Mademki sıcak aklıma hep bu destan gelir Nam-ı değer Babacan Orhan Can‘a ithaf olunur. Burak Ersemiz’den Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı hediyesi

Burak Ersemiz - Orhan Can - Hürriyet İstihbarat Servisi gece

Mademki sıcak aklıma hep bu destan gelir Nam-ı değer Babacan Orhan Can‘a ithaf olunur…

Şeyh Bedrettin Destanı
Sıcaktı.
Sıcak.
Sapı kanlı, demiri kor bir bıçaktı
sıcak.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
Bulutlar boşanacak
boşanacaktı.
O, kımıldamadan baktı,
kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orda en yumuşak, en sert,
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en buyuk, en güzel kadın:
TOPRAK
neredeyse doğuracak
doğuracaktı.
Sıcaktı.
Baktı Karaburun dağlarından
O baktı bu toprağın sonundaki ufka
çatarak kaşlarını:
Kırlarda çocuk başlarını
Kanlı gelincikler gibi koparıp
çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde
beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.
Bu gelen
Şehzade Murattı.
Hükmü hümayun sadir olmuştu ki Şehzade Muradın ismine
Aydın eline varıp
Bedreddin halifesi mulhid Mustafanın başına ine.
Sıcaktı.
Bedreddin halifesi mulhid Mustafa baktı,
baktı koylu Mustafa.
Baktı korkmadan
kızmadan
gülmeden.
Baktı dimdik
dosdoğru.
Baktı O.
En yumuşak, en sert,
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın:
TOPRAK
neredeyse doğuracak
doğuracaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Git gide yaklaşıyordu bu toprağın sonu
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Oysaki onlar bu toprağı,
bu kayalardan bakanlar, onu,
üzümü, inciri, narı,
tüyleri baldan sarı,
sütleri baldan koyu davarları,
ince belli aslan yeleli atlarıyla
duvarsız ve sinirsiz
bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Sıcaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri baktılar ufka..
*
En yumuşak , en sert,
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en buyuk, en güzel kadın:
TOPRAK
neredeyse doğuracak
doğuracaktı.
Sıcaktı,
Bulutlar doluydular.
Neredeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere-
Birden-
-bire
kayalardan dökülür
gökten yağar
yerden biter gibi,
bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına
çıktılar.
Dikişsiz ak libaşlı
bas açık
yalınayak ve yalın kılıçtılar.
Mubalağa cenk olundu.
Aydının Türk köylüleri,
Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mulhid yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tulgası tunç
saflar
pare pare edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken aksama
on binler iki bin kaldı.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayri her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz ak gömleğine sildiler
kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle islenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zaruri neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, “hey gidi kambur felek,
hey gidi kahpe devran hey”,
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlupları..
Nazım Hikmet