“Suçlamak, anlamaktan daha kolaydır. Anlarsan, değişmen gerekir.” Peyami Safa.. Nazım Hikmet’in dostuydu, sonradan ölene kadar anti-komünist oldu.. İlginç bir edebiyat adamı

Suçlamak, anlamaktan daha kolaydır. Anlarsan, değişmen gerekir.

Peyami Safa

Peyami Safa
 (2 Nisan 1899 – 15 Haziran 1961), Türk yazar ve gazeteci.
Dokuzuncu Hariciye KoğuşuMatmazel Noraliya’nın Koltuğuve Yalnızız gibi psikolojik türdeki eserleriyle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında ön plana çıktı.
Yaşamı ve fikrî hayatındaki değişimlerini eserlerine de yansıttı.
Server Bedi takma adıyla birçok roman kaleme aldı.
Cingöz Recai tiplemesini Fransız yazar Maurice Leblanc’ın Arsen Lüpen karakterinden esinlenerek yarattı.
Aynı zamanda çeşitli kurumlarda gazetecilik mesleğini sürdürdü ve ağabeyi İlhami Safa ile birlikte Kültür Haftası gibi çeşitli dergiler çıkardı.

Peyami Safa’nın ismini şair Tevfik Fikret koydu.
Küçük yaşlarda babasını kaybedince annesi ve ağabeyi ile zor şartlar altında yaşadı. Sağ kolunda kemik veremi hastalığı baş gösterdi. O yıllardaki psikolojisini otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu‘nda işledi. İlk edebi ürünlerini Vefa İdadisi’ndeki öğrenimi sırasında verdi.
Kısa bir süre öğretmenlik yaptı. “Asrın Hikâyeleri” başlığı altında yayımladığı hikâyeleri ilgi gördü ve teşvik edici tepkiler aldı.
Dönemin önemli edebiyatçılarıyla kalem kavgalarına girdi. Yaşamında pozitivist, materyalist, mistik, milliyetçi, muhafazakâr, antikomünist ve korporatist tutumlar sergileyerek çeşitli değişimler yaşadı.
Fransızca bilmesiyle Batı kültür ve yeniliklerini yakından takip etti. İlk dönemlerinde Maupassant ve Rousseau gibi isimlerden tercümeler yaptı. Sonraki eserlerinde mekân olarak hep İstanbul’u seçti. Doğu ile Batı’nın sentez ve tahlilinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Cumhuriyet ve Milliyet gibi gazetelerde eleştirel üslupla yazılar yayımladı. Nâzım Hikmet ve Necip Fazıl Kısakürek ile olan iyi ilişkileri zamanla kalem kavgalarına dönüştü. İlk başta Cumhuriyet Halk Partisi’ne, sonrasında Demokrat Parti’ye yakınlaştı.

Küçük yaşta başladığı yazın hayatını ölümüne kadar sürdürdü. Ağırlıklı olarak milliyetçi ve muhafazakâr bir tutum içinde oldu.
Fatih-Harbiye ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eserleri Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ortaöğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 temel eser listesinde yer aldı. Eserleri çeşitli dönemlerde sinemaya ve dizilere uyarlandı.

Peyami Safa 2 Nisan 1889 tarihinde Gedikpaşa’da doğdu ve ismini Servet-i Fünûn şairlerinden Tevfik Fikret koydu. Babası, Muallim Naci tarafından “anadan doğma şair” olarak anılan ve Trabzon kökenli bir aileye mensup olan İsmail Safa’dır. Annesi ise Server Bedia Hanım’dır. Peyami Safa’nın babası II. Abdülhamid’e muhalif olan isimlerdendir ve Sivas’ta sürgünde iken ailesine maddi anlamda hiçbir şey bırakamadan hayatını kaybetmiştir.
Bir buçuk yaşındayken babasını kaybeden Peyami Safa, ağabeyi İlhami Safa ile birlikte annesi tarafından zor şartlarda yetiştirildi. İlköğrenimine devam ettiği yıllarda sağ kolunda kemik veremi ortaya çıktı. Hastalığı yüzünden okula devam edemeyerek kendisini küçük yaşta doktorların, hastaların ve hasta bakıcıların arasında buldu. Bu hastalığın yarattığı tesiri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eserinde işledi.

1910 yılında Fatih’teki Vefa İdadisi’nde lise eğitimine başladı. Bu yıllarda Ekrem Hakkı Ayverdi ve Elif Naci ile sınıf arkadaşıydı. Ayrıca Hasan Âli Yücel ve Yusuf Ziya Ortaç da lise arkadaşları arasındaydı. İlk edebi tartışmalarını ve ürünlerini o yıllarda verdi. İlk hikâye denemesi “Piyano Muallimesi”ni ve ilk roman denemesi Eski Dost‘u lisedeyken yazdı. Ayrıca bu dönemlerde yayımladığı Sakın Bu Kitabı Almayın adlı ilk hikâye kitabı merak uyandırdı ve birkaç gün içinde tükendi.
Lise eğitimine hastalığı ve ailesinin yaşadığı geçim sıkıntıları yüzünden devam edemedi.
Babasının yakın arkadaşlarından olan Abdullah Cevdet’in hediye ettiği Petit Larousse‘u ezberleyerek Fransızca dil bilgisini geliştirdi ve edebi eserler dışında tıp, psikoloji ve felsefe kitaplarına da ilgi duymaya başladı. İlerleyen dönemlerde tiyatroya olan ilgisinden ötürü Dârülbedayi sınavlarına girdi fakat başarılı olmasına rağmen devam edemedi. I. Dünya Savaşı’nın seyrettiği dönemlerde annesine yardım edebilmek için Posta ve Telgraf Nezâretinde çalışmaya başladı.
Daha sonra da Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihad Mektebine öğretmen olarak atandı (1917) ve bir süre Düyûn-ı Umûmiye İdaresinde çalıştı (1918)

Bu hikâyeler o zaman halk arasında beni hâlâ hayrete düşüren bir muvaffakıyet kazandı. O zamanın genç edebiyatı beni hararetle teşvik ediyor, hikâyelerime imza atmamı istiyordu. Yakup Kadri “bize bir üslup getirdin” diyor, Yahya Kemal, sonra başkaları için tekrarlanan bir espri ile “İsmail Safa’nın en güzel eseri Peyami’dir.” diyordu.

Asrın Hikâyeleri başlığı altında yayımladığı hikâyelerinin ilgi görmesinden sonra Peyami Safa

Mütareke ve Cumhuriyet dönemi

Mütareke döneminde Rehber-i İttihad Mektebi’ndeki öğretmenlik görevinden 1918 yılında ayrılan Peyami Safa, ağabeyiyle beraber Yirminci Asır adlı gazeteyi çıkarmaya başladı. Bu gazetede “Asrın Hikâyeleri” başlığıaltında yayımladığı hikâyeleriyle dikkatleri üzerine çekti.
Ayrıca ilkkalem kavgasını da Cenap Şahabettin’in Küçük Beyleradlı uyarlama piyesine karşı yaptı (1919). Alemdar gazetesinin düzenlediği hikâye yarışmasında derece alınca devrin önde gelen yazarları tarafından yazmaya teşvik edildi. Ağabeyi İlhami Safa ile beraber çıkardıkları Yirminci Asırgazetesi kapandıktan sonra Tercüman-ı Hakikat ve Tasvir-i Efkâr (1922), Cumhuriyetin ilanından sonra da Son TelgrafSon Saat ve Son Posta gibi yerlerde gazetecilik mesleğine devam etti. Ayrıca bu dönemlerde ilk romanı olan Sözde Kızlar‘ı geçim sıkıntısı çektiği için yayımladı. 1924 yılına gelindiğinde ise MahşerBir AkşamdıSüngülerin Gölgesindeve İstanbul Hikâyeleri adlı eserlerini yayımladı.
1925’te Halil Lütfü Dördüncü ile birlikte Büyük Yol adında kısa ömürlü bir gazete çıkardı. Yine bu yıllarda hem “Server Bedi” hem de “Peyami Safa” imzası ile Cumhuriyet gazetesinde yazmaktaydı. Cumhuriyet‘le olan ilişkisini fıkra yazarlığı ve edebiyat bölümü yöneticisi olarak sürdürdü (1928-1940). Hilal-i Ahmer dergisinde yayımladığı “Yeni Edebiyat Cereyanları” adlı yazısı Ahmet Haşim’le kalem kavgasına yol açtı (1928).

Peyami Safa gençliğinin ilk yıllarında Abdullah Cevdet’in etkisi altında kalarak pozitivist ve materyalist düşüncelerle İçtihad dergisinde yazılar kaleme aldı.
Özellikle Abdullah Cevdet ve Celal Nuri İleri arasındaki tartışmaya Zavallı Celal Nuri Bey adlı broşürü yayımlayarak katıldı.
Peyami Safa Mütareke döneminde genel olarak hem batıcı hem de milliyetçi bir görünüm verdi.
Mustafa Kemal Atatürk döneminde gerçekleşen Harf Devrimi’ne ise kuşaklar arasında kültürel kopukluklara neden olacağını düşünerek endişeli yaklaştı fakat ilerleyen dönemlerinde bu devrimin tamamlayıcılarından biri haline geldi ve dil kurultaylarına katıldı.

Nâzım Hikmet’le olan ilişkisi

Peyami Safa Cumhuriyet gazetesinde edebiyat sayfasının yöneticiliğini yaptığı dönemlerde Türkiye’de af kanunu çıktı. Nâzım Hikmet bu kanundan yararlanmak için Türkiye’ye geldi, daha sonra da tutuklandı.
Safa ise Nâzım Hikmet’in affedilmesi için ona ait olan “Yanardağ” adlı şiiri Cumhuriyet‘te yayımladı.
Ertesi gün Cumhuriyet gazetesi şiirin altındaki imzanın kendi görüşlerini ve misyonlarını yansıtmadığına dair açıklamada bulundu.
Bu açıklamadan sonra Safa gazeteden ayrıldı ve Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel tarafından çıkarılan Resimli Ay dergisinde yazmaya başladı.
Bu derginin en tanınmış yazarları arasında Nâzım Hikmet dışında Sabahattin Ali, Vâlâ Nureddin ve Cevat Şakir Kabaağaçlıbulunuyordu.
Peyami Safa ile Nâzım Hikmet ilerleyen dönemlerde Hareket dergisinde beraber görev aldı. İki isim arasındaki dostluk Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşuadlı eserini Nâzım Hikmet’e ithaf etmesiyle devam etti.
Nâzım Hikmet ise bu roman hakkında Resimli Ay‘da, Reşat Nuri Güntekin’e ait Çalıkuşu‘na da atıfta bulunarak şu ifadeleri kullandı:

Ben, Peyami’nin bu son romanını üç defa okudum. Otuz defa daha okuyabilirim ve okuyacağım… Dokuzuncu Hariciye Koğuşu‘nu, Çalıkuşu‘na ağlayanların anlaması kabil değildir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, on bin, yüz bin, bir milyon satardı. Eğer ızdırabı, azabı ve neşeyi coşkun bir ciddiyetle duyan öz ve halis halk kitleleri okuma ve yazma bilselerdi.

Safa Hareket dergisinin ilk sayısında “Varız Diyen Nesil” başlıklı bir yazı yayımladı. Bu yazı genç edebiyatçıların görüşlerini yansıtır hâle gelip bahsedilen yeni nesil de Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından Milliyet‘te eleştirilince Türk basın tarihinde “Saman Ekmeği Kavgası” adlı ünlü kalem kavgası başladı.
Safa bu dönemlerde Resimli Ay‘da başlayan “Putları Yıkıyoruz” adlı tartışmalara Nâzım Hikmet’le beraber katılması ve sol eğilimli Tan gazetesinde yazılar yazmasından dolayı Bolşevik olmakla suçlandı.
Fakat kendisi bu iddiaları her zaman reddetti.
 İkilinin bu dostluğu Resimli Ay‘ın kapanmasından sonra da devam etti.
Zamanla Nâzım Hikmet’in onu komünizme kazandırmak istemesi, kendisinin de Nâzım Hikmet’i bu ideolojiden vazgeçirmek için uğraşması sonucunda aralarındaki bu dostluk büyük bir düşmanlığa dönüştü.
 Nâzım Hikmet Tan gazetesinde Orhan Selim takma adıyla yazdığı Kahve ve Gazino Entelektüelleri başlıklı yazısında Peyami Safa’ya yönelik ithamlarda bulundu.
Peyami Safa da ağabeyiyle beraber çıkardıkları Hafta dergisinde “Biraz Aydınlık” başlıklı yazı dizisi altında Nâzım Hikmet’e cevap verdi.
Bu noktadan sonra Peyami Safa ömrünün sonuna kadar antikomünist bir dünya görüşünü benimsedi.
Sonraki süreçte ise Peyami Safa’nın Server Bedi imzası ile verdiği eserleri ile Cingöz Recai tiplemesi ikili arasındaki tartışmaların ana konusu oldu.

Resimli Ay sonrası

Peyami Safa Resimli Ay‘ın kapanmasından sonra Ahmet Ağaoğlu çevresinde gelişen liberalizme yöneldi. Kadro dergisinin kuruluş yıllarında ise sol çevreden uzaklaşarak Mustafa Şekip Tunç, Ahmet Hamdi Başar, Hilmi Ziya Ülken, Namık İsmail, Münir Serim ve Ahmet Ağaoğlu gibi isimlerin dahil olduğu toplantılara katıldı.
Yine bu yıllarda Cumhuriyet‘teki birkaç yazısıyla Cahit Sıtkı Tarancı’yı edebiyat dünyasına tanıttı (1932). Aynı yıl annesini kaybetti. Sonraki süreçte Kültür Haftası adlı derginin kuruluşuna ön ayak oldu.
 Doğu-Batı sentezini işlediği 1931 tarihli Fatih-Harbiye romanından sonra Kültür Haftası dergisinde de bu konuyu işledi. Yirmi bir sayı süren Kültür Haftası dergisinin kapanmasından sonra Avrupa seyahatine çıktı. Bu seyahati onun Türk İnkılâbına Bakışlar adlı eseri için önemli bir izlenim sağladı. Bir aylık Avrupa seyahatinde İsviçre gibi ülkelerde zaman geçirdi, dönünce de Büyük Avrupa Anketi adlı bir eserini Cumhuriyet‘te tefrika ettirdi (1938). Türk İnkılâbına Bakışlar adlı eseri de aynı yıl yayımlandı. Bu eser onun Kemalist inkılâbın felsefi kuramlarını temellendirdiği bir eser oldu. Eserin birinci baskısının önsözünde Türkiye’nin iki medeniyet arasında sıkışmışlığından ve bunun yarattığı sorunlardan bahsetti.
 Bu dönemde Nebahat Erinç’le evlendi (1938).

II. Dünya Savaşı dönemi

Peyami Safa Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını İngilizlere bağlıyor, İngilizlerle işbirliği içinde oldukları için Fransızlara da mesafeli yaklaşıyordu. 9 Ağustos 1940 tarihinde Cumhuriyet‘ten ayrılan Peyami Safa, Yeni Mecmua ve Tasvir-i Efkâr gibi yerlerde yazmaya başladı. Yine bu tarihlerde Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon tarafından çıkarılan Çınaraltı dergisinde milliyetçilik anlayışını temellendirdiği yazılar yayımlıyordu. II. Dünya Savaşı yıllarında Almanya’yı destekler bir dil kullanınca faşist olmakla suçlandı.
 Yeğeni Behçet Safa da amcasının Adolf Hitler’i desteklediğini ve imzalı Kavgam kitabına sahip olduğunu iddia etti.
1943 yılında aleyhinde Rıza Çavdarlı imzası taşıyan bir broşür yayımlandı.
 Peyami Safa ilerleyen süreçte Çınaraltı dergisindeki yazılarını Millet ve İnsan adlı bir kitapta topladı.
 II. Dünya Savaşı dönemi Peyami Safa’nın fikir hayatında arafta kaldığı bir dönem oldu. Bu dönemlerde milliyetçilik, turancılık ve mistisizm gibi konularda değişimler yaşadı. Özellikle bir süre sonra üzerinde etkili olacak olan mistisizmin ilk belirtileri bu dönemde ortaya çıktı.

Peyami Safa’nın adı Irkçılık-Turancılık davası için hazırlanan 47 kişilik raporda geçti, fakat yargılanan 27 kişiden biri olmadı. Demokrat Parti iktidarı öncesinde Ziyad Ebüzziya’nın Tasvir-i Efkâr‘ın yerine çıkardığı Tasvir‘de yazmaya devam etti (1945). Aynı yılın Kasım ayında Büyük Doğu‘nun ikinci dönem yazı kadrosunda yer alan isimlerden biri oldu.

Demokrat Parti dönemi

II. Dünya Savaşı sonrasında dünya genelinde tek parti rejimlerinin varlıkları sorgulanmaya başlanmıştı. Bunun etkileri Türkiye’ye de yansıdı. Demokrat Parti’nin (DP) kurulması ve iktidara gelmesiyle çok partili dönem Türkiye’de de başlamış oldu. Peyami Safa önceleri Demokrat Parti’ye muhalif oldu fakat partinin ilerleyen süreçte antikomünist bir tutum sergilemesinden dolayı muhalifliği bıraktı.
DP’ye muhalif olduğu dönemlerde Vakit gazetesinde parti aleyhinde yazılar yazdı. Savaş döneminde ilgi duymaya başladığı mistisizm, parapsikoloji ve metapsişik merakını bu gazeteye de taşıdı. Türkiye’deki demokrasi girişimlerine karşı çıkarak Meşrutiyet döneminden örnekler verdi.
Onun bu tavrı, Peyami Safa’nın hayatını büyük ölçekte araştıran Beşir Ayvazoğlu tarafından, yeni kurulan cumhuriyetin buna henüz hazır durumda olmaması şeklinde yorumlandı.

Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa’nın Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakınlaştığını söyleyerek onunla bir kalem kavgasına girdi. Sonraki süreçte Ulus‘ta yazmaya başlayan Peyami Safa, 1949 yılında Matmazel Noraliya’nın Koltuğu adlı eserini yayımladı. Bu eserinde mistisizme yöneldi. 1950 yılına gelindiğinde Cumhuriyet Halk Partisi’nden Bursa milletvekili adayı oldu fakat seçilemedi.

Peyami Safa 1950 yılında Nâzım Hikmet için açılan af kampanyasına şiddetle karşı çıkarak mücadele etti.
1951 yılında Yalnızız romanını yayımladı.
Bir süre sonra da Ulus‘tan ayrılarak Türk Düşüncesi‘ni çıkarmaya başladı.
 Derginin ilk on sayısı için gerekli parayı arkadaşı Kazım İsmail sağladı ve derginin ilk sayısı 1 Aralık 1953’te çıktı.
 Derginin programı ise Peyami Safa tarafından belirlendi.
Dergiyi çıkarmaya başladığı dönemlerde Ali Naci Karacan’ın davetiyle Milliyet‘te yazmaya başladı (1 Ekim 1954). Buradaki ilk yazısından sonra kendisini ilk tebrik eden Adnan Menderes oldu.
Sonraki süreçte Cumhuriyet Halk Partisi’yle yıldızı barışmadı, “solcuların” ve “dinsizlerin” parti içerisinde söz sahibi olduğunu belirterek eleştirilerini yineledi. Hem Demokrat Parti’nin antikomünist tutumu, hem de Cumhuriyet Halk Partisi’nin anlık durumu Peyami Safa’yı Demokrat Parti’ye biraz daha yaklaştırdı. Yeğeni Behçet Safa ise amcasının Adnan Menderes’in konuşmalarını telefon aracılığıyla Ankara’ya yazdırdığını belirtti.
 Aynı zamanda bu dönemlerde Milliyet gazetesindeki “Objektif” adlı köşesinde Aziz Nesin ve Çetin Altan gibi isimlerle kalem kavgalarına girdi. Gazete yönetim kadrosu sol kesime ilgi duyan kişilere geçince Peyami Safa bu gazeteden ayrılarak Tercüman‘a geçti (Mart 1959).

Ölümü

 

Peyami Safa’nın eşi ve oğlu ile beraber Edirnekapı Şehitliği’nde bulunan aile mezarı.

Peyami Safa Tercüman‘da yazdığı dönemlerde Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu‘sunda da yazıyordu.
Fakat kısa bir süre sonra Necip Fazıl’la ikinci kalem kavgasına girdi ve dergiden ayrıldı. 29 Nisan 1960’ta ise yazı işleri müdürüyle anlaşamadığı için Tercüman‘dan ayrıldı. 27 Mayıs Darbesi’nden hemen önce Adnan Menderes’in davetlisi olarak Eskişehir’e gitti.
Önceleri Demokrat Parti’yi desteklemesi ve Adnan Menderes’le yakın ilişikleri olması sebebiyle darbe sonrasında kurulan cuntacı rejim kendisine zorluklar çıkardı. Türk Dil Kurumu ve Türk Edebiyatçılar Birliği ile olan ilişkisi kesildi.
Çıkardığı Türk Düşüncesi dergisinin yayımına ara verdi. Havadis gazetesi yazı kadrosuna girdi. Buradaki yazıları yüzünden aleyhinde protestolar düzenlendi. Sonraları Düşünen Adam ve Son Havadis gibi yerlerde yazılarına devam etti. Tüm bu süreç sonrasında yıpranan Peyami Safa, Erzincan’da yedek subay öğretmen olarak görev yapan oğlu İsmail Merve’yi 27 Şubat 1961’de kaybedince büyük bir sarsıntı geçirdi. 15 Haziran 1961’de Çiftehavuzlar’da bir arkadaşının evinde tansiyon yükselmesi sonrasında beyin kanaması geçirdi ve hayatını kaybetti. Gazeteciler Cemiyeti yazarın ölümünün ardından bir bildiri yayımladı ve tüm gazetecileri cenaze merasimine davet etti.
17 Haziran 1961’de ise Şişli Camii’nde kılınan cenaze namazı sonrasında Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi.
Aile mezarlığında 1970 yılında ölen eşi ile kendisinden kısa süre önce ölen oğlunun da mezarı yer almaktadır.

Safa ailesinde hastalıklar

Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa eserlerinin daha iyi anlaşılması için hayatının bilinmesi gerektiğini belirtmektedir. Peyami Safa’nın küçük yaşlarda kemik veremi hastalığına yakalanması, kolunun kesilecek duruma gelmesi ve ailesindeki diğer hastalıklar eserlerine de yansımıştır. Peyami Safa’nın babası 1895 yılında vereme yakalandı, doktorların önerisiyle hava değişimi için Midilli’ye gitti ve iyileşerek İstanbul’a döndü. Bir süre sonra da Sivas’a sürgün edildi ve geçirdiği hastalıklar sebebiyle 35 yaşındayken hayatını kaybetti. Peyami Safa babasını kaybettiğinde henüz iki yaşındaydı ve bu sebepten “yetimi Safa” olarak anıldı. Ailedeki hastalıklar zinciri Peyami Safa’nın iki kardeşinin de ölümüne sebep oldu. Peyami Safa’nın amcası olan Ahmet Vefa’nın psikolojik sorunları bulunmaktaydı. Kardeşi İlhami Safa küçük yaşlarda tifoya yakalandı ve yedi yaşında sağlık durumu düzeldi.
Annesi Server Bedia Hanım ise 1931 yılında üremi hastalığından hayatını kaybetti.

Hastalıkların ve ölümlerin çok yaşandığı bir ailede büyüyen Peyami Safa’nın 1938 yılında evlendiği eşi Nebahat Hanım’ın da çeşitli hastalıkları oldu. Eşinin yürüme zorluğu daha sonra felce dönüştü. Doktor Ayhan Songar bu hastalığı psiko-nörotik olarak değerlendirdi. Beşir Ayvazoğlu, Peyami Safa’nın eşinin durumundan bir hayli etkilendiğini söyledi. Peyami Safa’yı en çok etkileyen durum ise oğlu Merve’nin hastalığı oldu. Merve Safa Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı Elmalı köyünde askerlik görevini yedek subay öğretmen olarak yaparken karaciğerinden rahatsızlandı, akut ve hepatit şüphesiyle hastaneye kaldırıldı ve hayatını kaybetti. Oğlunun ölümü Peyami Safa’yı derinden sarstı ve çöküntüye uğrattı.

Yazın hayatı

Peyami Safa, edebi hayatına henüz on bir yaşında iken yazdığı Piyano Muallimesi adlı hikâye ile başladı. On üç yaşına geldiğinde Eski Dost adında bir roman denemesi yaptı. Bu dönemlerde şiir de yazan Safa, dedesi, babası ve amcaları gibi şiirde ısrar etmedi. Vefa İdadisi’nde öğrenci iken Bir Mekteplinin Hatıratı/Karanlıklar Kralı (1913) adlı hikâyesini çıkardı. Rehber-i İttihad’da öğretmenlik yaptığı dönemlerde Servet-i Fünûn ve Fağfur gibi dergilere hikâye, makale ve tercüme denemelerini gönderdi. Yirminci Asır‘da imzasız olarak yayımladığı Asrın Hikâyeleri ile ismini duyurdu. Abdullah Cevdet’in etkisinde olduğu gençlik dönemlerinde fikirleri henüz temellenmemiş biriydi. Mütareke döneminde ise pozitivist ve materyalist düşüncelerin etkisinde kaldı. İlk uzun hikâyesi olan Gençliğimiz ve aynı yıl yayımladığı Sözde Kızlar adlı ilk romanıyla Mütareke İstanbulu’ndaki ahlaki kırılmaları eleştirdi. Yine bu yıllarda geçim sıkıntısını hafifletmek için Server Bedi imzasıyla aşk ve polisiye romanları yayımladı. 1924 yılında Maurice Leblanc’ın Arsen Lüpen adlı roman karakterinden esinlenerek Cingöz Recai tiplemesini yarattı ve oldukça ilgi gördü. 1924-1928 yılları arasında toplamda onar kitaplık Cingöz Recai’nin Harikulâde Sergüzeştleri ve Cingöz Recai Kibar Serseri kitap serilerini yayımladı. Gençlik dönemlerinde etkisinde kaldığı Abdullah Cevdet’in ilerleyen süreçte İngiliz mandasını savunması üzerine ondan uzaklaştı. Kendisinin düşünce anlamındaki temelleri I. Dünya Savaşı ve Mütareke yıllarında belirginleşti. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında ise bohem bir yaşam sürdü. Bu dönemlerde başta felsefe olmak üzere diğer sosyal bilim dallarına olan ilgisi arttı. Mustafa Şekip Tunç ve Hilmi Ziya Ülken gibi birçok felsefeciyle yakın dostluklar kurdu. Türk Felsefe Cemiyeti’nin 1931 yılındaki ikinci kuruluşunda etkin rol aldı. Cemiyetin oldukça tartışmalı konferanslarından ilkinde felsefe ve diyalektik üzerine bir bildiriyi hazırlayıp sundu (13 Ocak 1931). Bu yıllarda rasyonalist bir düşünceye kapılan Peyami Safa, Kültür Haftası‘nda yayımladığı “Seziş Tahlil ve Riyâziye” başlıklı yazısında bu konudaki düşüncelerini açıkladı. Doğu ve Batı üzerine olan düşüncelerinin şekillenmesinde Avrupa’ya yaptığı seyahatin de etkisi oldu. Döndüğünde Büyük Avrupa Anketi ile fikri eserlerden sayılan Türk İnkılâbına Bakışlar‘ı yayımladı. Hilmi Ziya Ülken bu eseri Türk inkılâbının felsefi monografisi olarak yorumladı. Eserinde Avrupa medeniyetini “riyâziyeleşmek” ve “siteleşmek” kavramları üzerinden anlatarak; Avrupa medeniyetinin gelişmesinde Türk mutasavvıfların rolü tezini savundu.

Türk İnkılâbına Bakışlar‘da Kemalist milliyetçi olarak değerlendirilen Peyami Safa, II. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’nın yükselişini takip etti. Savaş yıllarında ise antikomünist bir tutum içinde olduğu için Almanya’yı ve tek şefliliği savundu. Çınaraltı dergisindeki yazılarında Marksistleri hedef alan yazılar yazıp korporatizmi savundu.
Sonraki süreçte kendisi de Marksistlerin hedefi haline geldi. Hedefte olmasında Millet ve İnsan (1943) adlı eserinin büyük etkisi oldu. Bu eser Çınaraltı dergisindeki milliyetçi yazılarının derlemesi niteliğindeydi. Eserini 1961 yılında küçük değişiklikler yaparak Nasyonalizm adıyla tekrar yayımladı. Türk İnkılâbına Bakışlar‘ın ikinci baskısında da birtakım düzenlemeler yapıp kendisini Kemalist sıfattan uzaklaştırdı. Doğu-Batı sentezine yönelik düşüncelerine ise sadık kaldı.

Safa, genel olarak on bir yaşında ilk adımını attığı, on dokuz yaşında ise gerçek anlamda başladığı yazı serüvenini ölümüne kadar devam ettirmiş, roman, makale, deneme ve fıkra gibi türlerde birçok eser vermiştir. Yazıları ile kendisini kanıtlamış ve çalıştığı gazetelerin tirajlarını artırmıştır. Beşir Ayvazoğlu gibi Safa’nın hayatını büyük ölçekte inceleyen Ergun Göze, 27 Mayıs sonrasında sekiz bin bile satmayan Havadis Gazetesi‘nin Peyami Safa’nın başa geçmesiyle beraber seksen bin tiraja çıktığını belirtmektedir. Kendisi sadece gazetelere bağlı kalmamış, kendi çıkardığı dergiler dışında dönemin önemli dergileri olan AkbabaBozkurtFotomagazinOlimpiyatSeksoloji ve 7 Gün‘de de yazılar yazmıştır. Pek çok yazar Safa’nın bu üretkenliğine vurgu yapmıştır. Halit Fahri Ozansoy onun çok okuyan bilgili bir şahıs olduğu ve zaman içinde felsefe ve sosyolojiye ilgi duyduğunu açıklamıştır.
Gazeteci Tekin Erer’de Basında Kavgalar adlı araştırma kitabında Peyami Safa’nın çok fazla yazmasını psikolojik sorunlarına bağlamaktadır. Toker Yayınları tarafından bir komisyona hazırlatılmış olan Peyami Safa adlı kitapta kendisinin yükseköğretim görmemesine rağmen psikoloji, felsefe, sosyoloji, tıp ve iktisat gibi konularda çok entelektüel bir tavrının olduğu vurgulanmaktadır. Bunun temel gerekçesi olarak da küçük yaşlarda Fransızcayı öğrenmesi gösterilmektedir. Kendisinin bu özelliğine atıfta bulunan diğer bir isim ise Galip Erdem’dir. Doktor Recep Doksat da Peyami Safa’nın tıp konusunda bir doktor kadar bilgili olduğunu belirtmektedir.

Biyografi yazarlığı

Safa’nın üretken bir yazar olması, verdiği eserlerin ve bu eser türlerinin akademik olarak geniş çaplı incelenmesini zorlaştırmıştır. Çeşitli kişiler hakkında yazdığı biyografileri akademik olarak tıpkı hikâyeciliği gibi pek fazla ele alınmayarak gözardı edilmiştir. Çalıştığı gazete ve dergilerde nekroloji türünde yazılar yazan Safa en az 17 adet de biyografi türünde eser verdi. Bu türdeki eserlerinde genellikle tanıdığı kişilerin ölümlerinin ardından onlarla ilgili anılarını ve bilgilerini paylaşarak verdikleri eserler ile toplum içindeki etkilerini işledi. Biyografik özellikler taşıyan bazı yazıları ise Ötüken Neşriyat tarafından Objektif serisi ile Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar adlı kitapta toplandı.

Safa’nın Osmanlı Türkçesi ile verdiği biyografik eserlerinde ağırlıklı olarak tarih ibaresi bulunmamaktadır. Fakat Büyük Halaskârımız Mustafa Kemal Paşa başlıklı eser bu tanımın dışında kalmakla beraber yayın tarihi konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Beşir Ayvazoğlu bu eserin 1920 yılında yazıldığını belirtirken, eser içerisindeki bazı cümleler ise 1920 yılı yerine 1923-1924 yılı arasını işaret etmektedir. Peyami Safa’nın biyografi yazarlığına konu ettiği kişiler ise iki başlık altında incelenmektedir. Bunlar Türk Kurtuluş Savaşı kumandanları ve erken Cumhuriyet dönemini fikri anlamda etkilemiş kişilerdir. İlk gruptaki biyografileri daha duygusaldır ve Millî Mücadele dönemi koşullarını yansıtmaktadır: ikinci gruptakiler ise daha tarafsız ve bilimsel bir üslupla yazılmıştır. Türk Kurtuluş Savaşı kumandanları hakkındaki biyografileri kişilerin ölümlerinden önce kaleme almıştır. Kendisinin bu kişiler hakkında taraflı görüşleri en fazla Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki eserinde görülmektedir. Safa, Atatürk’ü ülküleştirerek yüceltmiş, insanüstü özelliklerle donatmış ve kusursuz bir Türk önderi olarak yansıtmıştır. Aynı durum Kâzım Karabekir biyografisinde de geçerlidir. Onun biyografi anlayışında duygusallığı ve sahiplenmeyi ön plana çıkarması bu türdeki eserlerinin biyografi tanımı ile tarihi roman tanımı arasında kalmasına neden olmuştur.

Server Bedi

Yaygın olan bir görüşe göre Peyami Safa’nın çok yazmasının ekonomik nedenleri vardır. Özellikle Server Bedi imzalı eserlerinde bu ekonomik nedenler belirgindir. Annesinin adından uydurduğu Server Bedi lakabı ile 140’a yakın roman yazmıştır.
Bu romanlara edebiyat dünyasında piyasa romanı da denmektedir. Bu lakapla yazdığı romanları arasında en tanınan ise Cumbadan Rumbaya (1936) adlı eser ve Cingöz Recai tiplemesidir.
 Bu tiplemesini yaratırken Maurice Leblanc’ın Arsen Lüpen karakterinden esinlendi. Peyami Safa Türk İnkılâbına Bakışlar‘da Server Bedi imzasını ilk olarak ağabeyi İlhami Safa’nın kullandığını, kendisinin ise I. Dünya Savaşı sonrasında kullanmaya başladığını açıklamıştır.
Halit Fahri Ozan ve bazı edebiyat eleştirmenlerine göre Peyami Safa’nın Server Bedi imzalı eserleri halk romancılığı kapsamına girmektedir.
Ergun Goze, Peyami Safa’nın Server Bedi imzasını kullanmasının ana nedenini sanata duyduğu saygıya bağlamaktadır.
Edebiyat tarihçisi İsmail Habip Sevük ise Peyami Safa’nın Server Bedi imzasını kullanmasındaki amacının bu imza ile verdiği eserler ile edebi ürünlerini ayırmak olduğunu ifade etmektedir. Bu açıklama Türk Dili Ve Edebiyatı Ansiklopedisi‘nde de geçmektedir.

Server Bedi imzası taşıyan eserler ekonomik nedenlerle yazılmış polisiye ve halk tipi eserlerdir.
 Toker Yayınları tarafından çıkartılan “Peyami Safa” adlı kitapta yazarın kendisini iki ayrı türde yazmaya alıştırdığını ve Server Bedi imzalı eserlerin Peyami Safa imzalı olanlardan geri kalmadığı belirtilmektedir. Buna benzer ifadeler “Sevenlerin Kalemiyle Peyami Safa” adlı kitapta da tekrarlanmaktadır.

Peyami Safa bir röportajında Server Bedi imzalı eserlerinden en çok ZıpçıktılarHey Kahpe DünyaCumbadan Rumbaya ve bazı Cingöz Recai serilerini sevdiğini belirtmiştir.
 Bu imza ile verdiği eserleri yoğun bir şekilde eleştirilmiş, kendisi de bu eleştirilere sert bir şekilde cevap vermiştir. Buna Nurullah Ataç, Selami İzzet ve eski öğrencisi ve dostu olan Doğan Nadi ile girdiği polemikler örnek verilebilir.
Fakat bu konuda kendisine en ağır eleştiri ve ithamlar Nâzım Hikmet’ten gelmiştir. Nâzım Hikmet Peyami Safa’yı başkalarının düşüncelerini Cingöz Recai tiplemesi ile çalıp çırpmakla suçlar.
 Bu söylemine gelen cevabın ardından Peyami Safa’yı burjuva edebiyatı yapmak ve “zina edebiyatı numuneleri vermekle” itham ederek eserlerinin işportaya düştüğünü iddia eder.
Peyami Safa bu ithamlara Hafta dergisindeki yazısıyla cevap vererek, “eski dostunu cin çarptığını”, “hafızasın kalmadığını”, “kendisinin türü türlü zina ve sergüzeşt filmi, hikâyesi ve yazısı olduğu”, “kendi kitapları hakkındaki eski methiyelerini unuttuğunu” söyler.
Safa’nın bu sözlerine Nâzım Hikmet daha önceden Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na yazdığı manzumenin bir benzeri ile cevap verir.
 Peyami Safa ise son olarak tartışma seviyesinin düştüğünü, Nâzım Hikmet’in tartışmayı soytarılığa çevirdiğini ve artık cevabı Cingöz Recai’nin vereceğini söyler.
 Aradan iki hafta geçtikten sonra Peyami Safa bilinen ilk manzumesini Nâzım Hikmet’e cevap olarak yazar.

Server Bedi imzalı eserler Peyami Safa’nın kendi deyişiyle de tefrika romanlardır. Bu romanlarda ele aldığı temel konu polisiye olaylar ve kadın-erkek ilişkileridir. Bu imza ile verdiği eserlerinin çoğu ikinci baskıyı görememiştir. Bazı tefrikalarını sonradan düzeltme yoluna da gitmiştir. Bu imza ile bir çocuk romanı bir de casusluk romanı yazmıştır. Amerika’da Bir Türk Çocuğu adlı eser ısmarlama şeklinde yazılmıştır. Bu ısmarlama bilgisine kitabın başında değinilmiştir. Aynı durum Cingöz Merih’te adlı romanda da görülmektedir.

Romancılığı

Peyami Safa 1914-1961 yılları arasındaki yazın hayatında kendi imzası dışında Server Bedi, Çömez, Serâzâd, Safiye Peyman ve Bedia Servet gibi takma adlarla süreli yazılar yazmıştır. Peyami Safa’nın toplamda 500’e yakın yazısı bulunmaktadır. Fakat 2017 yılı itibarıyla eksiksiz bir bibliyografyası henüz hazırlanmamıştır. Kendisi edebiyatın hemen hemen her türünde eser vermesine rağmen romanlarıyla ön plana çıkmıştır. Sürdürdüğü yaşamın izleri romanlarına da yansımıştır. Çok küçük yaşlarda babasını ve kardeşini Sivas’ta kaybetmiştir. Sonraki süreçte ise annesi ve ağabeyi İsmail Safa ile birlikte ekonomik zorluklar altında yaşamıştır. Yine çocukluğunda yakalandığı kemik verem hastalığı onda derin etkiler bırakmıştır. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanında hastane atmosferinin etkisi görülmektedir. Hastalığı yüzünden eğitimine devam edememiş, kendi kendisini yetiştirmek zorunda kalmıştır. Yusuf Ziya Ortaç ve Hilmi Ziya Ülken de onun bu yönüne dikkat çekmiştir.
Peyami Safa’nın kültürel gelişiminde ve dolayısıyla romancılığında küçük yaşlarda öğrendiği Fransızca’nın da etkisi vardır. Yalnızız romanında Meral ve Feriha karakterleri arasındaki ilişki buna örnek verilebilir. Yine yabancı dil bilmesiyle Batı kültürünü de yakından tanıma fırsatı bulmuş; ilk yazılarının bir kısmı Maupassant, François de La Rochefoucauld, ve Jean-Jacques Rousseau’dan yaptığı tercümeler olmuştur.

Peyami Safa’nın 1914-1918 yılları arasındaki ilk hikâye deneyimlerinde dönem şartlarına uygun “entrika” ağırlıklıdır. Yirminci Asır gazetesinde Asrın Hikâye‘leri başlıklı hikâyeleri onun ilk ciddi deneyimleri olmuştur. Hikâyelerinin beğenilmesi ve çevresindeki yazarlarca teşvik edilmesinden sonra itibar ve güven kazanmıştır. Kısa bir süre sonra yirmi üç yaşında iken ilk romanı olan Sözde Kızlar‘ı yayımlamış ve kamuoyunda daha da tanınmaya başlamıştır. Bu roman ilk başta Serâzâd imzasıyla Sabah gazetesinde tefrika edilmeye başlanmışsa da yarıda kalmıştır. Peyami Safa bu romanını kendi açıklamasına göre sadece geçim kaygısı güttüğü için kaleme almıştır.
Sözde Kızlar Peyami Safa’nın ilerleyen süreçte sıklıkla değindiği ve eserlerinde kullandığı Doğu-Batı konusunun ilk izlenimleridir. Ayrıca bu romanının olumlu/olumsuz eleştirilere hedef olmasından sonra ikinci baskısının Mukaddime kısmında birtakım açıklamalara yer vermiştir. Ayrıca bu eseriyle beraber Mahşer ve Cânân‘ı “çocukluk eserlerim” diye tanımlar. Özellikle de Cânân‘ı “ele alınmayacak kadar” kusurlu bulur.

Sözde KızlarMahşerCânân ve Süngülerin Gölgesinde Peyami Safa romancılığının ilk evresine ait eserlerdir. Romancılığın ikinci evresine ait eserlerin başında ise Şimşek ve Bir Akşamdı gelmektedir. Özellikle Şimşek adlı eseri Peyami Safa’nın sonraki süreçte vereceği ürünlerin bir prototipidir. 1920-1930 yılları arasına ait bu eserler onun gerçek doygunluğa geçmesindeki önemli süreçlerden biridir. Eserlerinde zaman kavramı oldukça önemli olmuş, devrin özelliklerini yansıtmıştır. Cânân ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu I. Dünya Savaşı dönemi, Sözde KızlarŞimşekMahşerBir AkşamdıBir Tereddüdün Romanı ve Biz İnsanlar Mütareke Dönemi ve sonrası, Fatih-Harbiye İnkılap dönemi, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu ve Yalnızız ise II. Dünya Savaşı ve sonrasına ait eserleridir. Kendisi roman konusunda Maupassant’ın tesirinde kalmış, onu Flaubert’ten daha başarılı bulmuştur. Peyami Safa’nın ilk dönem hikâye ve romanlarında Maupasant’ın izleri keskin bir biçimde görülmektedir. Kendisini etkileyen diğer romancılar arasında Émile Zola da vardır. Fakat onun etkisi Maupasant’a göre daha azdır. Peyami Safa’nın romancılık gelişimi ayrıntılı olarak izlendiğinde sadece Fransız romancılardan değil, İngiliz romancılarından da etkilendiği görülmektedir. Bu isimler ise genel olarak Aldous Huxley, Oscar Wilde ve Virginia Woolf’tur. Kendisinin iyi düzeyde Fransızca bilmesi, Batı’daki isimleri ve yenilikleri takip etmesine olanak sağlamıştır.

Peyami Safa’nın Sözde Kızlar adlı romanı Sabah gazetesinde tefrika edilmeye başlandı. Fakat gazetenin kapanması ile tefrika yarım kaldı. Kitap olarak ilk Orhaniye Matbaasında basıldı. Peyami Safa bu romanında yozlaştırılmış Batı kültür ve yaşamına eleştirel bir üslupla yaklaştı. Bu tarz bir hayatı benimseyenlerin vatanlarının işgal edilmesini bile umursamayıp keyfi bir yaşam sürmeleri romanın ana konusu olurken, asıl işlenen Doğu-Batı arasındaki kültürel çatışmalar ve bunun insanlar üzerine olan etkisidir.

Şimşek‘te bir hasta ile rahat büyümüş bir kadının evliliğini ve kadının eşini aldatması konusunu işleyerek aile konusu üzerine durdu. Bu roman kendisinin ilk dönem eserlerinden olduğu için edebi ve tahlil yönünden sade bir görünüme sahiptir. Mahşer‘de I. Dünya Savaşı’nın yıkıcı ve sosyo-kültürel etkileri görülmektedir. Konusu genç bir öğretmenin Çanakkale Savaşı’na katılması, savaş sonrasında geçim sıkıntısı çekmesi, birçok olumsuz duruma şahit olması ve yaptığı evliliğidir. Romanın genel teması ise savaş sonrasında yaşanan kültür değişimleridir. Cânân‘da kendi çıkarları için çevresindeki erkekleri kullanan güzel bir kadınının evli bir adamı eşinden ayırması, onunla evlenmesi, öz annesi tarafından öldürülmesi ve yalnız kalan erkeğin eski eşine geri dönmesini işledi. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı otobiyografik eseri Resimli Ay matbaasında basıldı. Bu eserini arkadaşı Nâzım Hikmet’e ithaf etti.
Konu olarak da on beş yaşındaki genç bir çocuğun hastalığı sebebiyle yaşadığı acı ve sıkıntıları işledi.
Yaptığı tahlillerle psikolojik roman türünde Türk edebiyatı’nın özgün eserlerinden birini verdi. 1943 yılında İngilizceye çevrilen Fatih-Harbiye‘de Doğu-Batı çatışmasını ve bunun genç nesillere olan etkisini bir genç kız ile onun ailesi, sözlüsü ve arkadaşları ekseninde işledi. Bir Tereddüdün Romanı‘nda I. Dünya Savaşı sonrasında Türk aydınlarının yaşadığı değişimleri ele aldı. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu‘nu parapsikoloji, metapsişik ve ispritizma gibi düşüncelere ilgi duymaya başladığı bir dönemde yazdı. Romanın ana temasında karşılaştığı birtakım olayları materyalist ve pozitivist dünya görüşü ile açıklamaya çalışan bir gencin hikâyesi vardır. YalnızızDokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Matmazel Noraliya’nın Koltuğu ile beraber Peyami Safa’nın bıraktığı en önemli eserlerin başında gelir. İlk olarak Yeni İstanbul‘da tefrika edilmiş ardından da kitap olarak basılmıştır. Bu romanda da parapsikolojik ve metapsişik gibi konular irdelenmiştir. Eserde Doğu-Batı sentezi kavramı bir ütopya olarak da işlenmiştir. Simeranya ütopyası ana karakter olan Samim’in hayali bir dünyasıdır.

Biz İnsanlar Peyami Safa’nın son romanı sayılmaktadır. İlk olarak 1937 yılında Cumhuriyet‘te tefrika edilmeye başlanmışsa da ancak 1959 yılında kitap halini alabilmiştir. Bu eserde Mütareke dönemi aydınlarının düşünce dünyasını irdeleyen materyalizm, sosyalizm, mandacılık ve milliyetçilik akımlarının etkisi görülmektedir.

Peyami Safa’nın romancılığı genel anlamda Doğu-Batı çatışmaları ve sentezi üzerine kuruludur. Bu medeniyetler arasında yaşanan psikolojik ve bedeni problemler romanlarında öne çıkan konuların başında gelir. Seçtiği hikâyeler metafizik unsurlarla genişletilmiştir. Eserleri yayımlandığı dönemlerin sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik ve siyasal izlerini taşır. Roman yazımı için önemli sayılan takdim, teşvik, takdir, tenkit, tasvir ve tahlil ögelerini romanlarında sıklıkla tercih etmiş, tahlil yeteneği ile Türk edebiyatı için önemli yapıtlar bırakmıştır. Anlatım tekniği çoğu zaman birinci ve üçüncü tekil şahsın anlatımıdır. Bu ikisi dışında biyografik anlatım tekniğinin izleri Bir Tereddüdün Romanı ile Dokuzuncu Hariciye Koğuşu‘nda ağır basmaktadır. Romanlarında genç kadın karakterleri kültürel değişimlerinden en fazla nasibini alan kişilerdir. Romanlarındaki kadınların genel olarak belirli bir meslekleri yoktur; bazıları yabancı dil bilir (Mualla, Vildan, Vedia) bazıları da öğrencidir (Neriman, Selma). Romanlarındaki ana düğüm ve çözümler kadın karakterlerin üzerine kuruludur. Erkek karakterler ise genel anlamda bedeni ve ruhi anlamda zaafları olan kişilerdir. Maddi ve manevi problemler erkek karakterlerin genel özellikleridir. Bu kişiler ya ailelerinden ayrılarak yalnız yaşayan (Nihat, Ferit, Orhan) ya da ailesi ile yaşayan fakat farklı bir ruh dünyasına sahip kişilerdir (Genç Hasta, Şinasi).

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Bir Tereddüdün Romanı Peyami Safa’nın otobiyografik eserleridir. Bu yapıtlarda ve bütün romanlarında geniş mekân olarak İstanbul’u seçmiştir. Bunların dışında Londra (Bir Tereddün Romanı), Berlin (Dokuzuncu Hariciye Koğuşu), Roma (Bir Tereddün Romanı) ve Paris (Yalnızız) gibi şehirler ile Fatih (Fatih-Harbiye), Şişli, Cerrahpaşa, Şehzadebaşı (Sözde Kızlar) gibi mahalle ve semtleri mekân olarak tercih etmiştir. Dar mekân olarak da ev (müstakil, apartman dairesi, konak, yalı), otel, pansiyon, resmi daireler, otomobil, tramvay ve gemileri seçmiştir. Romanlarındaki mekân unsuru sosyal seviye ve yaşam tarzlarını da yansıtmaktadır. Örneğin Şişli ve Beyoğlu gibi semtler Avrupai yaşam tarzını, eğlenceyi ve alafrangalığı simgelerken, Fatih, Şehzadebaşı, Beyazıt ve Cerrahpaşa gibi yerler ise Doğu’yu temsil etmektedir. Romanlarındaki zaman dilimi on dokuz ve yirminci yüzyıldır. Genel anlamda Peyami Safa, yaşadığı şehir, zaman dilimini ve yaşamındaki değişimleri eserlerine da yansıtmış, Türk edebiyatında psikolojik roman türünde ön plana çıkmıştır. Ayrıca Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Fatih-Harbiye adlı eserleri Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ortaöğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 temel eser arasındadır.

Romanlarında hastalıklar

Peyami Safa’nın küçük yaşlarda vereme yakalanması onu tıp konusunda araştırma yapmaya iter. Annesi Server Bedia Hanım oğlunun tıp konusundaki ilgisinden söz etmiştir. Öğrendiği Fransızcanın da tıbbi bilgisinde etkisi olmuştur. Onun bu konudaki bilginliği sağlık camiasından kişilerinden de dikkatini çeker. Bu kişiler Ayhan Songar, Recep Doksat, Fahrettin Kerim Gökay ve Bülent Tarcan gibi tanınmış tıp profesörleridir. Hatta dost olduğu bazı doktorlar kendisinden mecazi olarak meslektaş olarak bahseder.

Peyami Safa hem kendi hastalıkları hem de yakın çevresinde şahit olduğu hastalıklara romanlarında sıkça yer vermiştir. Romanlarında en az 32 hastalığa yan konu veya anlatımı zenginleştirmek amacıyla yer vermiştir. Fakat bizzat şahit olduğu hastalıklara daha fazla değinmiştir. Bunun sebebi küçük yaşta yakalandığı kemik veremi hastalığıyla yedi yıl gibi bir süre mücadele etmiş olmasıdır. Peyami Safa’ya göre en büyük hastalık ruhtadır. Ruhtaki hastalığın tedavi edilmemesi vücudun diğer yerlerine de sıçrar. Ayrıca sıkıntı en büyük hastalık nedeni olup kanser ve veremin de başlıca nedenidir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu hastalığın en çok işlendiği ve ana tema olduğu bir eserdir. İsimsiz başkahraman tıpkı yazar gibi kemik veremine yakalanmıştır. Fakat bu hastalık roman kişisinin ayağında, yazarın ise kolunda baş gösterir. Otobiyografik olan bu eserde çocukluk yıllarında yakalandığı kemik veremi yüzünden çektiği acıları anlatmıştır. Romanda verem hastalığının teşhisi ve tedavi süreci hem Latince adlarla hem de halk dilindeki söylemlerle okuyucuya aktarmıştır.
Cumbadan Rumbaya adlı eserinde veremle ilgili ayrıntılı bilgilere yer vermiştir.
Bir Akşamdı‘da Meliha’nın babası veremdir, ayrıca bu eserinde vereme neden olan Basil dö Koch virüsünü kişileştirerek konuşturmuştur.
 Felç de tıpkı verem gibi romanlarında sıkça yer verdiği hastalıklardan biridir. Cânân‘da bu hastalığın üç farklı türüne değinmiştir.
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu bu hastalığın en çok yer aldığı romandır. İşlediği diğer hastalıklar ise genel olarak zehirlenme, menenjit, zatürre, bronşit, frengi ve kanserdir.
Bunlar arasından menenjitin belirtileri konusunda dikkat çeken açıklamalar yapmış, Biz İnsanlar‘da bu hastalığın üzerine ayrıca durmuştur.

Hastalıklara geniş yer ayıran Peyami Safa buna ters olarak hastanelere pek fazla yer ayırmaz. On dört romanında sadece Taksim ve Cerrahpaşa hastanelerinin adını verir. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu romanının başkahramanı Ferit tıp eğitimini yarıda bırakır, Safa ise eserlerinde telaffuz ettiği hastalıkların büyük bir kısmını Ferit karakteri ile okuyucuya aktarır. Bazı romanlarında bir hastalığın bütün yönlerini ele alırken bazılarında ise sadece tek bir türe yer verir. Tıbbi terimlerinin en fazla yer aldığı eseri ise Dokuzuncu Hariciye Koğuşu‘dur.

Romanlarında kadınlar

Romanlarındaki kadın karakterlerin benzer özellikleri vardır. Seçtiği kadın kahramanların genel olarak ruhsal ve fiziksel durumları ile toplum içindeki sosyal konumları büyük benzerlikler göstermektedir. Birbirlerine düşünsel ve yaşamsal olarak uzak olan kadın karakterler arasında piyano çalmak tarzında benzer davranış ve hevesler dikkate değer bir saptamadır. Kadın kahramanlar genel anlamda ruhsal olarak sinirli ve hassas kişiliklere sahip insanlardır. İstenmeyen ve aniden gelişen olaylara büyük tepki gösterirler. Bu tanımın tam tersi özelliklere sahip kadınlar da romanlarında görülmektedir fakat sayıları azdır. Kendisinden nefret eden kadınların sayısı da azımsanmayacak düzeydedir. Bir Tereddüdün Romanı‘nda Vildan, Yalnızız‘da Belma ve Sözde Kızlar‘da ise Meral kendisinden nefret duyan başlıca kadın karakterlerdir.

Kadın karakterler bedenen sağlıklı görünen kişilerdir fakat çoğunun ruhsal sorunları mevcuttur. Kadınların yaş ortalaması genel olarak yirmi ile yirmi beş arasında değişmektedir. Bu rakamlar Bir Akşamdı‘da Meliha (18) ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu‘nda Nüzhet (19) ile biraz daha düşmektedir. Kadınlar en az bir dünya görüşüne sahip kişilerdir. Tüm romanlarında mekan olarak İstanbul’u seçmesi gibi kadın karakterleri de ya İstanbul doğumludur ya da küçük yaşlarda bu şehre göç etmiştir. Küçük bir azınlık dışında çoğu eğitim almış kişilerdir ve Fransız mektebi kökenlidir; iyi derece Fransızca konuşurlar, bazen Fransızca düşünürler, hatta bazı kelimelerin Türkçe karşılıklarını unuturlar. Hizmetçiler dışında öne çıkan kadınların meslekleri yoktur fakat bu kadınlar klasik Türk ev kadını görünümünde değildirler. Boş zamanlarında piyano çalarlar, davet ve balolara katılırlar, eğlence ve ziyafetler düzenleyip gezintilere çıkarlar.

Romanlarındaki evli kadın karakterleri Türk toplumunda önemli bir yeri olan aile kavramına olan bağlılıklarını yitirmiş durumdadırlar. İstanbul’un kenar semtlerinin tipik özelliklerini taşıyan kadın karakter ise hiç yoktur. Geçmişinde bu mahallerin izleri olan kadınlar ise sonraları sosyete ve zengin cemiyet ortamlarına dahil olmuştur. Bu genellemeye uyan kadınlar çoğunlukla dejenere olmuş ve batılılaşmayı yanlış yorumlayan kişilerdir. Aynı zamanda dönem olaylarına ilgisiz durumdadırlar.

Hikâyeciliği

Türk edebiyatında hem romancı hem de bir düşünür olarak tanınan Peyami Safa’nın hikâyeleri pek fazla bilinmemektedir. Mehmet Kaplan’ın kapsamlı bir eseri olan “Hikâye Tahlilleri”nde de Peyami Safa’nın hikâyeciliği yer almamıştır. Bazı yazarlar onun bu yönünün pek fazla bilinmesini yeterli sayıda baskı yapılmamasına bağlamaktadır.

Peyami Safa birçok Türk romancısı gibi yazın hayatına hikâye ile başlamıştır. İlk hikâye kitabı Bu Kitabı Okumayın‘dır ve bu eseri formattan oluşan bir yapıdadır. Daha sonra henüz 14 yaşındayken Bir Mekteplinin Hatıratı / Karanlıklar Kralı adlı hikâyesini yayımlar. Diğer hikâye kitapları ise İstanbul HikâyeleriGençliğimizSiyah Beyaz HikâyelerAşk Oyunları ve Ateş Böcekleri‘dir. Kendisine ait çoğu hikâye 1980 yılında Halil Açıkgöz tarafından derlendi ve Ötüken Neşriyat tarafından Hikâyeler başlığı ile yayımlandı. Halil Açıkgöz takdim kısmında Peyami Safa’nın bu kitapta bulunanlardan daha fazla hikâyesi olduğunu belirtti.

 Peyami Safa’nın hikâyeciliği akademik olarak pek fazla incelenmemiştir. Çok az sayıdaki incelemelerden biri de İrfan Ülkü’nün Haziran 1981’de yaptığı derlemedir.

Peyami Safa’nın hikâyeciliği Türk toplum değerleriyle özdeşleşen gözlemci bir yapıdadır ve toplum onun eserlerinde oldukça yer edinmektedir. Hikâyelerindeki gözlemci yapı dedektifi bir yapıdadır. Bu özelliği kendisinin polisiye romanlar yazmış olması ile açıklanmaktadır. Psikolojik tahliller romanlarındaki kadar geniş ölçekli olması da hikâyelerinde de görülmektedir. Mehmet Tekin Peyami Safa hikâyeciliğinin Maupassant’tan etkilendiğini ve ilk eserlerindeki üslup ve yazış şekillerinin benzediğini belirtmektedir.

Peyami Safa hikâyeleri konularına genel olarak dört ayrı tasniften oluşmaktadır. Peyami Safa ilk olarak savaşlar silsilesiyle Türk toplumundaki etkileri ve ahlaki çöküntülerini işledi. Bu tarzdaki hikâyelerinde eşlerini aldatanlar, hırsızlar, dolandırıcılar ve dejenere olmuş insanlar geniş bir yere sahiptir. Peyami Safa İkinci olarak sevgi ve aşk temasını ve kadın-erkekilişkilerini, üçüncü olarak az sayıda milliyetçi duyguları ve son olarak da bu üçü dışında kalan hayatın farklı yönlerini hikâyelerine yansıttı. Bütün romanlarında mekan olarak İstanbul’u seçen Peyami Safa, hikâyelerinde de ağırlıklı olarak bu tarzını sürdürdü. Genel anlamda romanlarıyla benzer özellikler taşıyan bu hikâyeler romanlarının bir prototipi olarak görüldü.

Sanat ve edebiyat anlayışı

Peyami Safa’nın 1918’den beri kaleme aldığı yazılarındaki konular günümüzde halen daha tartışılmaktadır.
 Çeşitli gazete ve dergilerde tartışma, savunma ve izahat gibi başlıklarla eğitim-öğretim, Cumhuriyet devrimleri, doğuluk, batıcılık, kültür, medeniyet, kozmopolitlik-milliyetçilik karşıtlığı, modernizm, sanat, felsefe, tenkit ve edebi akımlar gibi konularda düşünceleri açıklamıştır. Düşünceleri sebebiyle genel olarak Cumhuriyet devrimlerinin, millî hassasiyetlerin ve geleceğin savunucusu olarak görülmüştür. Arkadaşı Mustafa Şekip Tunç’a göre Peyami Safa’nın karşılaştığı zorluklar onu bir yandan terbiye etmiş, bir yandan da yazmaya teşvik etmiştir. Şükran Kurdakul ise Peyami Safa’nın düşünce yapısındaki değişimlere dikkat çekerek onun zamanında Nâzım Hikmet’le beraber eski ve gelenekçi edebiyat kuşağını tasfiye etmeye çalıştığını ifade etmiştir. Aynı zamanda Kurdakul, Peyami Safa’nın sosyolojik düşüncelerinde Durkheim’e yakın olduğunu ve faşist düşüncelerin II. Dünya Savaşı sonrasında yıkılmasından sonra da mistisizme yöneldiğini kaydetmiştir.

Sanat ve edebi akımlar

Peyami Safa’nın sanat ve edebi görüşleri dönemin hareketli tartışmaları ve kalem kavgaları arasında gölgede kalmıştır. Cumhuriyet dönemi aydınlarından sayılan Peyami Safa’ya göre sanat, güzelin içinde doğruyu; bilim ise doğru olanın içinde güzel olanı bulur. Ona göre güzel ve doğru birbirine paraleldir, birbirlerinden büyük ölçekle ne ayrıdırlar ne de büsbütün benzerdirler. Her edebi ürün bir felsefi düşünceyi içinde barındırır. Öne çıkmış yazar ve şairlerde felsefi düşünce açık bir eğilim ve izahat halindedir. Sanat eserleri ise düşünsellikten çok yaşanmışlık sonrasında doğmaktadır. Edebi akımlarını ise “edebiyat çığırları” olarak incelemiştir. Bu akımları ekol, çeşit veya nazariye denebileceğini söylemekte ve bunların felsefi akımlarla bir tutulamayacağını da belirtmektedir.

Roman ve şiir

Peyami Safa romancılığının gelişim süresince roman anlatıcısının aradan çekilmesini arzulamıştır. Safa’ya göre roman bir plandan tamamıyla ayrılmamalıdır. Kendi romanlarında psikolojik betimlemeler ile insanın iç macerasını anlatmaya önem vermiştir. Düzmece gerçekleri biyografik gerçeklerden daha değerli bulmuş ve her romanında yeni teknikler geliştirmeyi denemiştir. Gerçeklik hisse veren romanları realist; yaşamı planlı bir şekilde taklit eden romanları ise romantik olarak değerlendirmiştir. Yeni roman kavramını ise natüralizm, realizm ve romantizm kavramlarından ayrı olarak betimlemiştir. Ona göre yeni roman anlayışında belirli bir konu yoktur, olayların zaman dizini değişmiştir; zaman ve mekân da belirsizdir. Safa’nın bu görüşleri günümüzde “postmodern”, “büyülü gerçekçilik”, “bilinç akışı”, “parçalılık” ve “okur merkezli eleştiri yönelimi” şeklinde genel tanımlara aittir.

Lisedeki küçük denemeleri ve Nâzım Hikmet’e cevaben yazdığı bir manzume dışında şiir türünde önemli eseri bulunmayan Peyami Safa, şiir sanatını “doktorluk gibi güç bir uğraş alanı” olarak yorumlamıştır. Ona göre Türkiye’de şiir yoktur fakat buna tezat olarak şair sayısı fazladır. Bu durumu şiirden az anlayanların çok fazla olmasına bağlamıştır. Halk şiirine de sıcak bakmayan Safa, bunu iptidai olarak değerlendirir. Şairlerin halk şairlerini özenmelerine karşı çıkarak bu uğraştan uzaklaşmalarını, hatta onları aşmaları gerektiğini belirtir. Bir yazısında ise halk şiirini işlenilmesi gereken bir ağaç gövdesine benzetmiştir. Genel olarak şiirin fizik ve metafizik arasında özgür bir şekilde olması gerektiğini savunmuş; şairi sahip olduğu zekasıyla değil ruhuyla yazan kişiler olarak tasvir etmiş, gerçek şiiri ise sadece vezin, kafiye veya güzellikten oluşmayacağı şeklinde yorumlamıştır.

Düşünce dünyası

Peyami Safa küçük yaşlarda başladığı yazın hayatına birçok eser sığdırmış ve birçok değişim yaşamıştır. Bunun dışında gazetecilik mesleğini uzun yıllar sürdürmesi, dönemin öne çıkan gazete ve dergilerinde yazılar yayımlaması, Türk Dil Kurumu üyeliğinde ve İstanbul temsilciliğinde bulunması, Türk Felsefe Cemiyeti’nde yer alması, konferanslar vermesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda doğup imparatorluğun çöküşüne, Balkanlar ve Trakya üzerinden gelen Türk göçlerine, yeni Türk devletinin kuruluşuna, Tanzimat’la başlayan yenileşmenin Atatürk Devrimleri ile hızlanmasına, Türkiye’de tek partili döneme, Türkiye’de çok partili döneme ve 27 Mayıs Darbesi’ne şahit olması onun fikri yönünü de etkilemiştir. Farklı konularda en az 18 adet fikri eser yazmış, çok sayıda Kimdir, Nedir? Serisi çıkarmış, Fransız yazarlardan tercüme yapıp öğrenciler için gramer kitapları hazırlamıştır.

Milliyetçiliği

Peyami Safa milliyetçiliği Türk milletinin var olması için bir araç olarak gördü. Kemalist devrimlerin bir nevi savunuculuğunu yaptığı Türk İnkılâbına Bakışlar‘da milliyetçiliğin doğuşunu halkların gördüğü sarsıntılara ve yıkımlara bağladı. Türk milliyetçiliğinin doğuşunu ise Balkan Savaşları’na bağlayarak yeni Türk devletinin kendisini kanıtlamak için bir takım tarihi değerlere ve başarılara atıfta bulunduğu saptamasını yaptı. Kemalist milliyetçiliğin İtalyan emperyalizmine maruz kalmış Habeşistan veya Japonya ve Çin anlaşmazlığı sonucunda ortaya çıkan Asya kökenli milliyetçilikle bir tutulamayacağını belirtti.

 Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde ortaya atılmış fikirlerden sadece Türkçülük ve Batıcılığın ayakta kaldığını öne sürerek Osmanlı Türkçülüğünü ve Osmanlı Garpçılığını kangren olmakla nitelendirdi.

Milliyetçilik Peyami Safa’ya göre ilk çağda bir tohum, orta çağda bir fidan ve başta yirminci yüzyıl olmak üzere günümüzde bütün dünyayı saran bir ağaç gibidir.Kendisinin milliyetçilik anlayışında toplum ve birey arasında önemli bir ilişki vardır. Ona göreve birey kavramı sadece milletin olduğu yerlerde değer kazanabilir ve millî düşüncelerin devlet tarafından oluşturulması gerekir. Bu konudaki benzer düşüncelerini ise Türkiye’deki yabancı okullarda yetişen aydınlara yöneltmiş ve onları millî konularda duyarsız olmakla suçlamıştır.

Fransız milliyetçiliğinin 1870 sonrasında, Alman milliyetçiliğinin I. Dünya Savaşı sonrasında ve Osmanlı-Türk milliyetçiliğinin Balkan Savaşları sonrasında ortaya çıktığını savunan Peyami Safa, Kemalist milliyetçiliğinin ise Mütareke dönemi sonrasında ortaya çıktığı görüşünde bulundu. Bu görüşleriyle Türk milliyetçiliğinin dönemsel koşullar altıda mecburi olarak doğduğunu, sosyalizmden uzak ve faşizme yabancı olduğu değerlendirmesinde bulundu. Milliyetçiliğinin bir ırk, dil ve tarih hareketi olduğunu savundu.
 Özellikle II. Dünya Savaşı dönemlerinde ırkçı olmakla suçlandı. 1939 yılında Cumhuriyet gazetesindeki yazısında kendisini tepeden topuğa kadar milliyetçi olmakla nitelendirip kendisine faşist diyenleri rezil ve vatansız olmakla suçladı.
Bu konu hakkında Düşünen Adam dergisinde ise “Irkçı mıyız, Milliyetçi mi?” adlı bir makale yayımlayarak kendisine yönelik ithamları reddetti.
Milliyetçiliğin toplumlararası etkileşimi reddettiği veya insanları dar kafalı olmaya sürüklemesi durumunda ağır bir şekilde eleştirilmesi ve bu durumun acil olarak değiştirilmesi gerektiğini savundu.
Öğretmen ve öğrencilerin milliyetçilik konusundaki yeri ve önemine dikkat çekti.
 Batı’da var olan milliyetçiliği gereksiz, Türkiye’dekini ise gerekli gördü. Bu konu hakkında Onlarda ve Bizde Milliyetçilik adlı bir makale yayımladı.
Milliyetçi duygularını sadece fikri eserlerinde işlemekle yetinmeyip edebi eserlerinde de ele aldı. Romanlarında doğuyu temsil eden karakterleri genellikle milliyetçi ve manevi değerlere bağlı kişilerden seçti. Mahşer‘de Nihad ve Biz İnsanlar‘da Orhan bu tanıma uyan başlıca karakterler oldu. Genel olarak bakıldığında ise milliyetçilik kavramı Peyami Safa’yı etkileyen düşünce sistemlerinin başında gelmektedir.

Muhafazakârlığı

Peyami Safa’nın milliyetçilik dışında öne çıkan yönlerinden biri de muhafazakârlığıdır. 1930’lu yılların sonuna doğru somut hale gelen muhafazakârlık düşüncesinin Türkiye’de kurucu ideologlarından başında gelen isimlerdendir.
 Cumhuriyet dönemi muhafazakârları arasından Cumhuriyet modernleşmesini ve toplumsal değişimleri yakından takip eden isimlerden biri olan Peyami Safa, bu değişim sancılarının odak isimlerinden biri haline geldi. Ordinaryüs profesör Hilmi Ziya Ülken Peyami Safa muhafazakârlığını iki yönde ele aldı. Bunlar Türk devrimlerinin Peyami Safa’ya göre bir kopuş hareketi olması ve Peyami Safa’nın mistik yönünün varlığı şeklindeydi.
Peyami Safa değişim yıllarında Kemalizmin muhafazakâr söylemcisi olmaktan çok bu düşüncenin devrimci yönüyle uyuşmaya çalışan bir yazar görüntüsü verdi. İrticâ ve Yobazlık başlıklı yazısında muhafazakârlığı yobazlık olarak görmediğini ifade ederek birtakım açıklamalarda bulundu ve muhafazakârlık, yobazlık ve irtica arasındaki farklara değindi. Bu yazısında bu iki söylemin birbirleriyle sık sık karıştırıldığını belirterek muhafazakârlığı geçmişin değerlerini samimi bir şekilde savunan gerilik olarak, irtica ve yobazlığı ise savunduğu ve ulaşmak istediği değerleri kültürel bünyesinde barındırmamak şeklinde tanımladı ve radikalizmle eş tuttu.

Dil hakkındaki düşünceleri

Peyami Safa Genç Kalemler ile başlayan Yeni Lisan Hareketi’ne karşı çıkan isimlerden biri oldu. Lisan için fikrin feda edilemeyeceğini belirtti. Hareketin öncülerinden Ömer Seyfettin’i eleştirerek eserlerinde ruh tahlilinin olmadığını ve sade olma özelliğinin basitliğe dönüştüğünü ifade etti.
Yeni Lisan Hareketi ve Genç Kalemler’e olan karşıtlığını her fırsatta dile getirerek konuşma dilini yazı diline yaklaştırmayı olumsuz karşıladı. Buna gerekçe olarak da konuşma dilinin ortak bir dil olduğunu, bilim dilinin ise özel olduğunu söyledi.
Dillerin saf ve öz olmadığını, evrensel olaylardan ve etkileşimlerden etkilenebileceğini belirtti.
 Öz Türkçe isteyenlerin diler arasındaki etkileşimden dolayı ölçülü olmak zorunda olduklarını 1958’de Milliyet gazetesinde savundu.
 Peyami Safa’ya göre yabancı bir dilin hakimiyetinde kalmakla yabancı bir ordunun kölesi olmak arasında fark yoktur.
Bu sebepten diller arasındaki kaide alışverişini zorunlu olarak görüp, ölçülü olunmasını bildirdi.
Dile giren her kelimenin imla değiştirmediği sürece sözlüğe alınmasına karşı çıkarak, kelimelerin öncelikle halkla aynîleşip halkın malı olması gerektiğini belirtti.
Yabancı kelimelere gösterdiği hassasiyet ile kendisini dil otarşisinden kurtardı. Mana inceliklerini farkında olarak heba etmek istemediğinden dolayı romanlarında özellikle Fransızca kelimeler kullandı ve çeşitli çözüm önerilerinde bulundu. Dil ile ilgili sorunların çözümünde edebiyatçılara daha fazla danışılması gerektiğini belirterek bu kişilerin dilbilimcilerden daha önde olmasını arzuladı.
 Dil hakkındaki sorunların çözüm süresinin ise süreç dahilinde gerçekleşmesini ve üstünkörü bir şekilde yapılmamasını istedi.
1 Kasım 1928’de gerçekleşen Harf Devrimi’ne karşı çıkan isimlerden biri oldu. Değişimden sonrasında eski sistemin devam etmesini olanaksız olarak gördü ve bu değişimi kabullendi. İlerleyen yıllarında ise okullar için çeşitli gramer kitapları yazdı. Okullarda Latin alfabesinin dışında Arap harflerinin de okutulmasını, kültürler ve kuşaklar arasında kopukluk olmaması için gerekli gördü. Osmanlıcanın da üniversiteler dışında lise eğitiminde de okutulmasını öneren bir yazı kaleme aldı.

Doğu-Batı sentezi

Peyami Safa başta romanlarında olmak üzere yazdığı deneme, makale ve gazete yazılarında Doğu-Batı konusu üzerine sıkça durdu. Batıyı “hem bir kıta hem de bir kafa” olarak gördü. Avrupa’yı bir kıta içinde doğan, süreç içerisinde sınırlarını aşan ve medeniyet tarihine bağlı bir mahiyet olarak gördü.
 Verdiği eserlerde batı zihniyetinin oluşumundaki önemli etkenlere değinerek bunu konu üzerine söylemleri olan yazar, sanatçı ve düşünürlerin fikirlerinden yararlandı. Avrupa medeniyetinin Yunan, Roma ve Hristiyanlık ekseninde geliştiğini belirterek yalnız bu üç şeyden oluşan zihniyetle Avrupalı olunabileceğini dile getirdi. Hristiyanlığı ise Avrupa ve Asya arasındaki en belirgin fark olarak gördü.

Peyami Safa Türk toplumunda taklit olarak görülen ve çeşitli sosyolojik ve edebi araştırmaların konusu olan Batılılaşmayı riyazileşmek ve siteleşmek kavramları üzerinden yorumladı. Romanlarında öne çıkan doğu-batı sentezini medeniyetlerin ruhunu inceleyip ardından da karşılaştırması şeklinde verdi. Avrupa medeniyetinin oluşmasında rasyonalist matematik zihniyetinin etkili olduğunu belirterek Doğu’nun bundan yoksun olduğu ifade etti. Dogmatizmi doğunun gelişmemesinde en büyük engel olarak gördü. Batı’yı maddeye hakim olması ve teknik olarak ilerlemesi gibi gerekçelerle yüceltti, Doğu’yu ise pasif olarak nitelendirdi. Türkiye’nin batılılaşmasını isteyerek kuramlarını oluşturduğu sentezlerini bunun için bir araç olarak gördü. Tanzimat Dönemi ile başlayan yenileşmenin yanlış yorumlanmasına da eleştirel bir tavır sergiledi.

Din hakkındaki düşünceleri

Peyami Safa din hakkında olumlu düşüncelere sahip bir insandı. İnsanın maddi ve manevi olarak iki tabiattan oluştuğunu ve ahlak ile din arasında sıkı bir bağ olduğunu düşündü. Dünyanın teknik anlamda ilerlediğini fakat buna karşın manevi olarak gerilediğini ve bu durumdan en fazla gençlerin etkilendiğini belirtti. Maneviyat ve mistik değerlerden yoksun olanların ahlak problemleri yaşayabileceğini düşündü. Türkiye’deki yenileşme sürecinin millî ve manevi değerlerden uzak olmamasını isteyerek Avrupa’daki din özgürlüğünden örnekler verdi. Türkiye’nin gelişmesinde dinin bir engel olduğu yönündeki görüşlere katılmadı.
Din ile pozitif bilimlerin arasında aykırılık olmadığını da savunarak İkisinin ayrı olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.

Rusya hakkındaki düşünceleri

Hayatının farklı dönemlerinde fikri olarak değişimler yaşayan Peyami Safa genel olarak milliyetçi bir yazar ve Cumhuriyet dönemine ait bir aydın olarak görülmektedir. Peyami Safa’nın Rusya ve Ruslar hakkındaki düşünceleri Türk halkının dönemsel düşüncelerinden kesin çizgilerle ayrılmamaktadır. Peyami Safa’nın Mâhutlar ve Sosyalizm-Marksizm-Komünizm adlı eserleri incelendiğinde yazarın Rusya ve Ruslar hakkında Fransızca kaynakları takip edip incelediği anlaşılmaktadır. Kendisindeki Rus algısının oluşmasında 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Balkan Savaşları, savaş sonrasında Balkanlar ve Trakya üzerinden Anadolu’ya gelen Türk göçmenler, eğitimlerini Rusya’da almış olup daha sonra Türkiye’ye kaçan aydınlar, Ruslara esir düşmüş Türk askerlerinin hatıraları ve Rus edebiyatına ait klasiklerin büyük etkisi oldu. Bunların dışında 1917 Devrimi sonrası Türkiye’ye gelen Beyaz Ruslar, yeni komünist Rus rejiminin propagandalarını Türk üniversitelerinde yapan kişiler ve eski dostu Nâzım Hikmet’le olan ilişkilerinin de Ruslar hakkındaki düşüncelerinde etkisi oldu.
 Rus halkı ile Rusya yönetimini birbirlerinden ayrı olarak değerlendirmeye tabi tuttu. Genel olarak Rus halkını mazlum, mağdur ve fakir, Rus yönetimini ise zalim, bencil ve istilacı olarak gördü.
Peyami Safa Sovyet ordularının Macaristan topraklarını işgal ettiği dönemde Rus Kahbeliği başlıklı bir yazı yayımlayarak “Rus” ve “Kahpe” kelimelerinin birbirlerini severek çiftleştiklerini ve bu ikisinin birbirlerinden ölümün bile ayıramayacağını yazdı.
Ona göre 1917 Devrimi ile Rusya’ya komünizm gelmemiş, sadece beyaz çarın yerine kızıl çar; eski burjuvazierin yerine de Bolşevik seçkinler geçmiştir.
 Makale ve denemelerindeki Rus algısı romanlarındaki Rus algısıyla da benzerdir. Fakat bu benzerlik üslup açısından farklıdır. Romanlarında daha yumuşak, makalelerinde ise daha sert olan bir dili tercih etmiştir. Bunların dışında hiçbir romanında leitmotiv olarak Rusları işlememiştir. Fatih-Harbiye dışındaki romanlarında bir Rus karaktere veya tiplemeye yer vermemiş sadece Bir Tereddüdün RomanıCânânBir Akşamdı, Mahşer, Sözde KızlarMatmazel Noraliya’nın KoltuğuBiz İnsanlar ve Yalnızız gibi romanlarında dönemin güncel Rusya’sından ve Rus halkından bahsederek atıfta bulunmuştur.

Kıbrıs hakkındaki düşünceleri

Peyami Safa Milliyet gazetesindeki yazılarında ve Türk Düşüncesi dergisinde Kıbrıs konusu üzerine görüşlerini paylaştı. Türk Düşüncesi‘nin Kıbrıs özel sayısı ile bu konuda halkı bilgilendirmeyi ve siyasetin nabzını tutmayı hedefledi. Derginin Şubat-Mart 1958 sayısı “Kıbrıs Savımızı Savunurken” başlığı ile çıktı. Peyami Safa Kıbrıs Adası’nın İngiltere tarafından Yunanistan’a verileceğinin konuşulduğu günlerde bu anlaşmazlığın basit bir mevzu olduğunu ve sadece Türkiye ile İngiltere’yi ilgilendirdiğini yazdı.
Yunanistan’ın ada üzerinde herhangi bir hakkı olmadığını belirtti ve adanın birine verilecekse Türkiye’ye iadesinin en uygun seçenek olduğunu söyledi.
 Türkiye’de ortaya atılan “Kıbrıs Türktür” tezi ve 1955’li yılların Türkiye kamuoyunun görüşlerini paylaşarak Yunanistan’ın adada daha fazla Rumun yaşadığı yönündeki tezlerine karşı çıktı ve Kıbrıs’ın Anadolu’ya ait olduğunu belirtti.

6-7 Eylül Olayları ile Kıbrıs konusu arasında bağlantı kuran söylemlerden etkilendi. Bu olayları ilk olarak bir “komünist ihtilal provası” olarak gördü. Azınlıklara yönelik bu tahrip ve yağma saldırılarına köşe yazılarında da yer verdi. Bu tarihten sonra yazılarında Kıbrıs konusuna daha fazla yer vermeye başladı. Atatürk’ün Selanik’te bulunan evinin saldırıya uğramasını önce Yunanlara bağlayıp daha sonra 6-7 Eylül Olayları ile beraber bu saldırılarının kızıl solcularca gerçekleştirildiğini düşündü. 7 Eylül 1955’te Milliyet gazetesindeki bir yazısında Türk ordularının Yunanları denize döktüğünü fakat Misak-ı millî’ye bağlı kalındığını belirterek Atatürk evinin saldırıya uğramasını acizlik, kahpelik ve ahmaklık olarak gördü.

Peyami Safa Kıbrıs konusuna genel olarak milliyetçi bir tavır sergiledi. Ona göre Kıbrıs’ın Türk kimliği asla pazarlık konusu olmamalı ve bu konudan geri adım atılmamalıdır. Peyami Safa adanın hiçbir zaman tarihsel, dinsel, ırksal, siyasal ve coğrafi olarak Yunan kimliği taşımadığını da iddia etmiştir. Propaganda konusunda ise Yunanistan’ı dünya çapında daha etkili, Türkiye ise pasif ve gevşek olarak yorumlamıştır. Kıbrıs konusundaki eleştirilerini zengin vatandaşlar, politikacılar ve yazarların umursamazlığına da yöneltmiştir. İngiltere’ye ise hiçbir zaman güvenmeyip sorunu daha karışık hale getirmekle tenkit etmiştir. Adanın jeopolitik önemine de vurgu yapan Peyami Safa, gerekirse Türkiye’nin NATO’dan çekilmesi belirtmiş ve Kıbrıs’ı NATO üyeliğinden daha değerli bulmuştur.

Atatürk hakkındaki düşünceleri

Yazarın verdiği eserlerin çoğu günümüzde basımı yapılmamaktadır. Bunlardan birisi de Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki İlk Reis-i Cumhurumuz Mustafa Kemâl Paşa adlı eseridir. Eser iç kapağında ise Büyük Halaskârımız Mustafa Kemâl Paşa tanımı mevcuttur. Yazar, iç kapağında dahil edilmesiyle 24 sayfadan oluşan eserinde “P.S” imzasını tercih etmiştir. Beşir Ayvazoğlu eser için 1920 tarihini vermiştir fakat içerikteki tarihlerden eserin 1923 tarihli olduğu anlaşılmaktadır.

Arapça kökenli Türk alfabesi ile yazılmış eser Atatürk’ün hayatını öznel bir şekilde anlatmaktadır ve yazarın Atatürk hakkındaki düşüncelerinin tahlili için önemlidir. Genel olarak Atatürk’e saygı ve sevgi duyan Peyami Safa Türk millî mücadelesine katılmamıştır fakat bu mücadeleyi desteklemiştir.
 ŞimşekMahşerBiz İnsanlar gibi dönemsel romanlarında dolaylı olarak bu mücadeleye atıfta bulunur.
 Gün Doğuyor adlı piyesinde ise Kurtuluş Savaşı atmosferini göstermeye çalışmıştır. Piyesin sonunda Atatürk’ün üniformalı bir resmi görünür.
Türk İnkılâbına Bakışlar‘da yazarın Atatürk ve Atatürk Devrimleri’ni ele aldığı bir eserdir. Tanzimat ile başlayan yenileşmenin Türk toplumunda yarattığı “Doğu-Batı” ikileminin çözülmesi için Atatürk’ün önemli bir adım attığı görüşünü paylaşır. Eserin bir bölümünde ise Atatürk’ün milliyetçiliğine atıfta bulunur.

Etkisi

Türkiye’de 1984-2016 yılları arasında Peyami Safa ve eserleri hakkında yapılmış akademik çalışmaların grafiği. Yeşil:Yüksek lisans, Mor:Doktora.

Peyami Safa Cumhuriyet dönemi aydınlarından biridir. Aynı zamanda yayımladığı romanları Türk edebiyatının önemli yapı taşlarındandır.
Yaşamı ve eserleri akademik olarak farklı zamanlarda ve farklı düzeylerde incelenmiştir. Beşir Ayvazoğlu, Ergun Göze, Vecdi Bürün, Hamdi Koç, Nan A Lee, Mehmet Tekin ve yakın dostu Cahit Sıtkı Tarancı’nın yazar hakkında yayımladığı kitaplar bulunmaktadır. Özellikle Beşir Ayvazoğlu ve Mehmet Tekin’in yazar hakkındaki çalışmaları akademik olarak sıkça atıf almaktadır.
Aynı zamanda yazarın TDV İslâm Ansiklopedisi‘nde bulunan maddesini de Beşir Ayvazoğlu kaleme almıştır.
2016 yılı Yükseköğretim Kurulu Tez Arama Verileri’ne göre yazar ve eserleri hakkında en az 12 doktora ve 54 yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Aynı zamanda eserlerini sinemaya aktaran yönetmenler arasında ise Muhsin Ertuğrul, Metin Erksan ve Turgut Demirağ gibi isimler bulunmaktadır.

Eğitimini sağlık sorunları gibi nedenlerden dolayı tamamlayamamış olması ve bu sebepten kendi kendisini yetiştirmek zorunda kalması sıklıkla öne çıkarılan bir yönüdür.
Adı Türkiye’deki çeşitli ilkokul ve lise gibi eğitim kurumlarına verilmiştir.
Aynı zamanda şair Cemal Safi de çocuklarından birine Safa’nın ismini vermişti.
Milliyetçi yönüne ise Türkiye’deki bazı parti liderlerince atıf yapılmaktadır.
İmparatorluktan Cumhuriyete geçişin sancılarını dile getirmesi sıklıkla değinilen başka bir yönüdür. Genel olarak romanlarıyla ön plana çıkmasından ötürü gazete ve düşünsel yazıları pek fazla bilinmemektedir.
Türkiye’de polisiye roman yazarlığının temellerini atan isimlerden biridir ve Maurice Leblanc’in Arsen Lüpen karakterinden esinlenerek yarattığı Cingöz Recai tiplemesi yaygın olarak bilinmektedir.
Bu tiplemeyi Arsen Lüpen’in yerli versiyonu olarak görenler vardır.
Yayıncı Hüseyin doğru ise yazarın Çekirge Zehra ve Kartal İhsan tiplemelerini de en az Cingöz Recai kadar dikkate değer olduğunu belirtmektedir.

Kaynak: Vikipedi