HİÇ YAYINLANMAMIŞ BİR “ANKA” ÖYKÜSÜ.. Fatih Güllapoğlu yazdı.. Gerçek gazetecilerin öyküsüdür bu

HİÇ YAYINLANMAMIŞ BİR “ANKA” ÖYKÜSÜ

Geçtiğimiz hafta kapandığı haberi geldi. O haberi duyduğum an yüreğim cız etti. Türkiye’nin ilk özel haber ajansı idi ANKA… Altan Öymen’in kurduğu, bakan olunca, hisselerini ağırlıklı olarak Müşerref Hekimoğlu’na ve çalışanlarına devrettiği ANKA’dan kimler gelip geçmedi… Rahmetli Uğur Mumcu, rahmetli Örsan Öymen, Meclis eski Başkanı Uluç Gürkan, rahmetli Teoman Erel, Hasan Cemal… Say sayabildiğin kadar, daha çok isim var. Sayamadıklarım alınmasınlar. ANKA yıldız gazeteci üretim merkeziydi sanki.

1978 yılında, daha gazeteciliğimin birinci yılında ANKA’ya rahmetli Teoman Erel tarafından Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Muhabiri olarak alındım. Üniversite sonrasında alaylı mektebindeki en büyük gazetecilik derslerini de Teoman Erel‘den almıştım. Büyük gazeteciydi.

EVREN’İN TARİHİ TOPLANTISINDAYIZ

Uzatmayayım.
12 Eylül darbesi yapılmış, aradan bir ay geçmişti. Darbenin lideri ve Milli Güvenlik Konseyi’nin Başkanı Kenan Evren, yerli ve yabancı basın mensuplarının oluşturduğu yaklaşık 250-300 kadar gazetecinin karşısında ilk basın toplantısını yapıyordu. Toplantıyı ANKA adına ben, Teoman Erel, Müşerref Hekimoğlu, Uluç Gürkan ve bir kaç kişi daha ekip olarak izliyorduk.

Evren, sözlerini bitirdi ve “Sorusu olan?” diyerek gazetecilere baktı. Bir an sessizlik oldu. Ben elimi kaldırdım ve ilk sözü bana verdi. Sorum bazılarının sormaya cesaret edemeyeceği kadar katı ve netti:
“Sayın Paşam, demokrasiye dönüş takvim tarihini açıklar mısınız?”

Salondaki sessizlik daha da derinleşirken, Evren bir-kaç saniye duraladı ve konuşmaya başladı:
“Ben de zaten böyle bir soruyu bekliyordum…” dedi ve 3 yıl sürecek olan takvimi ana başlıklarıyla anlattı.

SORUYU SORDUĞUM AN!

Şimdi soruyu sorduğum ana dönelim. Ben bu soruyu sorarken biri arkadan ceketimi çekiştiriyordu. Evren konuşmaya başlayınca arkamı döndüğümde, eli hala ceketimin üzerine olan Müşerref Hekimoğlu’nu gördüm. Kısık bir sesle bana şunları söylüyordu:
“Ne yapıyorsun Fatih. Zaten sol ajans olarak mimliyiz, ajansı mı kapattıracaksın?..”

Hiç cevap vermedim ama inanılmaz kızmıştım. Yüzümden adeta alev fışkırıyordu. Buna rağmen istifimi bozmadan basın toplantısını sonuna kadar not ettim. Çünkü ana haberi Cumhurbaşkanlığı Başbakanlık muhabiri olarak benim yazmam gerekiyordu.

TOPLANTI BİTİNCE

Sorular soruldu, Evren cevapladı ve basın toplantısı bitti. Bittiği anda Genel yayın Yönetmenimiz Teoman Erel’in koluna girip diğerlerinden uzaklaştırdım ve aynen şunları söyledim:
“Abi ajansa birlikte gideceğiz, sorun yok ben haberimi yazacağım. Ama haberimi yazdıktan sonra da istifa dilekçemi sana sunacağım. Bu mu bizim dik duruşlu demokrat ajansımız?” dedim.
Teoman abi çok ender kızar, yüzü kızarsa da sakinliğini korurdu. Bana, “Fatih ne Müşerref hanımla ne de hiç kimseyle konuşma. Haberini bitirdikten sonra seninle konuşacağım, ben konuşana kadar da hiç bir şey yapma.” cevabını verdi.

VE DANANIN KUYRUĞU KOPTU

Çankaya Portakal Çiçeği Sokak’taki ajansımıza iki araçla döndük. Baktım Teoman abi Müşerrref hanım ile birlikte doğrudan Müşerref hanımın odasına daldı. Sanıyorum Uluç Gürkan ve Varlık Özmenek de odaya girdiler.

Haberi bitirdim servise koyduk. Ama Teoman abi hala Müşerref hanımın odasındaydı. Teoman abinin yükselen sesi geliyordu uzaktan. Bir süre sonra kapı açıldı, pencereden baktığımda Müşerref hanım sinirli bir şekilde ajanstan herkesin çok sevdiği şöförümüz Mahmut’un kullandığı steyşın model kırmızı Anadol ile hareket etti. Yüzünden düşen bin parçaydı…

TARİHİ CÜMLELER

Teoman abi kendi masasının da olduğu haber merkezi salonuna sinirden hala kızarıklığı gitmemiş yüz ifadesi ile girdi ve doğrudan yanıma gelerek şunları söyledi:
“Ben senin yerinde olsam, böyle bir hareket karşısında ben de istifa ederdim. Ama senin bunu yapmana gerek kalmadı. Çünkü Müşerref hanıma, buradaki hiç bir arkadaşımızın özgürce gazetecilik yapmasına ve hele sorularına asla müdahale edemeyeceğini kesin bir dille bildirdik. Sen şimdi otur basın toplantısı salonundaki kendi izlenimlerini de yazmaya başla…”

AMA KİTAPTAN SİLDİRMİŞ!

Ve Müşerref hanım 15 günden fazla bir süre ajansa gelmedi, gelemedi. Aradan bir süre geçti ve Kenan Evren’in basın toplantısı bir kitap olarak bastırıldı ve dağıtıldı. Kitabın sorular bölümünde soru yönelten bütün gazetecilerin soruları isimleriyle ve çalıştıkları kurumlarıyla birlikte yazılmış, ancak benim yönelttiği ilk soruda soruyu kimin yönelttiği yazılmamıştı.
O an neden olduğunu anladım. Evren’in basın müşaviri Ali Baransel idi ve Müşerref hanımın da yakın dostuydu. Kendi düşüncesine göre ajansı korumak adına muhtemelen Ali Baransel’e rica etmiş ve ismimi yazdırmamıştı…
Üzerinde de durmadım.

SONRASI

Müşerref hanım ajansa geri döndükten bir süre sonra bu olay unutuldu. Hatta zaman zaman beni evine yemeğe de çağırdı. Yemekleri ve pastırmalı kuru fasulyesi dillere destandı… Bu yaşadığımız olayı hiç bir zaman gündeme getirmedik.

Lakabı “Müş” olan Müşerref hanım benim ajansta olduğum dönemde 60’lı yaşlardaydı. Kocaman menekşe rengi gözleriyle kendi gençlik devrinin “En güzel gazeteci” ünvanını taşıdığını da bilirdi. Müş, bu olayda büyük bir hata yapmıştı, ANKA’nın kişiliğine ve ruhuna aykırı bir hareketti. Ama ajansın bütün maddi zorluklara karşın çalışanlarına haklarının ödenmesi konusunda daima titiz oldu ve bütçeyi denkleştirmek için çok çabalar sarfetti.
Ben sana hakkımı helal ediyorum sevgili Müş, mekanın cennet olsun. Senin de mekanın cennet olsun Teoman abi.

19 Kasım 2018 Pazartesi – Fatih Güllapoğlu