En komik hikayelerimden birini yazdım. Dikkat, fotolar çıplaklık içermektedir

 

Bana göre bu güne kadarki en komik hikayelerimden birini yazdım. Şimdiden uyarayım, fotolar çıplaklık içermektedir.

Güney Afrika’da çektiğim bikinili kız fotosunu şikayet eden arkadaş hala aramızda ise bilgisi olsun 🙂

Çıplaklık yazının içeriğinin bir parçası olduğu için sansür uygulamayı uygun görmedim.
Neyse işte okuyun, eğlenin, bir delikanlının maymuna nasıl dönüştüğünü görün :)))

Asım Güneş – At Kendini Denize

Gezgin Gazeteci Asım Güneş yazdı..

Orta Amerika’ya komik bir hikayeyle veda etmiştim. Hadi Güney Amerikaya’da daha komiğiyle başlayalım. Hem biraz moraliniz yerine gelsin.

YASAL UYARI: Fotoğraflar çıplaklık içermektedir. Belki çıplaklık kısmına sansür uygulamalıydım ama olayın bir parçası olduğu için olduğu gibi koydum.

Sonra yok ben duymadım, yok ben görmedim demeyin :))

OKALIPTÜS YAĞI VE HAFTANIN SALAĞI.

Vize mi iki kere uzatarak 6 ay kaldığım Guatemala maceramın son günlerindeyim. Sürekli “Gideceğim, ayrılacağım, devam edeceğim” diyorum ama hep bir şeyler çıkıyor ayrılamıyorum. Guatemala girdabı sürekli bir bahaneyle çekiyor beni kendisine.
“Uçurtma festivalini bekle” dedim kaldım, Atitlan Gölünde kalacak komün buldum uzattım, “hadi yılbaşı müzik festivali var” dedim kaldım, en son olarak ta Ocak ayındaki Rainbow Gathering’i (Gökkuşağı buluşması) beklemeye başladım.
Fungi Akademi’de (Atitlan Golündeki komün) kalırken, ‘beginner’ olan ‘hippi’ seviye mi yükseltmeye çalışıyordum aynı zamanda. Komünde geçirdiğim zaman ve müzik festivali sonrası ancak pre-intermediate olabilmiştim. Ama, Gökkuşağı Buluşmasına katılırsam bir an da “advance” seviyesine çıkabileceğim söylenince, dedim bir göreyim bakayım ne oluyormuş burada. Iyiki de demişim. Hayatımdaki en ilginç tecrübelerden biri oldu 🙂
Gökkuşağı Buluşması (Rainbow Gathering) 1972’de Amerika’da doğmuş, sistemle uyumsuzların bir araya geldiği bir çesit alternatif yaşam kampı. Bu hardcore hippi buluşması dünyanın bir çok ülkesinde yapılıyor ve yaklaşık bir ay sürüyor. Katılabilmek için yeri bilen birilerini bulmak yeterli. Çünkü öyle kamuya açık yapılan birşey değil. Zaten kamuya açık olması çok sağlıklı da değil 🙂 Neyse bunu daha sonra detaylı olarak yazacağım. Şimdi sadece ‘haftanın salağı’ olmamı sağlayan hikayeyi paylaşayım.

Sonuç itibarıyla Fungi Academi’de tanıştığım profesyonel hippilerden öğrendim yeri. Pasifik kıyısında bir yer. Tabiki söylemeyeceğim. Gizem olsun biraz 🙂
Sabah Antigua’dan çıktım yola, otobüs, otostop filan derken öğleden sonra vardım. Genelde yerleşim yerlerine bayağı uzak düzenleniyormuş bubbuluşmalar, ama bu seferkinin oldukça yakınında köyler vardı. Köydeki herkes nerede olduğunu biliyordu buluşmanın. Sorunca hemen gösterdiler. Bu kadar çıplağı gözden kaçırmak mümkün değil zaten:))
Sonuçta vardım kamp alanına. Herkes Pachamama’nın hediye ettiği, en janjanlı kıyafetini giymiş takılıyor çevrede 🙂 Tabi normal kıyafetliler de var. Zorlama yok. İsteyen istediği gibi giyinir ya da giyinmez.
Önce bir “Ne oluyor lan” dediysem de kısa sürede alıştım ortama. Hem Meksika’daki Zippolite Plajından deneyimliyim hem de sürekli “Welcome brother” diye sarılıp duran sub-tropikal insanlara ısınması, benim gibi kutup iklimine sahip biri için bile zor değil.
Neyse işte öyle cıbıl cıbıl geziniyoruz ortalıkta. Millet oyunlar oynuyor, farklı konularda workshoplar yapıyor, ya da yatıp uyuyor. Yani ortam harika.
Her yemek öncesi, el ele tutuşup kurduğumuz çemberde yarım saat şarkılar söyleyip sürekli birbirimizi öpüp durmamızı saymazsak tabi. Kendimi anaokulunda gibi hissettim bazen. Midem açlıktan ramazan davulu çalıyor, biz hala “Every little cell in my body is happy’ diye zıplayıp duruyoruz. Ulan birinizi yiyeceğim göreceksiniz Unity Tribe’ı, Healing Light’ı filan 🙂

Öyle mülkiyet filan da yok, görünür de her şeyi paylaşıyoruz. Para filan da geçmiyor, değiş tokuş usulü. Tabiki elektrik filan olmadığını, öyle teknolojik şeylerin hoş karşılanmadığını söylememe gerek yok umarım bu kadar şeyden sonra 🙂
Neyse dedim ya her şeyi paylaşıyoruz diye. Hastalıklar da buna dahil. Biri hastalandı mı bütün Living Light’ın çocuklarına geçmesi çok uzun sürmüyor.
Işte böyle bir paylaşım da, ‘ishal’ rüzgarı, bütün komünü sallıyor. Hatta yaşanan bir kazayı anlatmayacağım burada, mideniz kalkmasın diye:)
Neyse, ‘Hindistan’da bile ishal olmadım’ diye hava atan bana da bir çarptı bu rüzgar, nerden geldiğimi şaşırdım yeminle. Rüzgar değil Katrina kasırgası mübarek. Yani öyle böyle değil. Yemeğin ağzımdan girmesiyle aşağıdan çıkması arasındaki süre 60 saniye kadar. Yemekler sanki skydiving yapıyor.
Ilk gün, tuvalet çukurunun çevresine kamp attım resmen. Ayağa kalkacak halim de yok ayrıca. İkinci gün biraz iyileşmeye, gücüm yerine gelmeye başladı ama mide hala açıklarda kaba dalgalı.
Amerikalı gençten bir çocuk vardı. Çocuktan hiç hazzetme miştim gördüğümde. Bu, Hollywood kolej filmlerinde, herkesle dalga geçmeye çalışan, pis pis şakalar yapan zengin piçini andırmıştı. Neyse bu eleman durumumu görünce, okaliptüs yağı olduğunu, iyi gelebileceğini söyledi. Bak dedim “çocuğun hakkını yemişim, ön yargı ne kötü birşey”. Ama yine de güvenmiyorum elemana. Daha sonra ayrı hastalıktan muzdarip Avrupa’lı bir çocuk kendisininde içtiğini, 8 saat dünyayla bağının kesildiğini ama midesinin düzeldiğini söyleyince, ‘iyi’ dedim “Ver bakalım”. Bu kemerine asılı küçük bir şişe çıkardı, göz damlalığını fulleyip boşalttı ağzıma. Şimdi tadını tam hatırlamıyorum ama kötü değil di.
Neyse, teşekkür edip döndüm oturma alanıma. Yabancı bir elemanla havadan sudan konuşuyoruz.
Yarım saat kırk dakika geçti geçmedi, mideme vuran Katrina bu sefer kafama vurdu. Benim gözler kaymaya başladı. Karşımdaki eleman birşeyler diyor ama 30 km öteden geliyor sanki sesi. Gözlerimi adama odaklayamıyorum, tavşan gibi sanki sürekli kaçıp duruyor benden. Bırak gözlerimi odaklamayı düşüncelerimi odaklayamıyorum. Ulan ne oluyor bana derken, yağı veren elemanın pis pis sırıtan yüzü geldi gözlerimin önüne. O zaman ayıldım ne olduğunu. Pezevenk uyuşturucu vermişti.
Hatta yancısı olan Avrupalı elemanla kıkır kıkır güldüklerini bile duydum sanki hayalimde 🙂
Neyse karşımdaki eleman konuşurken ben kafamı düz tutmaya çalışıp, ne yapmam gerektiğine karar vermeye çalışıyorum.
Allahtan, festivalde tanıştığım Türk arkadaş Nejat Şen’de rainbowdaydı. Ben gittim, gidiyorum derken biran onu gördüm. Okyanusa düşmüş Titanic kazazedesi gibi bağrındım Nejat’a. Sesim çıktı mı ondan bile emin değilim aslında. Neyse çıkmış olacak ki, duydu geldi yanıma. Dedim “Ben gidiyorum, kafa gidiyor. Bu Amerikalı pezevenk bana birşey verdi. Boyut değiştiriyorum, bana özellikle de çantama mukayyet ol” Net hatırlıyorum, çanta da önemsediğim tek şeyde fotoğrafların olduğu hafıza. Diğerleri ipimde değil. Nasıl bilinç altıma işlemiş ise kafa giderken bile onu düşünüyorum.
Neyse Nejat, bu tip mevzularda çok daha tecrübeli. Sakin sakin dinledi, gözlerime baktı filan. Dedi “Sana uyuşturucu vermişler. Asit filan mı acaba, nasıl hissediyorsun”
Hissetmek ? hissetmiyorum ki uçuyorum resmen. Mantıklı düşünmek ne gezer. O asit deyince zihnim otomatik olarak zehiri belirledi. Tabi tabi olsa olsa asit vermiş olmalı bana şerefsiz. Hem muhtemelen asit diyorum hemde “Elemanı yakalarsam annesiyle ilgili derin sohbetlere gireceğimi” söylüyorum. Ama salak kafa düşünmüyor ki, asit verse benim ışın kılıcına dönmem lazım, böyle patates püresine değil.
Ben “asit, asit” deyince onun da kafası karıştı. “Allah allah” dedi “asitin etkisi böyle olmamalı”.
Ama nerede bende etki-tepki denklemini düşünecek kafa. Merovingian gelse çare etmez.
Sonra tuttu beni daha sakin bir yere götürmek için kaldırdı ama üzerime traktör koymuşlar gibi. Zaten yarı yolda düştüm kaldım. Bir yandan Nejat alnımı ovuyor, diğer yandan durumumu gören başka bir kız “İyisin, iyisin merak etme” diye sakinleştirmeye, bad tribe sokmamaya çalışıyor.
Duyuyorum dediklerini ama konuşacak halim yok. Bırak konuşmayı göz kapaklarımı kaldıramıyorum. Solu kaldırıyorum sağ düşüyor, sağı kaldırıyorum sol sizlere ömür. İkisini birden kaldırmaya çalışmak, silkmede olimpiyat rekoru kırmak gibi birşey.
Neyse bu kızcağız da girdi koluma, birlikte taşıdılar beni sakin bir yerdeki ağacın gölgeliğine.
Kafa biraz yerine gelir gibi olunca dedim Nejat’a “biraz yalnız kalayım, kötü hissedersem haber ederim”
O da “Tamam ara ara kontrole gelirim” deyip kampa döndü.
İlk bir saati böylesine kötü triple geçti. Aslında kötü hissettiren beklemediğim hazır olmadığım etkiydi. Ne de olsa sadece okaliptüs yağı içmiştim. Böyle kafa yapacak olsa koalalara yapardı. (Gerçi hayvan bütün gün ağaca asılıp durduğuna göre yapmış ta olabilir 🙂
İlk şoku atlatıp kendi kendime kalınca sakinleştim. Dedim “Ne verdiyse verdi. Var mı yapabileceğin bir şey? yok, eee o zaman tecavüz kaçınılmazsa tadını çıkar”
O andan itibaren yaşadığım tripte güzelleşti. Gelip durumumu soran herkese “iyiyim iyiyim” derken, ne verdilerse artık o maddenin de, beynimin en karanlık kıvrımlarına girip aydınlatmaya çalıştığını hissettim. Sanki geçmiş bütün yaşanmışlıklar, duygular, düşünceler, pişmanlıklar aynı suyun içinde süzülüyor, birbirleriyle şimdiye kadar hiç kurmadıkları ilişkiyi ve kabullenmişliği yaşıyorlar dı. Ben de ya da ben olarak tanımladığım bilincimde bunların arasında gidip gelmeye, sanki hakemlik yapmaya başladı. Nasıl hatırladığımı bile anlamadığı anılar arasında yüzmeye. Sürekli farklı duygu ve düşünceler arasında ışık hızıyla gidip gelmeye, bağlantı kurmaya ve anlamlandırmaya. Daha da önemlisi kabul etmeye. Ama bazı yerler varki o kadar sıkı kapalı ki bu durum bile aydınlatamadı. Sürgüleri esnetti ama kapıyı açamadı 🙂
Neyse işte tam olarak anlatmam mümkün değil. Yaklaşık 7 saat yatmışım o ağacın altında. Kendime gelmeye başladığımda, emin değilim ama sanırım yüzümde istem dışı bir gülümseme vardı. Bir de artık yağı veren elemana kızgın bile değildim.
Daha sonra Nejat yüzünde bir gülümsemeyle geldi.
Dedi “Çözdüm olayı”.
Meğer eleman bana “canabis yağı” demiş, ben salak ta onu okaliptüs yağı anlamışım. Hatta durmumu oğrenince bayağı üzülmüş. Bu, ana dili ingilizce olanlardan nefret ediyorum bazen. O kadar hızlı konuşuyorlar ki ne dediklerini anlamak mümkün olmuyor. Tabi asıl salaklık bende. Anlamazsın, dinlemezsin ne atlarsın hemen :))
Neyse işte tahmin ettiğiniz gibi mevzuu grup içinde hemen yayıldı. Zaten insanların dedikodu yapmak, birbiri hakkında konuşmaktan başka fazla seçeneğide yok. Yuval Noah Harari’nin dilin ortaya çıkışı ile teorisi doğru sanırım.
Sonuçta ‘haftanın salağı’ ünvanını alnımın teriyle hak etmiş oldum
:)))
Ha bu arada Canabis belki bir hafta daha dolaştı durdu beyin kıvrımlarında, elinde süpürge temizlemeye çalışan bir çöpçü gibi.
:)))

Asım Güneş – Gezgin Gazeteci

At Kendini Denize