Asparagascıları ortaya çıkartan adam. Kalem gücü Allah vergisiydi.. Cemil Özyıldırım, hatırlamanız için Celalattin Çetin’i yazdı

Babıali’nin kalem şövalyesi
Türk basınının usta kalemlerindendi.
Bu ustalık ona Allah vergisiydi.
Meslek hayatında hep yarışmacı, gözlemci, seçici olmuştu.
Çalıştığı gazetelerdeki usta kalemleri yakından izler, yazılarını, haberlerini gizli-gizli okur, bu gizlilik belki de onlara karşı ‘’Bir kalem stratejisi’’ oluşturmak istemesinden kaynaklanırdı.
Hürriyet’te yine usta bir kalem olan çalışma arkadaşı rahmetli Necmi Onur ile de büyük bir rekabet içinde olduğu, dikkatlerden kaçmazdı.
Kars’ın Kağızman ilçesinde 27 Mayıs 1928 yılında doğmuş, memleketinin yazları kısa, kışları uzun ve sert geçen havası, ona da sert bir hava vermişti.
Kendisini eski bir boksör olarak da tanıtırdı.
İkizler burcuydu.
Bu burcun özelliklerini, zekası, ataklığı, taklit yeteneği, işe konsantrasyonu, karşısındaki insanı kolay etkilemesi ile belli ederdi.
Dostlarını seçerken düşünür, tartar, sonra karar verirdi.
Buna rağmen ilişki kurulamayacak, dost olunamayacak, eli tutulamayacak bir insan değildi.
Zira o sert görünüşünün arkasında yumuşak da bir kalp taşırdı.
Çocukluk, gençlik ve delikanlılık çağları zorlu geçmiş, kendisindeki kalem kabiliyetini fark ettikten sonra, şiirler ve küçük hikayeler yazmıştı.
Bu şiir ve hikayeleri, Varlık, Ataç, Yenilik ve Yeditepe dergilerinde yayınlandı.
İstanbul’a genç yaşta geldi, Kabataş Erkek Lisesini bitirdikten sonra askerlik görevini yaptığı Kore’de, yaşadıklarını anlattığı ‘’Uzak doğudan getirdiklerim’’ adlı yazı dizisi, ona 1956 yılında gazeteciliğin kapısını açtı.
Dünya, Vatan, Tercüman, Akşam, Günaydın, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde çalıştı.
Birçok meslek ödülünün de sahibi oldu.
Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca ile Roma Cezaevinde röportaj yapmayı başaran ilk Türk gazetecisiydi.
1969 yılında Günaydın gazetesinde yayınlanan röportajında ise, alkol bağımlılığından 8 defa akıl hastanesine yatan ünlü sinema sanatçısı Münir Özkul, insanı dehşete düşüren itiraflarını ilk kez ona yapmıştı.
Özkul’un “Evlendiğim kadınların üçünü de öldürmek istedim.
Ama beceremedim.
Hepsini yaralayıp bıraktım. Ben bir dipsomandım.
Alkolik olmak o kadar tehlikeli değildir.
Ama dipsomani korkunçtur.
Kriz devresinde kolonya içer insan, gaz içer, hatta lizol dahi içer.
Öyle ki bir günde 7 şişe votka, 12 şişe cep kanyağı içebilecek bir noktaya gelmiştim.” 
şeklindeki itirafları, hala hafızalardadır.
Kıbrıs barış harekatında esir düşen gazeteciler arasında da, yine o vardı.
Hürriyet Gazetesi emekçisi, usta gazeteci, rahmetli Celalettin Çetin’den söz ediyoruz.
Celalettin Çetin’in yayınlanmış kitapları da var.
Sarı Çam (1961 – Şiir). Saat Altıda Gel (1965- Roman), 352. Sokak (1974 -Roman), Göçük (1977- Roman).Bir Gazetecinin Not Defteri (1980- Röportaj). İşte Babıâli (1991-Hatıra)..
Celalettin Çetin’in, Güneş Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Büyükçelebi ve gazeteci Ufuk Büyükçelebi’nin de dayısı olduğunu hatırlatalım.
22 Şubat 2006’da 78 yaşında kaybettiğimiz, mezarı Aşiyan’da olan iki çocuk babası Celalettin Çetin’i geç kalsak da, meslek anılarından derlenen notlar ile yad edeceğiz.
Geç kalsak da derken, meslektaşlarından ne bir anma, ne bir mezar ziyareti, ne de dostları ve sevenlerinin onun için bir gün düzenlememelerine de işaret ederek, kendimize dönük bir sorgulama yapmamız gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Hatta memleketinde yayınlanan Kars gazetesinin bile, Celalettin Çetin’in resmi üzerine pas ettiği ‘’Kağızmanlı gazeteci anılmayı bekliyor’’ yazısı ile hemşerilerini kınaması, bu tespiti doğrular nitelikteydi.
Celalettin Çetin için anlatılan ve onun tarafından da yalanlanmayan bir anı, çok ünlüdür.
TRT siyah beyaz ekranla tek kanal üzerinden yayına başladığı 1968 yılında, profesyonel gazetecilere sokak röportajları yaptırıyordu.
Celalettin Çetin de bu gazeteciler arasındaydı.
Gece yaşamını yansıtmak amacıyla eline mikrofon tutuşturulan Celalettin Çetin, bir gece kameraman ile günün her saatinde yaşamın hareketli olduğu İstiklal Caddesine çıktı.
Kamera ve mikrofonu gören meraklılar da arkalarına takılmıştı.
Çetin röportaj için konu ararken, Mis sokaktan caddeye savrulan dumanı ve etrafa mis gibi yayılan et kokusunu fark etti.
Adımlarını sıklaştırıp elinde mikrofon, arkasında kameraman ve sayıları giderek artan meraklılarla sokağa girdi. Seyyar bir arabada, 45-50 yaşlarında bir adam köfte pişirmekte, bekleyen müşterilerine ekmek arası yapmaktaydı. Köfteciye yanaştı.
Kamera ve mikrofonu gören adam, beyaz önlüğünü düzeltip, endişeli gözlerle bakarken, Celalettin Çetin: ‘’TRT’den geldik. Halkla konuşuyoruz.’’ diye köfteciyi rahatlattı.
Köftecinin çevresi sarılmıştı.
Mikrofon uzatıldı.
Çetin de heyecanlıydı ve ilk soru şöyle geldi. ‘’Bay köfteci burada ne satıyorsun?’.
O döneme yetişmedik ama, büyüklerimizden ekrana yansıyan bu görüntünün ayrıntılarını dinledik.
TRT’de çekimin kurgusu yapılırken, acaba neden heyecandan sorulan bu soruyu makaslamamıştı?
Tevatür odur ki, TRT muhabirleri dışarıdan program yaptırılmasına karşıydı.
Celalettin Çetin için bir başka anı da, onunla Hürriyet’te çalıştığımız 1970’li yıllardan.
1973 yılında Bakırköy Akıl Hastanesinden sık-sık hastaların kaçması, gazetelere konu oluyordu.
Hatta bazı hastaları hastane kıyafetiyle sokakta yakalayan gazetecilerin onlarla röportajlar yapması, hastane yönetimini hayli kızdırmıştı.
Bu nedenle hastaneye gazeteci girişleri de yasaklandı.
Bu yasaklama, Celalettin Çetin’i de kızdırdı. Hastaneye gizlice girmeyi kafasına koymuştu.
Hemen harekete geçti.
Celalettin ağabey gözü pek, hayli hareketli, ne zaman ne yapacağı belli olmayan, biraz da deli-dolu bir gazeteciydi. Kotardığı bir işten sonra, soluğu yazı işlerinde alır, yaptıklarını o tok sesi ile ayrıntılı bir şekilde anlatırdı.
Ancak rahmetli Çetin Emeç’in yönetimin başına gelmesinden sonra, yazı işlerinden ayağı kesildi.
Bağımsız çalıştığı için, bir gün aklına koyduğunu uyguladı.
Bakırköy Akıl Hastanesine gizlice girip, hastaları koğuşlarında ziyaret etti.
Onlarla röportajlar yaptı.
Ben o dönemde Hürriyet Haber Ajansında çalışıyordum.
Bu anıyı da, yazı işlerinde çalışan arkadaşlarım şöyle anlatmıştı:
‘’Celalettin Çetin hastane dönüşü yine yazı işlerine geldi.
Öğleden sonra, baskı saati yaklaştığı için, yazı işlerinde hayli telaş vardı.
Herkes zamana karşı yarış halindeydi.
İşte o saatlerde Celalettin Çetin heyecan içinde gelip, Bakırköy Akıl Hastanesine nasıl girdiğini anlatmaya başladı:
‘’Önce çevreyi kolaçan ettim.
Kapıda güvenlik tedbirlerini çok artırmışlardı.
Kapıdan girenlere kimlik soruyorlar, hatta üstlerini arıyorlardı.
Bahçeye de gözetleyici adamlar yerleştirmişlerdi.
Hastanenin etrafını dolaştım.
Bahçe duvarlarının üzerinde dikenli teller vardı.
Alçak bir duvarı gözüme kestirip tırmandım.
Telleri de güçlükle aştım.
Bahçeye atladım. Giriş kapısı 100-150 metre uzaklıkta kalmıştı.
Sine-sine, ağaçların arkasına saklana- saklana binaya girdim.
Koğuşları dolaştım. Hastalarla konuştum, resimlerini çektim.
Hadi bakalım şimdi gazeteciye yasak koyan Başhekim düşünsün.
Yazı işlerindeki herkes mecburen işi bırakmış, Celalettin Çetin’i dinliyordu.
Birden yazı işleri müdürü Hüseyin Güneş’in sesi duyuldu:
‘’Tamam Celal anladık, Duvardan atladın, dikenli telleri aştın,
saklana-saklana binaya girdin.
Bravo sana.
Ama benim anlamadığım bir şey var.
Sen o hastaneden nasıl çıktın be Celalciğim’
Salonda kahkahalar yükselirken, Celalettin Çetin söylene söylene hızla dışarı çıktı’’.

Babıali’de yalan, asılsız, uydurma karşılığı bulan Asparagas kelimesinin basına ilk defa mal olduğu tarih 1963 yılıdır. Asparagas haberin üzerine bir şövalye gibi giden, bu nedenle bazı meslektaşlarını ve gazeteleri karşısına alan Celalettin Çetin’dir.
Önce Asparagas’ın doğuşunu anlatalım.
O dönemin çok satan büyük gazetesinde, birinci sayfadan resimli olarak büyük bir aşk hikayesi anlatılır.
Habere göre, Türkiye’ye Amerika’dan kesin dönüş yapan Yaşar’ın, büyük aşk yaşadığı Amerikalı zengin bir ailenin kızı olan Betty de, onun hasretine dayanamayıp arkasından gelir.
Ancak, hem Betty, hem de Yaşar aileleri tarafından ret edilir.
Bebek sırtlarında sığındıkları barakaya, Asparagas adını verirler.
Bu ismi de barakanın ön yüzüne yazarlar.
Gazetedeki resimde, barakanın önünde bulaşık yıkayan Betty, bir kenarda da Gitarı ile ona aşk şarkıları söyleyen Yaşar vardır.
Haberin başlığı ‘’Amerikalı kız Türk sevgilisiyle barakada yaşıyor’’ şeklindedir.
Haber ve içeriği ile halk arasında büyük sansasyon yaratır.
Celalettin Çetin Akşam gazetesinde çalışmaktadır.
Haberde bazı tutarsızlıkları fark edince, bu büyük aşkı araştırma kararı alır.
Bebek sırtlarında denilen Asparagas adlı barakayı, Etiler’de Krizantem sokakta bulur.
Barakanın boş bir konteyner olduğunu gören Celalettin Çetin, mahalle halkı ile de konuşmak için bir kahveye girer. Kendisini gazeteci olarak tanıttıktan sonra, barakanın sakinlerinin nerede olduğunu sorar.
İşte o anda olanlar olur.
Kahvedekiler birden ayaklanarak Celalettin’in üzerine yürür.
Onu yaka paça dışarı çıkarırken,’’Burayı aşk yuvası yapan siz gazeteciler değil misiniz?
Hani Yaşar nerede, hani Beti nerede?. Defol mahallemizden’’
diyerek Celalettin Çetin’i biraz hırpalarlar.
Ama kızgın mahalle sakinlerinden öğreneceğini de öğrenir.
Gazeteye döndükten sonra, daktilosuna kağıdı takar, ertesi gün çıkacak haberin girişi şöyledir:
’Büyük aşkın yuvası denilen Bebek’teki Asparagas barakasını, Etilerde Krizantem sokakta buldum. Sokak sakinleri dün beni gazeteci olduğuma pişman ettiler.
Meğer Yaşar denilen kişinin adı Yavuz’muş.
Amerika’dan değil, ailesi ile Fransa’dan kesin dönüş yapmış.
Betty ise, onun kız kardeşi Gülizar çıktı.
Yavuz, ailenin eşyalarını taşıyan boş konteyneri mahalledeki arkadaşları için buluşma yeri yapmış. Burada müzik dinleyip eğleniyorlarmış.
Haberi yapan gazetenin muhabiri, mahalle gençlerinin asparagas adını verdikleri konteynırın önünde, Yavuz ve kız kardeşi Gülizar’ı aşık durumuna sokarak okuyucusunu kandırmıştır. Okuduğunuz her habere inanmayın.
Kimi gazeteler sizi saflık ötesi çizgiye koyarak verdikleri kimi haberlerin, senaryolu yalan haberler olduğunu artık görün.
Bundan sonra asparagas diyeceğimiz böyle haberler, gazetelerin yüzünde kara bir leke olarak kalacaktır.’’
 Ruhun şad olsun büyük usta..
—————-
NOT: Değerli Hürriyet emekçileri, Celal Çetin’i 13 Mayıs 2017 Cumartesi günü, Aşiyan’daki mezarı başında saat 14.00’de toplanarak anacağız.
Bu anma hepimiz için bir görev, bugün adı bile anılmayan büyük ustaya vicdani bir borçtur.

Cemil Özyıldırım