“Beyoğlu’nun kalabalığından bunaldığım anlarda sığınağımdı burası”. Asım Güneş yazdı

Beyoğlu’nun kalabalığından bunaldığım anlarda sığınağımdı burası. Girişte bir millipiyangocu, avlunun içinde sağda, ismini şimdi hatırlayamadığım yaşlı bir amcanın çay ocağı vardı.

Kırık dökük banklarına oturup, gölgesine sığındığımda başka bir dünyaya adım atmış gibi olurdum.
Dışarının gürültüsü de giremezdi içeri. İçerideki bir kaç imalathanenin sesi, çay bardaklarının şıngırtısı ve avluyu dolduran bir sürü kedinin oynaşmaları dışında.

Hele göbeği yere değen siyah beyaz bir obez vardı ki. “Basket topu” diye anardım kendisini. Elimde kitap, bir bardak çay yenilerdi beni. Gerçi kedilerle oynamaktan, 2-3 sayfadan fazla okuyabildiğimi hatırlamam. Arada Asmalı’ya kadar gidip pamukşekerle döndüğüm de olurdu avluya. Genelde kimseyle gitmezdim oraya. Kendimle baş başa kaldığım, düşündüğüm, hesaplaştığım, hayal kurduğum gizli adaydı.

Belki yaşlıydı, belki kırık döküktü, belki sıvaları dökülmüş biraz da kirliydi ama rahatça koklayabileceğiniz binlerce anısı ve gencecik bir ruhu vardı.
Bu ülkede iyi bilinen şeylerden biri öldürmek. Sadece birbirimizi, kadınları, hayvanları, doğayı öldürmekten bahsetmiyorum. Çünkü bunların daha kötü durumda olduğu ülkeler de biliyorum. Ama ruhları öldürmek.

İşte bu konuda Olimpiyat Şampiyonluğuna oynuyoruz.
İnsanın, toprağın, yapıların hafızasını katletmek konusunda da muhteşemiz. “Muhteşem Yüzyılın” muhteşemi değil ama bu.

Bana göre, gelişmişlikle, geri kalmışlık arasındaki en önemli farklardan biri bu. Londra’ya gittiğinizde “En genç yapısı 200 yaşında” diye şaka yapılır.
Oradaki geleneksel siyah taksileri değiştirmeyi teklif edin bakalım ne oluyor. Araçlar yenilense bile eski görüntüsüne sadık kalır yenisi.
Filipinlerde Jeepney’leri, Tayland’da Tuk-Tuklari, Hindistan’da Rikşaları, Guatemala’da Chickenbus’ları değiştirmek kimsenin aklına gelmez. Çünkü insanın, ülkenin, kültürün simgeleridir bazı şeyler.

Ama biz bunu, sözde gözbebeğimiz İstanbul’un dolmuşlarına gözümüzü kırpmadan yaptık. Güzelim uzun kuyruklu, direksiyondan vitesli araçların yerine, şekilsiz, ruhsuz, iğrenç Ford’ları doldurduk.

Şehirle özdeşleşmiş vapurları, yeni ucubelerle değiştirmeye çalıştık.
Nostaljik bir ‘eskiye’ güzelleme yapmaya çalışmıyorum. Tam tersine yenilenmeyi severim ama bazı şeyleri sakınarak, koruyarak. Bence sadece canlıların değil, geçmişinde yaşanmışlık olan her şeyde bir ruh var ve korunmaya değer.

Yanlış anlaşılmasın, hükümete filan da yüklenmiyorum ya da siyasi bir partiye atmıyorum suçu. Çünkü bu bir hükümet, bir siyaset, bir ideoloji sorunu değil.
Bu bir kültür sorunu ve biz bu konuda çok kötü durumdayız.

Asım Güneş

Bu ülkede ağaçların yeşilinden betonun grisine geçiş yapmaya #Restorasyon denir. İstanbul Narmanlı Han öncesi ve sonrası.

Bülent Şık