SALI SALLANIR (6) Faik Kaptan’dan size özel

Çetin Emeç ailesi - Anıtkabir - Suriye Başbakanı

SALI SALLANIR (6)

UZUN, AMA OKUMAKTAN KORKMAYIN. ZAMANININZ OLDUKÇA OKUYUN. KAZANCINIZ OLUR. YİNE DE SİZ BİLİRSİNİZ…
1- ÇETİN EMEÇ OLMAK ÇOK ZORDUR.
2- RUSYA, HATAY’I KARIŞTIRMA! ATATÜRK’ÜN FRANSIZLARA SÖYLEDİKLERİNİ DE UNUTMA.
3- ANITTEPE’NİN SIRLARI.
4- THY TEKNİK’İN BAŞARISI.
5- BU KATERİNA BAŞKA KATERİNA.
6- YANLIŞ HARİTA, YANLIŞ KAVŞAK SEVİNDİKLİ.

ÇETİN EMEÇ OLMAK ZOR.

Yarım Asra yaklaşan meslek hayatımda o kadar çok Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Müdürü ile çalıştım ki inanın sayısını hatırlamıyorum.
Ama birisi var ki, menfur bir saldırı sonrası şehit olmasına rağmen halen yanımda.
Ne zaman eski zamanlarda daktilomun, şimdiler de bilgisayarımın başına otursam Çetin Emeç kuralları, istemleri, doğruları ve bilgileri hep yanımda.
Evet, dostlar Çetin Emeç. O’nu beraber çalışanlar bilir.
Haber de ne denli titiz, ne denli doğru, ne denli dikkatli olduğunu bilenler bilir.
Çektiğin fotoğrafta soldan sağa isimleri yazmazsan yandın.
İlk önceleri çok kızardık. Sonra alıştık. En sonunda da ne kadar doğru bir istek olduğunu kavradık.
Muhabirinin gönderdiği özel haberi şayet manşet yapacaksa bizzat kendisi arar ve kibarca kaynağını öğrenmek isterdi. Bu benim başıma geldi.
Turgut Özal’ın Başkanlık Sistemi ile olarak yaptırdığı referandumun perde arkasındaki bilgileri, yani kaynağı ile ilgili olarak beni aradı ve aynen şöyle dedi:
“Faik’ciğim, biliyorum haberin kaynağını sormak doğru değil, ancak bu haberi manşet yapmak istiyorum.
Mümkünse bu bilgileri kimden duyduğunu bana söyleyebilir misin?
Aramızda kalacak. Çünkü manşet yapmak istiyorum.”

Ben önce çok şaşırdım. Koskoca Genel Yayın Müdürü beni telefonla aramış rica ediyordu. Tabi hemen söyledim; “Haberin kaynağı iş adamı Ayhan Şahenk efendim” dedim.
Çetin Bey Ayhan Beyin adını duyunca hemen cevap olarak, “Ayhan Beyse doğrudur. Teşekkürler Faik. Merak etme bende kalacak” dedi ve telefonu kapattı.
Haber ertesi gün manşetti.
Sanırım başlık da, “Özal’ın Başkanlık Provası” oldu.
İşte dostlar Çetin Bey böyle bir Genel Yayın Yönetmeniydi.
Gece yarılarına kadar gazetede kalır, provaları görür içi rahat ettikten sonra evine giderdi.
Ailesine çok bağlıydı.
Eşi Bilge Emeç, çocukları Mehveş ve Mehmet (Ona hep Memo derdi) onun tüm hayatıydı. Mehveş veya Memo yurt dışından gelirken işi müsaitse havalimanına mutlaka karşılamaya gelirdi.
Mehveş’in müzikteki başarılarıyla büyük kıvanç duyardı.
Kahpeler tarafından şoförü Sinan ile beraber şehit edildikleri gün bizler de yıkıldık.
İnanın ciğerim yandı.
Havalimanını kullanışında, her gidiş ve gelişinde ki güler yüzünü hiç unutamam.
Hele bir gün Uğur Cebeci beraberindeki çok sayıda arkadaşla gazeteyi bırakıp Asil Nadir’in gazetesine gidince ertesi gün Ankara’ya giderken havalimanına gelmişti.
Araçtan indikten sonra bana döndü ve aynen şöyle dedi:
“Faik kimse kalmadı.
Artık sen de her halde Polis Muhabirliğine, ben de Adliye Muhabirliğine başlayacağız. “

Bunu söylerken bile gülümsemesi eksik olmuyordu.
Şimdi bana niçin kabristan da ki törene gitmediğimi soruyorlar?
Kimseyi kırmak istemiyorum.
İnanın o törende, aile hariç karşılaşmak istemediğim kimseler oluyor.
Bazı insanlar işleri bitene kadar.
Bittikten sonra seni yakası kirlenmiş bir gömlek gibi kenara atmak istiyor.
Fakat o öyle kolay değil. Bilenler bizi bilir. Biz hala onurumuzla dim dik ayaktayız.
44 yıl sonra Hürriyet’ten böyle ayrılmak istemezdim. Sebep olanlar utansın. Bu aşamaları da sonra yazacağım.
Ben Zincirlikuyu’ya gelemiyorum ama inanın sevgili Yaratanımla baş başa kaldığım zaman Çetin Bey her daim dualarımı gönderdiğim birkaç kişiden birisidir.
Allah’ın Rahmeti Üstünden Eksik Olmasın Çetin Bey.

Not:
Fotoğraf, belki tekrar o acıyı anımsatır ama ben o gün oradaydım.
Aileyi hiç yalnız bırakmadım.
Mehveş’in annesine sarılırken yaşadığım üzüntü inanılmazdı.
Gözümden pek yaş gelmez içime atarım, sonra da feci şekilde başım ağrır. İşte o günde öyle oldu.
Fotoğrafı da Sabah gazetesinin arşivinden buldum.

HATAY’I HATIRLAMAKTA FAYDA VAR.
ATATÜRK, ” FRANSA HÜKÜMETİ AKLINI BAŞINA TOPLASIN”

Suriye konusunda İdlib yetmezmiş gibi Ruslar, şimdi de yaptıkları çıkıntı sözlerle Hatay konusunu karıştırıyorlar. Kendilerinin sözcüsü olan Supitnik gibi bazı yayın organları aracılığıyla 1938-39 plebisitlerinde bölgenin yani Hatay ve İskenderun’un TC’ye ilhakını gayri meşru göstermeye çalışıyorlar.
Atatürk, Hatay sorununu hep kendi şahsi sorunu olarak gördü. Barış içinde çözülmesini istiyordu. Gelin Hatay’la ilgili hafızamızı kısaca tazeleyelim.
Mondros Ateş Kes antlaşması (30 Ekim 1918) sonrası Fransızlar aynı yıl 1 Aralık’da Hatay’ı işgal etti. 20 Ekim 1920’de Fransız Mandası kabul edildi. Böylece Fransızlar adım adım Hatay’ı sahipleniyordu.
24 Temmuz 1923 Lozan’da bile Hatay sınırlarımız dışında kaldı. Ancak özerk bir yönetim kuruldu ama Fransa’nın sömürge mantığı devam etti.
Ülkede birçok sorun hallolmuş, Cumhuriyet ilan edilmiş ama Hatay konusu Atatürk’ün olmazsa olmazıydı. 1936’da Başbakan İnönü’ye bir mektup yazarak Hatay Konusunun savaşsız, silahsız, akıllı, ince diplomasiyle çözülmesini isterken aba altından da Fransızlara sopayı gösteriyordu.

SURİYE BAŞBAKANI’NA, “FRANSA HÜKÜMETİ AKLINI BAŞINA ALSIN.”

Hatay Cumhuriyeti 1937’de kuruldu. Başına da Sökmenoğlu getirildi.
Aynı yıl Atatürk Ankara’da Karpiç Lokantasında Suriye Başbakanı Cemil Mardan’ı kabul etti ve orada kendisine şu tarihi sözleri söyledi:
“Hepimiz Müslümanız. Yemin ederim ki, namusum üzerine söylerim ki Hatay’ı bırakmam. Çok temenni ederim ki Fransız Hükümeti aklını başına toplasın. Namusum üzerine söylüyorum ki bırakmam. Kendileri bilirler.”
İşte, bu kadar.
Büyük Ata 19 Mayıs 1938’de hasta yatağından kalkıp Hatay’ın hemen yanındaki Adana ve Mersin’de yapılan törenlere katılır. Her iki ilde de tüm resmigeçit sırasında bir heykel gibi ayakta dikilir.
Kimse resmi geçiti seyretmemektedir.
Herkesin gözü Şeref Tribününde ön tarafta ayakta gurur abidesi timsali dimdik askerlerini ve halkını selamlayan ATA’sını seyrediyordu.
Mutluluktan ve heyecandan çok kişi gözyaşlarını tutamıyordu.
Bu kararlı duruş tüm dünyaya bir mesajdı.
Hastalıktan gözleri kararır gibi oldu ama hiç oturmadı.
Ertesi günkü yerli ve yabancı gazetelerin manşeti; “ATATÜRK ÇİZMELERİNİ GİYECEK VE SAVAŞ MEYDANINA İNECEK” tir.
Korku Dağları Delmişti. Anlaşma gecikmedi.
Kendisi göremedi ama 1939’da imzalanan özgürlük anlaşmasını her halde huzur içinde izlediğine tüm ulus inandı.
Gördün mü Rusya efendi.
Bu Hatay’ın özet hikayesi böyle.
Perde arkasını öğrenmek istersen okurken nefesin kesilir.
Akıllı ol. Hatay’ı bu işlere bulaştırma.

ANITTEPE.
Bu hafta okuduğum en güzel yazılardan birisi da facebook arkadaşım Birkan Yumrutepe’nin paylaşımı oldu. İnanın Anıttepe’deki rakamların sırrının böyle özel olduğunu ben de ilk kez öğrendim. Gerçekten ilginç. Buyurun okuyun:
“Türk’lerin son Kurgan’ı ; ANITKABİR
Anıtkabir’in planı ve yapıldığı yer tamamen Türk tarihinde önemli yeri olan kurgan mantığına göre belirlenmiştir. Anıtkabir’in bulunduğu yer olan Rasattepe eski bir Frig yerleşkesidir.
Anıttepe’nin yükseltisi 907 metredir.
Atatürk’ün kabrinin bulunduğu yer ise 905 metredir.
Yani Atatürk’ün ölüm saati olan 9:05 ile 905 metre arasında bir bağ kurabiliriz.
Anıtkabir’e Aslanlı Yol denilen doğu yönünden girilmektedir.
Yürüyüş yolunda asimetrik döşenmiş, döşeme aralıkları 5 santimetre olan taş döşeme yapılmıştır.
Bu uygulama ziyaretçiyi başı önde yürümeye zorunlu kılmaktadır.
Aslanlı Yol’a yüksekliği 4 metre olan 26 basamaklı bir merdiven ile çıkılmaktadır.
26 sayısı sembolik olarak 26 Ağustos’taki Büyük Taarruza ithaf edilmiştir.
26 basamaklı merdiven 14 ve 12 basamak şeklinde bir sahanlıkla iki bölüme ayrılmıştır. Merdivenlerden sonraki 5 basamak ise 26 Ağustostan 5 gün sonra Yunan ordusunun bozguna uğradığını simgeler.
Bir de merdiven yüksekliği 4 metre ile 26 basamak sayısını çarptığımızda 104 sayısı karşımıza çıkmaktadır.
104 sayısı Maya takviminde sık geçen bir sayı olup bir asrı ifade etmektedir.
Aslanlı Yol’da aslanlar arasındaki mesafe 28.60 metredir.
Bu bölümün alanı ise 366 metrekaredir.
Bu sayı da güneş takviminde yaşadığımız dört yılda meydana gelen bir artık yıl olan sayıdır. Aslanlı Yol’da 12 sağda, 12 de solda olmak üzere toplam 24 aslan heykeli vardır.
Bu 24 heykel 24 Oğuz boyunu temsil etmektedir.
Aslanlı Yol bitiminde Tören Meydanı’na ulaşılmaktadır.
Tören meydanı, TBMM ve Ankara Kalesi’nin kesiştiği aks üzerindedir.
TBMM Genel kurul binasının Mozoleye uzaklığı 1920 metredir.
1920 aynı zamanda TBMM’nin kuruluş tarihidir.
Mozolenin konumu mükemmel seçilmiştir.
Anıtkabir inşaatının temel atma töreni 1944 yılında yapılmıştır.
Bu nedenle mozolenin büyük sütunlarının yüksekliği 19,44 metre olarak belirlenmiştir. Atatürk’ün boyu 1.73 metredir.
Bu sayıyı 19,44 ile çarptığımızda bize 33 metre yükseklikte olan bayrak direğinin yüksekliğini vermektedir.
Tören alanında mozoleye 42 basamaklı merdivenden çıkılmaktadır.
Atatürk 42 yaşında Cumhuriyeti ilan etmiştir…

THY TEKNİK BİR BAŞKADIR…
Havalimanı Muhabirliğine başladığım yıllarda ilk tanıştığım bölümlerden birisi de THY Tekniktir.
THY Teknik bu kurumun daha doğrusu THY’nin bence Amiral Gemisidir.
Orada çalışanlar, sessiz, sakin ancak işini çok iyi bilenler arasından seçilir.
Bindiğiniz uçakların tüm bakım ve onarımları onlardan sorulur.
Onlardan çok güzel insanlarla tanıştım, arkadaş oldum.
İşte bu sessiz dostlar geçtiğimiz hafta önemli bir ödül aldılar.
“İhracatın Yıldızları” yarışmasında Hizmet İhracatı Şampiyonu olarak Türkiye’de THY Teknik şampiyon oldu.
Bu yarışmaya ülke çapında 513 firma katıldı. Bunlardan 13’ü ödüle layık görüldü. Değerlendirmede ihracatını bir önceki yıla göre en fazla arttıranlar arasından seçildi. Bu haberi gazetelerin ekonomi sayfalarında gördüm. Kendilerini kutluyorum.
THY Teknik, bence çok önemli.
Burada başarılı olan yöneticilerin önü açık oluyor. Bakın Yusuf Bolayırlı Uçak Bakım Başkanlığından THY Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulu Başkanlığına, Temel Kotil Teknikten sorumlu Genel Müdür Yardımcılığından Genel Müdürlüğe ve şimdi de TUSAŞ Genel Müdürlüğüne.
İsmail Demir, THY Teknik Genel Müdürlüğünden Savunma Sanayi Başkanlığına kadar yükselen bir trend.
Bu arada Yusuf Beyin zamanından bu yana THY Teknikte başarıyla görev yapan Hüseyin Sağlam de emekli olmuş. Kendisine yeni hayatında mutluluklar dilerim.

O KATERİNA BU KATERİNA DEĞİL.
Sapla samanı birbirine karıştırmayalım. Rusya’da görüşme salonunun önünde çekilen fotoğrafın arkasındaki resim 2. Katerina’dır.
Hani şu meşhur bir kahramanlık hikayesi gibi anlatılan, ancak sadece bir uydurma olan Baltacı- Katerina hikayesine konu olan Katerina değildir. O, 1. Katerinadır.
Arkadaşlar bilmeden konuşmayın.
Ayrıca o Katerina’da, yani 2. Katerina, Yunanlıların dediği gibi Osmanlı’yı 11 kez değil sadece b1r kez, o da Kırım da yenmiştir. Ruslar bu 2.Katerina’yı çok severler.
Resimleri de birçok yerde asılıdır.
Bu arada Putin’in kahvaltıda Yaban Mersini ile Yulaf ezmesi yediğini de bu haberler sırasında öğrendik.

SEVİNDİKLİ’Yİ BİLİR MİSİNİZ? YANLIŞ HARİTA.

Ben bilirim hem de çok iyi bilirim.
O yolu geçtiğimiz yıl yeni açıldığı zaman kullandım.
Yazıya başlamadan Hürriyet Gazetesinin Kınalı – Çatalca arasındaki Kuzey Yolunun açılışından bir gün önce koyduğu haritanın yanlışlığını belirteyim de vatandaş aldanmasın.
O harita da kırmızı kalın çizgiyle belirlenen hat, Kuzey Marmara yoludur.
Bu yolun sonunda gösterilen Sevindikli kavşağı haritada olduğu gibi Dilovası üzerinden Osman Gazi Köprüsüne bağlanmaz. Sevindikli kavşağı çok daha ilerde yolun sonu olan İzmit kavşağına bağlanır.
Birincisi haritaları yaparken bari bir bilene sorun.
İkincisi ise o Sevindikli kavşağını kullanan birisi olarak uyarıyorum. Vatandaşlarımız buradan değil bundan önceki Dilovası kavşağını kullansınlar.
Zira benim gibi bu kavşağa kadar boş yolda en fazla iki üç araba halinde gidersiniz. Kimse kullanmıyor. Nedenine gelince kavşaktan çıkıp İzmit’e saptığınız zaman ne olduğunu anlıyorsunuz,
Arkadaşlar bu yol da tam 40 Km. civarında. Tek gidiş geliş. Büyük bir orman yolu. Karşınıza sadece hafriyat kamyonları geliyor. Bir ara panikliyorsunuz. Ne bir ev, ne bir benzin istasyonu, kimsecikler yok. Başınıza bir şey gelse, “Yandım Allah.”
Yolda hızarla kütük kesen ormancılara rastladım. Sağa çekip kendilerine sordum.
“Yanlış yola girdim galiba. Bu yol nereye gidiyor. Devamlı viraj önü arkası gözükmüyor. Ağaçların arasında gidiyorsun. Doğru yolda mıyım?”
Cevap, “Evet abi doğru yoldasın ama ıssız bir yoldur. Merak etme yarım saat sonra Kandıra yakınlarında bir yere çıkacaksın. Sen sen ol yolun kenarındaki sarı çizgileri kaybetme“ diye de uyardılar.
Evet dostlar dedikleri gibi yolu zar zor bitirdim ama bir daha Sevindikli kavşağı mı tövbeler olsun. Siz siz olun bu uyarımı dikkate alın.
Ondan sonra hep Dilovası kavşağından çıktım. Şimdi asıl Akyazı kavşağını bekliyorum. İnşallah orasının çıkışı Sevindikli gibi olmaz da İzmit ve Adapazarı trafiğini pas geçip rahatlıkla memlekete gideriz.
Evet paralı ve uzun ama rahatlığı bambaşka. Kınalı – Çatalca yolu da hayırlı olsun.

DERDİMİ UMMANA DÖKTÜM, ASUMANE İNLEDİM.

Dostlar bugünkü gazetenin son yazısı da büyük üstat Şerif İçli’nin, rahmetli dayım Hacela’nın da çok sevdiği, ünlü şair Süleyman Nazif’in şiirinden bestelediği:
“Derdimi Ummane döktüm, Asumane inledim” şarkısı ile tamamlayalım.
Yani dertlerimi denizlere anlattım, gökyüzüne çok yalvardım, anlamı çıkıyor.
Biz de bu gazeteleri yazarak bunu yapıyoruz.
Şerif İçli, İstanbul Radyosunda canlı yayında müzik yaparken udu kucağında kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Nur içinde yatsın.
Şarkıyı mı? O kadar da olsun canım, açın You Tube’den dinleyin.
HOŞÇA KALIN…

Faik Kaptan

Faik Kaptan