Bunları evinize sokmayın.. Bayram Yaşlı medya dünyasının kokuşmuşlarını yazdı

BUNLARA İNANMAYIN, EVLERİNİZE KONUK ETMEYİN…

Bugün siz değerli okuyucularımla birlikte biraz medya dünyasında gezintiye çıkmak istiyorum. İlk satırı okuyunca, ‘’bu da nereden çıktı’’ diye hemen tepki göstermeyin lütfen.

Medya dünyası derken, hemen hemen her akşam evimize konuk olan ekran yüzleri, yorumcular ve elimize aldığımız bir gazetenin köşe yazarından söz ediyorum elbette.

Bu yüzler ve kalemşorlar, haber sunar, yorum yapar, köşe yazılarıyla güya, toplumsal tepkileri halka anlatır gibi bir görev yüklendiğini zanneden tiplerden söz ediyorum. Bunları anlatmaya çalışacağım. Çünkü bunlar her iktidarda kendi kendilerine görev addetmiş, olmadık şeyleri gerçekmiş gibi göstererek, adeta bir polis, bir savcı, bir hakim gibi davranmaktan kaçınmayan zatlardır.

Bunlar, iktidarın nimetlerinden faydalanmanın dışında, ete kemiğe bürünen hiçbir soruna ciddiyetle yaklaşmayı beceremeyenlerdir.

Bunlar, sadece sipariş üzerine haber sunar, yorum yapar ve kalem oynatırlar. Bunlar, işine gelmediği zaman, ortalıktan aniden yok olan beceriksizlerdir.

Ama devran bunlardan yana, bu tipler de bir an önce, hangi bankayı dolandırayım, nereden yalı ve köşk alayım, hangi marka araçla çaka satayım derdi peşinde koşanlardır. Bunlar, toplumu ayrıştıran, felakete sürükleyen tellallardır…

Bunları dillendirirken, niye isim vermiyorsun diye hemen kızmayın. Hangi birinin ismini yazayım. O kadar çoklar ki. Her televizyon kanalını açtığınızda hemen sırıtan tipler işte bunlar. Ahmet, Nagehan, Cem, Nevzat, Ali, Veli fark etmez. Siz anladınız zaten, bir de ben midenizin bulanmasına, yüreğinizin sıkışmasına vesile olmayayım.

Bu tipleri iyi bilirim, sizlerin de iyi bildiğini sezinliyorum. İnanın ki, bu vicdansızların suratını her gördüğümde 30 yıllık meslek hayatımdan utanır hele geldiğimi sizlere itiraf etmek istiyorum.

Çünkü gerçek gazeteciler bunların yalakalığı, ikiyüzlülüğü ve onursuzluğu yüzünden köşelerine çekilmek zorunda kaldılar. Meydan bu tiplerle doldu taşıyor. Biri birlerinin pisliğini ulu orta yaymaktan kaçınmazlar, kim daha iyi yalakalık yapar diye hipodromda koşan atlara taş çıkartırcasına coşarlar.

Yeri geldiğinde belden aşağı vurmaktan çekinmezler. Hatta biri birlerine ağıza alınmayacak küfürler eder, daha sonra da kol kola gezmekten utanmazlar. Bunların alın yazısı sanki ayni anda yazılmış gibi. Ha birde bunlar sayesinde, ‘’İslamcı Yazar’’, ‘’İslamcı Olmayan Yazar’’ diye bir kavramla karşılaştık. Tövbe estağfurullah, dini bile yalakalığa ve çıkarlarına alet etmekten bile utanmaz bunlar.

Bunlar var ya bunlar, karı ile kocayı yalan ve dolanlarıyla bile boşayıverir. Çünkü bunlarda ahlak ayaklar altında, varsa yoksa, dalavere. Utanıyorum aslında, ama ne yapayım. Ben her gün bunlarla haşir neşir olmaktan yoruldum, bitap düştüm.

Siz de sakın ola ki, bunların yazıp çizdiği saçmalıklara, anlattıkları ve kendilerinin bile inanmadığı duygu sömürüsüne kanmayın diye anlatıyorum. Bunu paylaşmamış olsaydım kendimi sizlere karşı suçlu hissederdim de ondan. Bunlar, insan olmanın erdemlerinden yoksun zatlar…

Bugün gazete ve TV’lerin yazı işleri, haber merkezlerine kısa da olsa göz gezdirdiğimde iki parmaktan öte gidememenin üzüntüsü içindeyim. Niye böyle oldu diye sormakta haklısınız. Türkiye’de basın hiçbir zaman özgür olmadı da ondan.

Hep dördüncü kuvvet diye bilinen basın, sermayenin güdümünde, işadamlarının ihale kapma kuvveti haline geldi de ondan. Bu nedenle, İktidar erki ile iyi geçinmeyi kendine ilke edinmiş tipler de işte böylece ekranlarda, gazete sayfalarında bir biriyle yarışı hale gelmekten kendilerini alamaz oldular da ondan.

Gazeteci, halkının yanında olması gereken bir güç olduğunu daima bilen olmalıdır…

Peki diyeceksiniz, hiç mi iyi gazeteci yok diye. Elbette ki var, hem de binlercesi. Onlar bizim rehberimiz, idolümüz olanlardır. Ama bugün birçoğu aramızda yok. Mesela Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Yaşar Kemal, Musa Anter ve niceleri. Halkına doğru ve tarafsız haber verebilmek için gecesini gündüzüne katan, Hırant Dink, Metin Göktepe’ler de unutulması mümkün olmayanlar arasındaki yerlerini alacak olanlardır. Var da, şimdi nerede bunlar diye sormakta da haklısınız.

Ayakta kalanlar, orada burada ücretsiz de olsa meslek onuruna yakışır tarzlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Ama sesleri birçoğuna ulaşamaz durumda. Duyurma çabasında direnenler de haklarında ipe sapa gelmez iddialarla, cezaevlerinin yolunu tutmaktan kendilerini alamayanlardır. Türkiye’ de bugün tarihi itibariyle çeşitli yayın organlarında çalışan 162 gazeteci cezaevlerinde. (Bunların içinde sözde gazeteciler de var.) Ne kadar çok değil mi? İşte asıl sorun da burada ya.

Gerçek gazeteciler, sadece yazdıklarıyla dört duvar arasında yalnızlığa itilirken, ortalıkta gazeteciliğin (G) sinin bile farkında olmayanlar, toplumu ayrıştırmakla, insanların yaşamına kastedecek kadar gaddarlaşarak, sadece ve sadece kendi çıkarlarını koruma sevdası peşinde koşmaktan başka bir halt bilmezlerdir.

Ama gün gelir devran döner, yalnızlaşacak olanlar da bunlar olur. Peki, dünyada en çok gazetecinin öldürüldüğü ülke hangisi diye sorarsanız tabi ki de Türkiye derim. 1909 yılında serbest gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesiyle başlayan süreçten bugüne değin, Türk, Kürt ve Ermeni gazeteci olmak üzere 112 kişi çeşitli suikastlarla hayatlarının baharında aramızdan ayrıldılar. Ha bu arada zamanınızı almışken değinmeden edemeyeceğim bir konu daha var. O da, televizyon ekranlarında son yıllarda sıkça gördüğümüz ve kendilerine akademisyen diyen ağzı çorba kokan, unvanlarının önüne profesör ve doçent ekleyen tiplere rastlar olduk.

Bu tipler, iktidar deviriyor, partilere genel başkan seçiyor, seçmenin nabzını okuyor, hangi partiye oy verdiklerine kadar saçma sapan, bilimsellikten uzak görüşler ortaya atma yarışına girdiler. İnsanın sorası geliyor, bunca eğitimi halkı yanıltmak ve taraf olmak için mi gördün. Hele bazıları var ki, insan dinlerken hop kalkıyor, hop oturuyor adeta. Parlamenterlerin tutuklanmasını istiyor. Savcı ve hakimlere davetiye çıkararak, göreve çağırıyor. İdamın kaçınılmaz olduğundan dem vurmaktan, sınır komşularımızla savaşa girmeye kadar, kendilerini alamaz bir ruh haline bürünüyorlar. Oysaki akademisyenin temel görevi, bilim olmalı…

Sizleri yordum mu bilmem ama bunları bilin istedim. Yalaka ve yandaş gazeteciler gibi bunlardan da uzak durun, evlerinize, ofislerinize konuk etmeyin. Siz bunları dinlemedikçe, yazılarını okumadıkça inanın ki, huzura kavuşursunuz. Fitne-Fesat yuvaları başlarına yıkılır, neye uğradıklarını şaşırır hale gelirler. İşte o zaman ipe sapa gelmez görüşlerinin artık itibar görmediğini anlar, çareyi başka alanlarda dalavere çevirmeye yönelirler.

Basını özgür olmayan toplumlar, demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla inşa edemez. İnsan hakları evrensel değerlerinden söz edemez, özgürlüklerden dem vuramaz… Sevgiyle Kalın…

Bayram Yaşlı

Kaynak: Facebook

http://www.guneydoguekspres.com/mobil/kose-yazisi/976/bunlara-inanmayin-evlerinize-konuk-etmeyin.html