“Kadınlar ve Kartallar”.. Anne ve babasına Kartal hediye eden Murat Ceylan’ın ders olacak muazzam öyküsü.. Tabii, burada esas konu Murat’ın değil, Kartal ve kadın arasındaki iletişim..

“Kadınlar ve Kartallar”

Hayvanlar üzerinden insanları aşağılamaya çalışan kişileri sevmem, örneğin “domuz gibi, at suratlı, kuş beyinli“ gibi örneğin… Evet, böylesi yakıştırmaları, hiç sevmem.

Bir de avcıları sevmem, az sonra bu hikâyeyi okuyup, mevzuyu hatırlayacak, iki eski dostumla avcılık belasına bulaştıklarından bu yana; uzaktan uzağa görüşürüm.

Hayvanları çok severim, onlarda beni rahatlatan, garip bir salınım var. Ailemden bana kalan en değerli mirasım, işte böylesi duygularımdır. Az sonra okuyacağınız hikâyenin yaşandığı günlerdi, İspanya da kedi ve köpeklere “insan olmayan vatandaş ” özlük hakları verilmiş, “radikal dindar İslam ülkelerindeki kadınların oy vermeleri“ tartışmaya açılmıştı.

Kimi medya yöneticileri İslam ülkelerindeki bu saçma süreci büyük bir devrim olarak görüyor ve haberleştiriyordu. Oysa kendi ülkemizde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verileli 80 yılı aşmıştı ve bu onlar için, hiçbir haber değeri taşımıyordu… Oysa modern Avrupa da bile kadınlara bu hakları, ülkemizden onlarca yıl sonra verilmişti. Sürekli halkın cehaletinden bahsederek, kendi cehaletlerini perdeleme çabasında olan böylesi ülke basınıyla, yollarımızı ayırmıştım.

Güzel kadınları severim, zeki ve güzel kadınları iki defa severim. Aşkta ve savaşta gözüm karadır, sadece ve sadece zeki ve güzel kadınlar karşısında, şartsız, koşulsuz, teslim olurum… Kuşları severim, sanırım dağcılık sporuna beni yönlendiren içgüdüm, kuşlar gibi zirvelere olan tutkum.

Taksimdeki evime yeni taşınmıştım, ben evime; annem babamsa kendi evlerinde ilk yalnızlık günlerine, alışmaya çalışıyorlardı. Babamın minik muhabbet kuşu “Aliş“ ölmüş, ona saksıda güzel bir mezar yapmıştık. Bu tören sonrasında biraz hava almak ve kafa dağıtmak için, annemlerin evinden ayrılıp, bizim salaş meyhaneye doğru yola çıktım. Açıkçası, o gün içimde garip bir duygu vardı, “Ben hikâyeyi aramam, hikâye gelir beni bulur“ misali ayaklarım beni iki eski dostumun Bakırköy’deki atölyesine sürükledi. Atölyeye girer girmez, yeni hikâyemin, yorgun, meraklı ve yalvaran gözlerle beni beklediğini gördüm.

Bir kartal…

İki acemi avcı arkadaşın kazayla vurup, küçük bir kafese koyup, iyileştirmek için yanlarında getirdikleri, bir kartal. Sol kanadının altından giren saçmalar, kartalı yarı felçli hale sokmuş, bizim acemi avcı kafadarlar kartaldan, kartal bunlardan korkuyor, hayvana bir metre mesafeden yiyecek vermeye çalışıyorlar, özetle atölyedeki üçlü de kayışlar kopmuş halde. O sırada telefonum çaldı, arayan annemdi…

– Oğlum baban alişe çok üzülüyor, ona alişe benzer bir kuş alır mısın? Diyordu… O an için anneme “olur alırım” dedim. Gözüm kafesteki yaralı kartala takılıyor. Kartal bizim şaşkınlardan yılmış, acı dolu gözlerle bana bakıyor… Ve bizim hikâyemiz, işte o an, orada başlıyordu…

Bizim acemi avcılara kısa bir fırça çekip, kartalı aldım ve yeniden annemlere doğru…

Yolda bir markete girip türlü et ürünleri aldım ve evin ziline bastım. Kapıyı babam açtı ve kısa bir duraksamanın ardından içeriye doğru seslendi.

– Nafiye hanım gel oğlun bize kallavi boy Aliş getirmiş… Elimdeki poşetleri babama verip, koca kartal kafesiyle eve girdim. Annem kartalı görünce yaşadığı şokun ardından, kadınsı merakla sorularını sıralamaya başladı. Ben o sırada annemin sorularından çok, babamla kartalın sohbetlerini dinliyor, içimden “oldu bu iş“ diyordum. Biran için anneme döndüm ve…

– Anne babamın boşbeşik hikâyesini ve o hikâyedeki bebeğin adını hatırlıyor musun? dedim.

– Evet, elbette hatırlıyorum. Senin adını o yüzden Murat koyduk…

– Tamam, işte o hikâyede Murat’ı kartal götürüyordu. Bu hikâyede murat kartal getiriyor. Anne bu kartallar çok sadık ve hisli canlılardır, bu canlıların hayatında üç devrim olur, birincisi sadakat devrimi, ikincisi hayata tutunma devrimi – evrimi, üçüncüsünü daha sonra anlatırım. Sen şimdi sargı bezlerini çıkart bu hayvanın yarasını saralım ve karnını doyuralım. Dedim. Valide hemen işlemlere başladı, lokman hekim edasıyla hayvanı bir güzel sargıladı ve doyurdu, acısı hafifleyen kartalın keyfi yerine gelmeye başlamıştı. Evin salonunda volta atıyor, bir babama bir anneme serserilikler yapıyor, tabiri caizse kapağı attığı bu evde kalabilmenin yollarını arıyordu… Ben elimde biramla bu güzel canlıyı ve babamın içten sohbetini izliyordum. Kartal dile gelmişçesine babama bir şeyler anlatıyor, babam kartalın dilini anlarcasına onu cevaplıyor, kendince yaralı hayvana moral veriyordu. Annem zeki kadındır, biraz sonra yanımıza geldi ve

– İyileşene kadar ben bakarım, sonra gelir alırsın, sen genelde dağlardasın, bu hayvan senin evinde kalamaz, zaten sen şimdilik kendine bak, bu bize yeterli. Yalnız bu hayvana biraz daha et al, dalak veya ciğer iyi gelir, yavrum çok kan kaybetmiş, ben banyoda ona bir yer hazırlarım, o küçük kafeste yaşayamaz. Dedi ve mutfağa doğru yürüdü, sonrasında kartal annemin peşinden, babam kartalın peşinden derken, ben salonda yalnız kaldım. Kartal efendi daha ilk günden evde saltanatını kurmuş, mamafih; ben resmen üvey evlat gibi kalmıştım. Gidip alışverişleri yaptım ve bizim üç kafadarları evlerinde bırakıp, kendi evime doğru…

Günler günleri kovaladı, yedi zirveler programım nedeniyle annemlere uzun süre gidemedim… Aklım fikrim onlardaydı, koca kartalla aynı evde yaşıyorlardı ve her ikisi de yaşlı insanlardı. Bu düşünceler içerisinde etapları bitirip, ilk uçakla eve döndüm. Kapıyı babam açtı, selam verip daldım içeriye, banyodan annemin sesi geliyor, arada kartal krraak krraak tadında anneme vokal yapıyor, annem boşbeşik türküsünü söylerken, babam kartala yemek yediriyordu… Yemek derken, öyle et ciğer vss değil, bildiğimiz yeşil fasulye kavurması…

– Anne kolay gelsin, kuzum bu hayvan etçil, siz nasıl oldu da bu hayvanı vejetaryen yapabildiniz?

– Guzum bak hayvana can geldi, kan geldi, fasulye bitsin, kıymalı madımak vereceğim… Hem otları tanısın, av bulamazsa otlarla beslenir. Dedi. Açıkçası bu fikir benimde aklıma yattı, mantıklı bir davranıştı ve hayvanların böylesine yönlendirmelere olumlu yaklaştıklarını biliyordum. Anneme dönüp,

– Peki, bunu nasıl öğrettin deli kızım dedim.

– Pişirmeden önce fasulyeleri, madımakları koklatıyorum, sonra pişirip önüne koyunca yemeği reddetmeden yiyor. Dedi. Yukarıda zeki ve güzel kadınları iki defa severim demiştim, annemin zekâsına hayran kalmış vaziyette, babamın uzattığı biramı açtım ve bu müthiş üçlüyü, izlemeye devam ettim. Kartal artık tamamen kendine gelmiş ve gerçekten müthiş güzellikte görünüyordu. O an anne ve babamla, sonsuz gurur duyuyordum. O gece bu haylaz üçlüyü yalnız bırakmadım, onlarla kaldım…

Kartalı annemlere getireli altı ayı geçmişti… Kartalımız son derece güçlenmiş ve artık uçmaya hazırdı. Her hafta annemlere uğruyor ve her hafta aynı cevapla evime dönüyordum.

– Havalar serinledi, haftaya salarsın… Dağlarda kar vardır, haftaya götürürsün, bu karda kışta ne yer ne içer, iyisi mi haftaya götürür salarsın vss vsss vssss… Baktım bizimkilerin hayvandan ayrılacakları yok, gittim kocaman bir kafes aldım, balkona kurdum, bu şekilde kartal balkonda günlük hava değişimlerini yaşayacak ve fiziksel aklimatasyon sürecini tamamlayacaktı. Bir gece dağdaki eğitimleri bitirmiş, içimden kendi evime gitmek gelmemiş, nevalemi alıp annemlere gitmiştim… Akşam yemeği sonrası ilk biramı alıp balkona çıktım, baktım babam kartalla derin bir sohbet içinde, sessizce yanlarına oturdum ve dinlemeye başladım… Babam.

– Karakuşum, gök bakışlım, murat seni alıp dağlara götürecek, sen dağlarda bembeyaz bulutlarda süzülecek, bir dağdan diğerine, özgürce kanat açacaksın… Bahar gelsin biz seni görmeye dağlara geliriz, gideriz değil mi murat? Gökbakışlımızı ziyarete gideriz değil mi?

– Gideriz baba dedim, elbette gideriz… dedim ve sustum.

Ve o beklenmeyen haftasonu geldi, Pazar sabahı düzce delmece yaylasına etap koydum, grubumu organize ettim. Vefalı kaptanım sabah altı da evin önüne geldi, annem babam o gece uyumamışlar, gökbakışlı evlatlarını bir bilinmeze yolcu etmek için, kapının önünde bekliyorlardı… Sırt çantamı aldım, kartalı kafesiyle kucakladım ve evden çıktım. Bu sıra annemlerde evden çıkmış, sokakta bekleyen otobüsümüze kadar yanımda sessizce yürümüşlerdi… Bu iki yaşlı insan bir mucize yaratmışlar ve ölmek üzere olan o yitik canlıya yeniden ve çok daha güçlü bir yaşam sunmuşlardı… Gözyaşları içindeydiler, duyguları kartalın kalması, vicdanları onun özgürce uçmasından yanaydı. Otobüs sokaktan çıkana kadar, öylece arkamızdan baktılar.

Sabah on gibi yaylaya ulaştık, tüm grup kartalın etrafında toplanmış, tüm ilgilerini bu tabiat harikası canlıya vermişlerdi, kimse o sırada verdiğim eğitimi dinlemiyordu… Aslına bakacak olursanız, o gün benimde canım hiçbir eğitim vermek istemiyordu. Kaptanı Düzce’ye yolladım birkaç kasa bira aldırıp, mangalı yaktım. Madem bugün ayrılık günüydü, herkes bu günü en ince detayına kadar hatırlasınlar istedim. Mangal hazırlandı, biralar açıldı, gruptaki herkes sucuğunu köftesini kartala veriyor, gök bakışlı kartalımızın tamamen doymuş olarak, özgürlüğüne kanat çırpmasını istiyordu. Bende aynı duygular içindeydim, mangaldan kalan tüm yiyecekleri bir kayalığın üzerinde topladım ve kartalımıza o kayalığı gösterdim, kartal az sonra yaşayacaklarımızı anlaşmışçasına bir gözlerime, bir kafesin kapısına bakıyordu. Yavaşça kafesi açtım, kartalı kucağıma aldım ve yaylanın ortasına doğru yürüdüm, ben yürüdüm, asistanlarım, öğrencilerim, yayladaki köknarlar, gökteki beyaz bulut yürüdü… Az sonra artık bu müthiş canlıdan ayılacaktık.

Herkes kamerasını hazırladı, ben kartalı yukarı kaldırdım ve birden gökyüzüne doğru fırlattım… Kartal ilk andaki şokun ardından içgüdüsel olarak kanat çırpmaya ve otobüsümüze doğru uçmaya başladı. Bir süre üzerimizde uçtuktan sonra gitti ve otobüsümüze kondu. Anlaşılan, o da bizlerden ayrılmak istemiyordu. Yanına gittim, adıyla çağırdım, geldi koluma kondu. Yeniden yukarı kaldırdım ve onu bir kez daha uçurdum. Bu sefer tüm yayla üzerinde uçmaya, kendi özgür doğasına doğru yol almaya başladı… Hepimiz bu sahneden çok etkilenmiştik, saatler boyunca kimsenin ağzını bıçak açmadı. Saat beş civarı kente dönmek için aracımızın yanında toplandık, kartal görünürde yoktu…

Sessizce otobüse bindik ve hareket ettik, tam o sırada otobüsten biri – Geliyooor kartal geri geliyoorr! Diye bağırmaya başladı. Kaptan aracı durdurdu, ben aşağıya indim ve bu sadık canlıyı son defa çağırdım, geldi önüme kondu. Onu tutup tıpkı annem babam gibi gözlerinden öptüm ve

– Hadi gök bakışlım, kocaman bir dünya ve özgür bir yaşam seni bekliyor dedim, kucağıma alarak yeniden gökyüzüne saldım…
O akşam içimden kendi evime gitmek gelmedi… Doğruca annemlere gittim ve boş kafesi eski yerine koydum, ilk biramı açtım. Evde derin bir sessizlik vardı, o gece babam kartalı saldığımızı unutup unutup, defalarca o boş balkona gidip geldi. Annem kartalın balkondaki mama kabına yemek ve içecek koymuş, adeta kartalın gelip bizi bulmasını bekler gibiydi… Onları teselli etmek için öğlen kartalı salma fotoğraflarımızı gösterdim, bu iki yaşlı insana biraz olsun, moral verebilmeye çalıştım. Onlara moral veriyordum ama bende en az onlar kadar, moralsizdim. Ertesi gün evime gittim, sırt çantamı yeniledim ve Düzce’ye doğru… Düzce de yaşayan iki doktor, bir dağcı arkadaşımla buluştum ve yaylaya doğru yola çıktık. Yolculuk süresince arkadaşlarımın kuşlar hakkında atıp tutmalarını dinledim. İçerinden birinin

– Kuş abi sonuçta, sonuçta kuş beyinli, o sizleri çoktan unutmuştur. Bence yaylaya kamp atıp, tek başına onu beklemen, saçma bir davranış olur. Sonuçta bu dağlar tekin yerler değil, ayısı, domuzu kurdu var! En azından yanına bir silah bırakalım. Vss vsss vsss… Oysa ben kararımı vermiş, gereken alışverişlerimi yapmış, aracın bagajını yiyecek ve içecekle doldurmuştum. Yaylaya gelir gelmez çadırımı kurdum, yedek çadıra yiyecek içeceklerimi yerleştirdim. Bu malzeme bana on gün kadar yeterdi. Arkadaşlarım odun topladılar, ateşimizi yakıp ilk biralarımızı açtık. Arkadaşlarım tabiatın içinde yaşayıp, tabiatı gözlemeyi bilmeyen insanlardı, okumuş ama ilahi adaletçe, ebedi cehaletle baş başa bırakılmışlardı. Akşamın olmasını, bu insanların kente dönmelerini dört gözle bekledim desem, doğru olur. Onlar gider gitmez kendime yemek hazırlamaya başladım… Yemeğimi yedikten sonra yanımda getirdiğim çiğ madımakları çadır çevresine serptim ve uyudum.

Sabahın ilk vakitleriydi, biri kapı çalar gibi çadırıma vurup duruyordu. Panikle yerimden fırladım ve hızla dışarıya çıktım…

Gelen dün yanımdan isteksiz bir şekilde giden dağcı arkadaşımdı, beni o yaylada yalnız ve silahsız bırakmış olmak, onu huzursuz etmiş, sabahın erken saatlerinde aracıyla yola çıkıp, yanıma gelmişti. İki eski arkadaş kahvelerimizi alıp yaylada yürümeye başladık. Bu hassas arkadaşıma minnetle bakıyor ve onun beni eleştiren sözlerine kısa cevaplar veriyordum… Ona göre kuş beyinli bir kartal için, kentten kırk kilometre uzaktaki bu ıssız yaylada kalmam, tamamen çılgınlıktı. Bu saçma hayalden vazgeçip, onunla kente dönmeliydim. Bir süre onun nasihatlerini dinler gibi yaptım, sonrasında adımlarımı çadırıma doğru çevirdim. Çadırı uzaktan gördüğümüz anda, çadırın önünde zıplayan bir canlının olduğunu gördük, dağcı arkadaşım hemen silahını çıkartıp bizi garantiye almak istedi. Onun bu halini görünce silahı elinden aldım ve cebime koyup, çadıra doğru yürümeye devam ettim. Biraz yaklaşınca o canlının da bize doğru yürüdüğünü gördük, Karşıdan gelen canlı birden kanatlarını açtı ve bize doğru uçmaya başladı. Dağcı dostum, iki gündür kuş beyinli diye aşağıladığı gök bakışlımızın bize doğru gelmesi karşısında, adeta olduğu yerde donup kalmıştı. Kartal yanımıza geldi, hayvan resmen dile gelmişti, sürekli bir şeyler anlatıyordu.

Bir süre onu dinledik, dağcı dostum gördüğü manzara karşısında tek kelime etmiyor, sessizce bizi izliyordu. O gün, gün boyunca kartalımızla vakit geçirdim, annemler için onun birkaç kare fotoğrafını çekip, gün sonunda kente dönmek üzere kartaldan bir kez daha ayrıldık.

Daha sonraları o yaylaya defalarca gittim ama o kartalı bir daha göremedim… Kartal muhtemelen babamı dinlemiş ve dağdan dağa özgürce uçmaya devam etmiştir… Bilemiyorum en azından bizim temennimiz bu yönde…

Önceki gün Nihan’ı izlerken, bu hikâyemi anımsadım ve kaleme aldım… Nihan da annem gibi safkan kurttan, bir vejetaryen yaratmıştı. Dost, Nihan’ın hazırladığı çeşitli sebze yemeklerini iştahla yiyor, kendi mamasına dönüp bakmıyordu.
Bu noktada bir kadın eğer gerçekten isterse, tabiatın döngüsüne dahi müdahale edebilecek yetenekleriyle, kartaldan ve kurttan çok daha tehlikeli olan, insanoğlunu dahi topluma kazandırabilir…

Öyle ya, zeki bir kadın, nice zeka kaynaklarının da annesidir.

Anneme ve sevgilime en içten sevgilerimle…

Murat Ceylan
Serserice Bir Eylemdi Yaşamım…

Not: Babama yeni bir aliş aldım… Bu seferki muhabbet kuşuydu.

Sonuç: İnsanlara hakaret etmek için, hayvanları vurgulayanları hala hiç sevmiyorum.

https://www.facebook.com/groups/sersericebireylemdi/
https://muratceylanweb.blogspot.com/