‘Morg Muhabirliği’ yapan 3. kişi de ortaya çıktı. Bahri Kayaoğlu yıllar sonra anlattı

Genco Sabancı’nın Turgut Özen’le birlikte nasıl “Morg muhabirliği” yaptıklarını anlatması üzerine, ünlü gazeteci Bahri Kayaoğlu da gerçekten bomba bir morg anısını hepimize hatırlattı..

Ünlü gazeteci Bahri Kayaoğlu müthiş gazetecilik anısını esprili bir dille şöyle anlattı:

Şu morg muhabirliği yapanlara beni de ekle Orhan Can.
Hakkımı yeme..!

Muhabirlik hikâyeme gelince… Anlatayım da inan:

Sene 1987. Kıbrıslı iş adamı Asil Nadir durup dururken medya patronluğuna soyundu. Adamda para mok gibi…

40 milyon dolar ödeyip Günaydın gazetesini satın aldı. Sabah gazetesinden Rahmi Turan ekibi olarak top-yekûn Günaydın gazetesine transfer olduk. (Yüz yirmi kişi falan… Bir tek Aydın Baylan kaldı)

Neyse… Morg muhabirliği hikâyesine dönelim.
Sarıyer bölge muhabiriyim.
Tarabya tarafında oturan yabancı bir elçilik çalışanı eşi ile birlikte evinde ölü bulunmuş. Bulunduğu sitenin önü, o sabah polisten çok gazeteci ile doldu bir anda. Hepimizin amacı bir vesikalık fotoğraflarını bulmak… Ama savcının kesin talimatı var, yüz metreden yakın yaklaşamıyoruz eve. Görevli polislerden biri tanıdık. Cenazelerin İstinye Devlet Hastanesi morguna kaldırılacağı tüyosunu veriyor bana.
Ben doğru hastaneye…

Bölgemde olduğu için hastanenin her bölümünü iyi bilirim. Morg kapısı dışarıdan rahat açılan bir yer. Girdim içine… Baktım bir tane ölü arkadaş var. (Kadın mı erkek miydi diye sorma, vallahi yusuf yusufluktan bakamadım.) Rahmet duasını okuyarak bir yer bulup saklandım…

Artık soğuktan mı yoksa ölü arkadaş ile birlikte kapalı bir yerde olmak korkusundan mı bilmiyorum ama zangır zangır titremekteyim. Birkaç saat sonra morgun kapısı açıldı, iki cenazeyi getirip bıraktı görevliler, çekip gittiler…

Yaktım ışığı. Açtım cenazelerin üstlerine çekilen örtüyü… Netlik metlik yapmadan ha bire basıyorum deklanşöre… Yeterli olduğuna kanaat getirince çektiğim kareleri güvene almak için filmi değiştirmeyi de unutmuyorum bu arada. Tekrar taktığım film ile birkaç kare daha çekip, yüzlerini örtüyorum rahmetlilerin, yöneliyorum kapıya…

Ulan bu da ne?
Dışarıdan açılan morgun kapısı içerden açılmıyor.
Sanki ölü arkadaşlar morgdan çıkıp kaçacak…
‘Hay yaptığınız işe’ deyip bir sürü ağır kelam sallayarak görevlilere, başlıyorum kapıyı yumruklamaya. Demir kapı vurmalarımla dang dang ötüyor…
Derken dışarıdan sesler duyuyorum:
“Kim o?…”
“İçerde biri mi var…”
“Adam dirilmiş olmasın…”
“Vallaha olur…”
“Eyvah eyvahhh…”
Sesler gittikçe çoğalıyor, her ağızdan bir ses…
Nının nınınnnnn nınınnnnnnn…
Hınının hınınnnn hınınnnnnnn…
Bınınn bınınnnn bınınnnnnnnn…
“Açalım kapıyı…”
“Ben açamam, korkarım…”
“Hortlak çıkar…”
“Başhekime haber verin…”
Nının nınınnnnn nınınnnnnnn…
Hınının hınınnnn hınınnnnnnn…
Bınınn bınınnnn bınınnnnnnnn…
Ben “açın kapıyı” diyerek vurmaya devam ediyorum.
Allah’ıma şükür, sesini tanıdığım başhekim cankurtaran gibi geliyor.
“Noluyor burada, açın şu kapıyı…”
Kapı açılıyor…
Hortlak bekleyerek kapıdan biraz uzakta duran, hatta bazısı geri geri giden onlarca insanın karşısına zangır zangır titreyerek çıkıyorum…
Dışarıdaki hava morgun içinden soğuk sanırsın. Herkesin yüzü bembeyaz ve donuk. Çıt çıkmıyor kimseden, ruhları canlarından çekilmiş sanki…

Duyulur duyulmaz bir sesle; “içerde unuttunuz beni” diyorum, geçip aralarından gitmeye çalışırken…

Önce toparlanan başhekim oluyor.
“Dur bakalım! Ne arıyorsun içerde? Gazeteci değil misin sen?”
Ölülerden birinin dirilmediğine sevindiğini hissediyorum…
Görevli polis memuru hemen atılıyor üstüme, fotoğraf makineme el koyuyor. Çıkardığı filmi başhekime uzatıyor.
“Etmeyin eylemin” serzenişlerim arşı göğü inletiyor.
Elime tutuşturulan fotoğraf makinemi alarak sözde küskün küskün, içten hin hin gülerek uzaklaşıyorum oradan.
Zulamda asıl filimim duruyor, doğru gazeteye gidiyorum.

Ertesi gün Günaydın gazetesinde, ‘Bu fotoğraflar morgun içinden çekildi’ başlığı ile verildi rahmetlilerin haberi…

Sence ‘Morg muhabirliği’ yapmamış mıyım?

Bahri Kayaoğlu

Bahri Kayaoğlu

Not: Bu süper bir anı.. O dönem muhabirlerinin anılarında böyle benzer hatıralar vardır.. Genco ve Turgut’unki ise bambaşka…

Misal, Burak Ersemiz’in gece yarısı morg kapısını kırdığını anımsarız. Hastana görevlileri gün ışıyana kadar kaçmıştı, “ölüler ayaklandı” diye:))))

Ancak Genco Sabancı ile Turgut Özen’inki başka bir boyut.. Bir (1) yük boyunca hergün morgdalar..

Geno Sabancı’nın NOT’u:

Evet bizimki bir yıl sürekli, devamı aralıklarla 1.5 yıl. Bahri’nin dedikleri hepimizin tek seferlik yaşadıkları var. Aksaray’da küçük bir çocuk hastanede tedavi sürecinde vefat etti. Aile doktor hatası diyerek Fatih Adliyesi Cumhuriyet Savcılığına şikayette bulundu. Babayı yanıma alarak cenazenin olduğu bugün de hala kullanımda olan merdiven altındaki Cerrahpaşa hastanesi morguna gittim. Görevli yok, cenazelerin içinde olduğu soğuk hava tüpleri karşımda. Başladım sırayla çekip cenazeleri kontrol etmeye. 20 tüp var ve en altta sağdan 3’üncü tüpü çektim, çocuk bunda. Babasının evladına bir bakışı var, o an 3-4 kare çektim ve tüpü kapatıp babanın koluna girip çıkardım. Ertesi gün Sabah’ta birinci sayfadan, ‘Evlada son bakış’ başlığıyla yayınlandı. Haber üzerine Cerrahpaşa morguna gazetecilerin girmesini yasakladılar. Aksaray’dan her geçişimde o babayı ve evladı hatırlarım, içim burkulur. Ve bu haberle birlikte meslek yaşantımda yaptığım tüm haberler arşivimde mevcut.

Genco Sabancı