türkiye, Yeniçağ gazetelerinde devam ettim. Daha sonra Televizyon yapım şirketi Senkron TV’de, Show TV ile Kanal’de Kadir İnanır ve Yıldırım Çavlı’nın sunuculuğun yaptığı programları hazırladım. Kent TV’de Çıkmaz Sokak programını, Radyo Kent’te ise Mustafa Balbay ile ‘’Merhaba Yeni gün’’ adlı sabah programlarını hazırlayıp sundum.

Yine uzun oldu değil mi?. Aman sitem etmeyin!.. 1994’de de emekli oldum

Fotoğrafın dili: Sol başta Faik Kaptan, arkada oturanlar Mete Ongan ve Ercüment Erkul. Onun önünde oturan da ben..

Cemil Özyıldırım