Nezih Alkışla 41 yıl: Nasıl unuturum seni abi.. Gürel Yurttaş yazdı

NEZİH ALKIŞ’LA 41 YIL: NASIL UNUTURUM SENİ ABİ?
İnsan yaşadıkca acıları da çoğalıyor. Çünkü kayıpları artıyor; hayatında önemli rol oynayan insanlar birer birer sonsuzluğa göç ediyor.
Nezih Alkış onlardan en önemlilerindendi benim için. O da çekip gitti işte bu dünyadan. Benim için arkamdaki dağlardan biri daha yok olup, gitti.
1981’di sene; onu ilk gördüğümde.
Milliyet’in kapısından girmiş, daha 18’imde bir delikanlıydım. Çocuktum belki de.
Namık Sevik, “Oğlum, 3 gün sonra gel bakalım. Senden bir şey olur mu bakalım” demiş, ben de 3 gün uyumadan gece gündüz, sabahın köründe Cağaloğlu’ndaki Milliyet’in kapısından girmiştim.
Merdivenleri çıkarken, arkamdaki görevli “Daha kimse gelmemiştir, bir Nezih bey vardır” derken, ben spor servisinin kapısından içeri girmiştim bile.
Sahiden de. Koca serviste bir tek o vardı. En ön masada oturuyor, elinde kalemle önündeki kağıda notlar alıyordu.
– Sen kimsin? dedi.
Tanıttım kendimi;
– Gürel ben efendim; dedim! Namık bey (Sevik) çağırmıştı beni.
– Haa öyle mi? Al şuradan bir gazete (Köşede bir yığın Milliyet gazetesi duruyordu) geç şu masalardan birine de oku bakalım! dedi.
Aldım bir gazete, oturdum.
Gazeteye bakıyordum ama okumuyordum. Kaçamak bakışlarla ona bakıyordum. İlginç gelmişti bana. İkide bir telefon açıyor, gazetelere bakıyor, önündeki kağıda bir şeyler yazıyordu. Uzun saçları, kepekli omuzları, takım elbisesiyle bana ulaşılmaz bir insan gibi geliyordu.
Aradan aylar, günler geçti. Artık kalıcıydım orada. Hızlı daktilo yazabiliyor, telefonla aldığım haberleri çabuk bir şekilde önüne getirebiliyordum. Sanırım sevdi de beni. Hatta ilk günde benden daha önce gazeteye başlayan sevgili dostum Fuat Ercar’a “Yemeğe giderkin şu çovuğu da götür” dediğini hatırlıyorum. Fuat’la birlikte ilk çıktığımız yemekte kuru pilav cacık olduğunu da iyi biliyorum.
Aradan yıllar geçti.
Ben hep Nezih abinin gözünün içine bakıyordum. Benden bir şey istesin diye dikkatle bekliyordum.
– Güreeel. Şu Almanya büroyu ara! demesi bile önemliydi benim için. Hemen yanındaki telefona geçiyor, ezberlediğim 9 9 49 diye başlayan telefonu çeviriyor, karşıma biri çıktığında ona veriyordum.
Kimler vardı o zaman Milliyet’te. Rahmetli İsmet Tongo. Bana haber yazmasını öğreten büyük usta İslam Çupi… Galatasaray muhabiri Oğuz Tongsir. Fenerbahçe muhabiri Şansal Büyüka… Beşiktaş muhabiri İlker Ateş…
Reha Erus… Kadir Akat… Ergun Emek… Tankut Antikacıoğlu… Altan Erbulak… İhsan Topaloğlu… Ferhan Tezcan… Hasan Teoman… Hasan Tankaya… Engin Özerhun… Hüseyin Kırcalı… Sinan Erbil… Yılmaz Canel… Cemalettin Şen… İlhan Söyler… Daha kimler kimler… İsimlerini burada yazamadıklarım alınmasın lütfen.
Öyle bir okulda yetiştim ben.
Daha sonra ayrıldım. Başka gazetelerde de çalıştım. Sonra Lig TV’de Şansal Büyüka müdürken bir kez dana kesişti Nezih abiyle yolum. Yine yıllarda birlikte oldum.
Emekli olduktan sonra da Nezih abi görüştüm zaman zaman.
Çünkü babam gibiydi her zaman.
Son yıllarda rahatsızlığını görüyordum. İlyas abi (Namoğlu) vefat ettikten sonra daha da kırılmıştı sanıyorum hayata.
Oğuz abi (Tongsir) sürekli hayata bağlamaya çalışıyordu onu. TSYD’deki görevi de bundandı, öyle tahmin ediyorum.
En son Oğuz abiyle görüştüğümde rahatsızlığını iletmişti bana.
Acı haber tez yayılıyor. Gecenin karanlığını yırta yırta ulaşıyor insana.
Oğuz abinin mesajını okuduğumda sarsıldım. Cesaretimi toplayıp da bir süre sonra aradığımda ağlamaklı sesiyle haberin doğruluğuna inandım.
Ne demeliyim bilemedim!
Ama şunu biliyorum artık. Bir gün göçüp de gittiğimde öbür dünyaya korkmayacağım artık. Çünkü orada Nezih abi. O gülen yüzüyle, babacan tavrıyla, şefkatli bakışlarıyla karşılaşacaktır beni; eminim bundan.
Zaten öbür dünyadaki tanıdıklarım bu dünyadaki tanıdıklarımı geçti artık. Kim korkar ki ölümden bundan sonra. Nezih abi unutamam seni; bana kattıkların için çok teşekkür ederim abi.
Bir gün tekrar görüşmek dileği ile.
Gürel Yurttaş