“SÖR… CETE… HAYRİ…” Zafer Arapkirli öğrenciyken kendilerine zulm yapan öğretmeninin ölümünü “Nazikçe” yazdı

SÖR… CETE… HAYRİ…

Yolu Darüşşafaka’dan geçenlerin hep “özel bir adam” olarak hatırlayacakları bir figür, bir karakter bir fenomendi O. Hayrettin Cete.

Herkesin “Sir” diye bildiği tanıdığı, küçük sınıflarda iken korkusundan tir tir titrediğimiz, İngilizce derslerinde kimsecikleri beğenmeyen, asla tam not vermeyen bir öğretmendi. Etüdlerde, gelip gencecik insanların kafalarına parmaklarının en sert kemikleriyle vurması ve eziyet çektirmesi ile de ünlüydü.

Sınıfa girer girmez tahtaya çizdiği bir yatay çizgi ve üst kısmına yazdığı R (real) , alt kısmına koyduğu U (unreal) ile imza atardı kendi “ekol”üne. Zor, sert, köşeli bir adamdı. Küçük sınıflarda iken bizlere verdiği ve tatillerimizi zehir eden “kitap yazma” cezaları ile de hatırlayacağım onu hep. Ders olarak okuttukları İngilizce öykü kitaplarını, kimi zaman 5’er 10’ar kere yazdırırdı. Evet.. Bildiğiniz yazmak.. Kitabı alır, 10 kez kopyasını yazardık ceza olarak. Monte Cristo filan en iyi hatırladıklarım. En az iki yılın sömestr tatili, Cete’nin (sarı defterlere) zorla yazdırdığı kitap cezaları ile heba olmuştu. Asla unutamam.

Kişisel-tarihsel geri planına dair çok gizemli öyküler anlatılırdı.. Mısır-İngiltere filan.. Tam öyküyü kimse bilmez pek. Bir de antika ve tarihi eserler merakı vardı. Ve Yoga-Aikido.

5-6 dil bilirdi, ana dili gibi. Türkçe’yi sadece hiç İngilizce bilmeyen hocalarla konuşurdu. Öğrencilerle asla. Son 2-3 yılımızda, kendisini hiç sevmediğimizden inatla Türkçe konuşurdum onunla. Ama o hep İngilizce’de ısrar ederdi.

Tabii ki çok şey öğrendik ondan. Hem ders olarak, hem de sosyal faaliyetler çerçevesinde. İzcilik, Kantin kolu, Kütüphane ve Folklor Kolu, onun sorumluluğundaydı. Hepsinin başı oydu. Ben hepsinde ön planda vardım ve o yüzden çok yakınındaydım yıllarca. Adımız “Cete’nin adamlarından biri”ne çıkmıştı. Biraz da “aşağılama babında”

Ama bu yakınlığımız son 2-3 yılımızda karşılıklı nefrete dönüştü. Okuldaki disiplin hadiselerinde Disiplin Kurulu üyesi olarak bizi hedef almıştı. Bizleri okuldan attırmak için uğraşıp durdu ve sonunda becerdi. Mezuniyetimize (8 yıllık bir eğitim sonucu) 2 hafta kala Darüşşafaka’dan bizi atan ekibin bir üyesiydi. Resim öğretmeni Hüseyin (Kasap) Altaylı ve eşi Türkçe ve Edebiyat Öğretmeni Zuhal Ergenç -Altaylı Hanım’la birlikte.

Bizim sınıfın ve bizden önceki çok sayıda arkadaşımızın üzerlerine inen vicdansızca “tırpan”ın saplarından biriydi. Öğrencisine düşman bir öğretmen portresi yapıştı üzerine.

Sonrasında, uzun yıllar sonra İngiltere’de düzenlediğimiz bir “Daçkalılar” toplantısına davetliydi. Havaalanından ben alıp gezdirmiştim. Eskileri yad ettik, uzun uzun.. Hesaplaştık bir nevi. Ertesi gün karşıdan karşıya geçerken “yanlış yöne bakınca” bir arabanın çarptığını ve bacağının kırıldığını duyduk.. Mesafeli bir muhabbet oldu Londra’da. Sonra da galiba İstanbul’da bir pilav gününde gördüm onu bir daha. Hala İngilizce konuşmaya çalışıyordu.

Kızdığımızda, arkasından “Hayri” derdik. Biraz da “hakaretamiz” bir içerikle.

Hocamızdır. Hocalar genelde “eli öpülesi” insanlardır. Arkasından çok da kötü şeyler yazmamaya çalışıyorum. Ama “Cete-Sir-Hayri”, ağzımızda genelde “buruk ve acı ve kekremsi” bir tad bırakarak geçti gitti dünyamızdan.

Karmaşık duygularla anıyorum. Ailesinin başı sağ olsun.

Zafer Arapkirli