Bir zamanlar devlet bu duruma düşürülmüştü. Paraları Bebek Katili PKK yiyordu… Bahri Kayaoğlu’ndan müthiş bir medya anısı..

Ünlü gazeteci Bahri Kayaoğlu,
90’lı yıllarda Güneydoğu’da insanların halk düşmanı bebek katili teröristlere nasıl haraç verdiğini yazdı…
İnanılmaz miktarda haraç toplayan, doktorların, öğretmenlerin, mühendislerin, bebeklerin, ninelerin, dedelerin, gençlerin, Mehmetçiklerin, polislerin kısacası halkın katili teröristler ise gelen o paralarla mühimmat alıyor, Kuzey Irak ve Avrupa ülkelerinde rahatça yaşıyorlardı..

Ünlü gazeteci Bahri Kayaoğlu’nun arşivinden çıkardığı anısı ise şöyle: 

 

Devletin PKK İle Pazarlığı…

Güneydoğu’da ki olayların en doruğa çıktığı 1990’lı yıllarda olayları gazeteleri adına bölgede takip eden birkaç gazeteciden biriydim. O dönemlerde ayın yarısından fazlasını ‘bölge’de geçirirdik. “İkinci adresimiz” adeta Diyarbakır Demir Otel ve Cizre’de bulunan Kadoğlu Oteli olmuştu. Sınır ötesi harekâtlara katılır, bazen de PKK tarafından kaçırılan askerlerimizle görüşmek için K.Irak’ta bulunan PKK kamplarına giderdim.

1991 yılının sonlarıydı. Güneydoğulu bir Refah Partili milletvekilinin oğlu PKK tarafından kaçırılmıştı. Olayı araştırmak için Güneydoğu’ya ve oradan da kaçırılan çocuğun bulunduğunu tahmin ettiğim K.Irak’ta ki PKK kamplarına gitmek için hazırlıklarımı tamamlamış gerekli girişimlerde bulunmuştum. Almanya’da bulunan PKK’nın irtibat bürolarından, K.Irak’ta ki kamplara gitmem için gerekli izinler geldi.

Milliyet gurubuna bağlı Meydan Gazetesi’ndeydim. O sıralar Sabah Gazetesi’nde bulunan Ayşe Önal aradı. “Güneydoğu’ya gideceğini duydum, birlikte gidelim, yardımcı olur musun?” diye sordu. “Olur” dedim. Uçağa bindikten sonra Ayşe’nin de aynı konu için bölgeye gittiğini öğrendim. Önce Diyarbakır’a sonra Cizre’ye oradan da K.Irak’a geçtik. Zaho’da irtibat kuracağımız kişiyi bulduk. O bizi Zeli kampına götürdü. Kampın sorumlusu ‘Botan’ kod adlı Nizamettin Taş’tı. Kaçırılan milletvekili oğlunun orada olmadığını söyledi. Yurt içinde, Bingöl taraflarında bulunan bir kamplarında olduğunu öğrendim. Nizamettin Taş, gidip orada görüşmem için irtibat kuracağım kişinin adı ve adresi ile birlikte bir pusula yazıp verdi. Özel haber çıkaracağım için Ayşe Önal’dan bunu gizledim. (Şimdi öğrenince beni herhalde öldürür  )
Bazı röportajlar yapıp Cizre’ye döndük.

***
Kadoğlu otelde uzun süredir kalmakta olan Erkin Erbay isimli bir mühendis vardı. Batman Petrolleri A.O.da görevliydi ve Şırnak tarafında yeni petrol alanları için araştırma yapıyordu.

Biz Ayşe Önal’la Cizre’ye otele dönünce Erkin Erbay odama geldi. Dün gibi aklımda, aynen şunları söyledi: “Beni PKK kamplarına götür. Üst düzey bir yetkilileri ile Devlet adına görüşmek istiyorum.”

Bir gazetecinin çok nadir karşılaşabileceği ilginç bir teklifti bu… PKK kamplarında PKK’lı bir üst düzey yetkili ile T.C Devleti görevli mühendisi kimliğini taşıyan birisi, T.C Devleti adına ne görüşebilirdi? Yıllardır Güneydoğu’da terör estiren yasadışı bir örgütün liderleri ile, devletin önemli bir kamu kuruluşunda, üst düzeyde görevli bir mühendisin ne işi olabilir di?

Haberin kokusunu aldım…
Haber büyüktü ve çok ses getirirdi.
Duraksamadan şu teklifi yaptım: “Erkin Bey, seni götürürüm ama ben gazeteciyim. Teybimi açarım ortaya, ne konuşursanız kayıt yaparım. Görüşmenizi de fotoğraflarım.”

”Hayır” dedi. “Bu iş devlet işi. Ses kaydı ve fotoğraf yok. Oraya gidip geldiğimi senden başka bilen olmayacak.” “Sen bilirsin” dedim. “O zaman beni unut. Gazetecilik yapmayacaksam bu işe girmem.”

Odadan çıktı gitti…
Aynı akşam Erkin Erbay’ın Ankara’ya gittiğini öğrendim. Ayşe Önal ertesi sabah Diyarbakır’dan İstanbul’a döndü. Ben kiraladığım araçla Bingöl taraflarına geçtim. Kaçırılan milletvekili oğlunu bulmaya çalışıyorum.
Sanıyorum 4 veya 5 gün sonraydı. İstanbul’da ki gazetemin merkezinden bana şu not iletildi. “Erkin Erbay adında birisi, seninle acil görüşmek istiyor. Cizre Kadoğlu otelde telefon etmeni bekliyor…”

Aradım…
Erkin bey, fazla detaya inmeden, tüm isteklerimi kabul ettiğini, hemen oraya gitmemi ve ertesi sabah erkenden K.Irak’a geçmemiz gerektiğini söyledi. Haberin büyüklüğü beni yeniden heyecanlandırdı. Akşam üzeriydi ve ben Bingöl’ün Karlıova ilçesi taraflarındaydım. Hiç düşünmeden yola çıktım. Bingöl, Elazığ, Diyarbakır ve Mardin üstünden gece deli gibi arabayı sürdüm. Aklımda hep o haber… ‘Devletin mühendisi PKK’lı yetkiliyle ne görüşecek?’ Sabah ezanı okunurken Cizre’ye vardım. Erkin hazır vaziyette beni bekliyordu. Hiç vakit kaybetmeden Habur sınır kapısına gittik…

O dönemler Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’nin, bölgede çalışacak gazetecilere verdiği bir belge ile serbestçe K.Irak’a geçebiliyorduk. Ben bu belgemle geçtim, Erkin Erbay, devletin verdiği ‘görevli’ belgesiyle geçti. İkimiz de ayrı araçlar kullanıyorduk.

Zaho’ya gittik. Bir çay bahçesi önünde durdum.
Erkin’e; “Burada bekleyeceksin, seni oraya götüremem. Önce gidip onlarla görüşmem, görüşme talebini iletmem lazım. Senin de benim de can güvenliğim için bu gerekli.” dedim. “Ama ne zaman döneceğim belli olmaz…” “Tamam” dedi. “Beklerim.”

Bir hafta önce Ayşe Önal ile beni Zeli kampına götüren kuryeyi bulup PKK kampına gittim. Bu kez, kampın sorumlusu ‘Botan’ kod adlı Nizamettin Taş’tan başka, ‘Cuma’ kod adlı Cemil Bayık’ta vardı. Bayık, o dönemlerde PKK’nın önemli bir ismi ve Apo’nun sağ koluydu. Durumu anlattım. Erkin Erbay’ın Zaho’da beklediğini söyledim.

Cemil Bayık, “Ya bu adam bize değişik kuryelerle bir kaç defa daha haber gönderdi, ciddiye almadık. Madem gelmiş, bir görüşelim” dedi. Nizamettin Taş ve bir kaç PKK’lı ile birlikte Zaho’nun bir mahallesine geldik. Sanıyorum üs olarak kullandıkları evlerinden biriydi. “Gidin, buraya getirin” dediler. İkindi vaktiydi. Gittim, Erkin bıraktığım yerde bekliyordu. Alıp, PKK’lıların beklediği eve götürdüm.

***
Koruma PKK’lıları saymazsak, odada hatırı sayılır derecede konumu olan üç kişiydik. Apo’nun önemli adamlarından ‘Botan’ kod adlı Nizamettin Taş, cebinde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının, yani önemli bir devlet kuruluşunun kimlik kartını taşıyan 39 yaşındaki Erkin Erbay ve o dönemde iyi bir tirajı olan Meydan gazetesi muhabiri ben…

Ses kayıt cihazımı açmış masanın ortasına koymuştum. Fotoğraf makinemle gurubu ölümsüzleştiriyordum. PKK’lı Nizamettin Taş ile Erkin Erbay’ın konuşmalarını dehşet içerisinde dinliyordum…

Pazarlık ediyorlar!

Devletin Şırnak bölgesinde kuracağı bir tesisin yapılışı sırasında, orada çalışanlara ve makina paktına, PKK’nın saldırıda bulunmaması için yapılan bir pazarlık…

Cebinde T.C Devleti’nin kimlik kartını taşıyan bir insana, PKK sorumlularından Nizamettin Taş aynen şunları söylüyor:

(…) “Buraları Kürdistan, bu ülkenin sahibi var, bu ülkenin gözcüleri var. Bunlardan izinsiz yapılan şeyler meşru görülemez. Şimdi buraya müteahhitler geliyor, yol yapanlar var, okul yapanlar var, fabrika açanlar var, ticaret yapanlar var… Bizden izin almadan, bizim onayımız olmadan bir işe giriştiler mi etkinliğimizi yok sayıyorlar demektir… Karakol yapan da, okul yapan da gelip izin alıyor…”

Konuşmanın devamı aynen şöyle…

Erkin Erbay : Tabii, muhakkak, inanıyorum, tabi gerçekten böyle..
Nizamettin Taş: İşte temel hüküm şey değil. Şu anki hüküm, o son Nusaybin’deki vurulan mühendisler. Kendi yanlış hesapları yüzünden öldüler. Onun için gelişinizi gerçekten olumlu, kişisel düzeyde de bir hayli cesaret verici olarak görüyorum.
Erkin Erbay: Söyleyin isteklerinizi.
Nizamettin Taş: Şimdi önce bu kuracağınız iş yerinde çalıştıracağınız işçilerin hepsinin yöre halkından olmasını istiyoruz.
Erkin Erbay: Olur, kabul.
Nizamettin Taş: Bu tesisin kapısında öyle jandarma, polis, tim durmayacak.
Erkin Erbay: Tamam, MİT imiş, sivil polismiş, ben de istemiyorum. Tabi doğal olarak güvenlik önlemleri alınacak. 150-200 kişi kadar. Bunları da yöre halkından oluşturacağız.
Nizamettin Taş: Gerekirse adamlarımız işçilerin arasına girip konuşma yapacak, parti programımızı anlatacak.
Erkin Erbay: Tamam.
Nizamettin Taş: Varsa çıkabilecek herhangi bir proplem, şu, bu, olursa sürekli irtibatımız olur. Biz anında müdahale ederiz.
Erkin Erbay: Tamam, ne mutlu…
Nizamettin Taş: Sizden istediğimiz bunlar. Tabii bir de şey var. Ben karakol yapan müteahhitten bile alırım. Devletten de alırım.
Erkin Erbay: Şimdi güzel kardeşim, ben sana para olarak veremem. Biliyorsun bu devlet işi. Ben bunu devletten resmi olarak alamam.
Nizamettin Taş: Bir sorun çıkmaz, merak etme. Sen görünüşteki işe bak.
Erkin Erbay: Benim size vereceğim şu… Para veremem. Araç vereyim, yakacak vereyim, yakıt vereyim. Ne istiyorsanız vereyim. Paraya çevirirsiniz.
Nizamettin Taş: Para vermezsen olmaz.
Erkin Erbay: Peki ne vereyim? Para da vereyim ama kendi cebimden veririm.
Nizamettin Taş: Sen kendi cebinden de versen, devletten sonra alırsın.
Erkin Erbay: Petrol vereyim, çimento vereyim. Bölge bayilikleri vereyim. Adana’dan bu tarafa olan bayilikleri size verelim.
Nizamettin Taş: Mademki yanımıza geldin, dostsun. Bir miktar vermen lazım.
Erkin Erbay: Parayı cebimden vereceğim, vallahi cebimden vereceğim.
Nizamettin Taş: Cebinden çıkmaz, cebinden çıkmaz. Devletten alırsın mutlaka. Bak şahıslar yanımıza geldiğinde onların ihtiyacı olur. Sen mademki bir dostsun, yanımıza geldin, ihtiyacın var. Ne istersen, elimizde ne imkân varsa, sana veririz. Yani şahıs olarak. Ama bu parti işi. Para vermen lazım…
Erkin Erbay: Ne verelim o zaman size? Onu söyleyin. Onu baştan konuşalım da…
Nizamettin Taş: Ben de hiç pazarlık yapmayı bilmem. (Gülerek bana dönüyor) Bahri Bey ne isteyelim?
Bahri Kayaoğlu: Beni karıştırmayın, ben bu işleri bilmem…
Nizamettin Taş: Sadece rafineri kuracaksınız değil mi?
Erkin Erbay: Sadece rafineri…
Nizamettin Taş: Kaça mal oluyor?
Erkin Erbay: Toplam maliyeti 3,5 trilyonu bulur. Şu anda 970 milyar ödenek de çıkmış çıkmış bulunuyor.
Nizamettin TAŞ: 970 milyar… Ooo iyi para. Bize ne vereceksin?
Erkin Erbay: Ne istiyorsunuz? Ben pazarlık yapmaya geldim. Söyleyin istediğinizi…
Nizamettin Taş: Diğer isteklerimizin dışında ilk etapta 10 milyar dolar istiyoruz.
(O tarihte 10 milyar çok büyük paraydı ama TL’den sıfırlar daha atılmamıştı. B.K)
Erkin Erbay: Ooo çok. 5 milyar verebilirim.
Nizamettin Taş: Çok değil, çok değil. Ben pazarlık yapmayı bilmem, galiba az istedim…
Erkin Erbay: Bende pazarlık yapmayı bilmem. O zaman 7,5 milyar da anlaşalım. Yalnız 5’ini bir hafta içinde veririm, diğer 2,5 için de bana iki ay müddet tanıyacaksınız, oldu mu?
Nizamettin Taş: Müddet sorun değil, olur…
Erkin Erbay: Parayı nasıl istiyorsunuz? Nerede verelim?
Nizamettin Taş: Bizim için fark etmez. İster TL. İsterse dolar olarak ödeyin. Parayı buraya getirin. İlişkilerimiz olur.
Erkin Erbay: Tamam. Parayı dolar olarak getiririm…

***
Yapılan konuşmanın ve pazarlığın bir bölümü böyle. Halen arşivimde bulunan orijinal ses kasetinden virgülüne dokunulmadan deşifre edildi.

“Devletin PKK ile Pazarlığı” başlığıyla yazdığım bu konu ile ilgili, bazı okurlar değişik yorumlarda bulunabilirler. Saygı duyacağım düşüncelerine bir açıklık getirir diye, bazı açıklamalar yapmak istiyorum.

Şunu herkesin bilmesini isterim. Ben bu dönemde olduğu gibi, o dönemde de sadece ‘dürüst gazetecilik’ yaptım. Türkiye Cumhuriyeti ülkesini çok seviyorum ve 37 yıllık gazetecilik hayatım boyunca ‘kimsenin’ adamı olmadım, olmayacağım da…
Çocuklarıma bırakacağım başka mirasım da yok…

Türkiye’nin karanlık yüzü olarak gördüğüm o dönemde, yaşanan binlerce olay, kamuoyundan maalesef gizlendi. Gerçekleri kimsenin yazmasına imkân yoktu. Şimdi ayrıntıları ile kamuoyunun görüşüne sunduğum olayın sadece ‘pazarlık’ bölümünü, 1992 yılı Nisan ayında Meydan Gazetesi yazarı ve haber müdürümüz rahmetli Behiç Kılıç, “Olmaz böyle şey” adını verdiği köşesinde iki gün arka arkaya yayınladı. Ortalık toz duman oldu. DGM’ler tarafından dava açıldı. PKK’ya rüşvet verildiğinin, ‘tek belge ve fotoğrafı’ olarak devletin arşivine girdi.

Behiç Kılıç’ı bilen bilir. Bu ülke sevgisi, onun için namusuyla eşdeğerdi. İnandığı yoldan dönenlerden değildi. Şimdi birçok basın kuruluşunda üst düzey göreve gelmiş onlarca gazeteci gibi, beni de o yetiştirmiştir. Satılmışlık ve döneklik bizim yanımızdan bile geçmez…

Rahmetli Behiç Kılıç’ın affına sığınarak, 10 Nisan 1992 günü Meydan gazetesinde yayınlanan ikinci yazısını aynen aşağıya alıyorum.

***
“Olmaz böyle şey”

Bir değerli okuyucu aradı:
“Yedek subaylığımı terör bölgesinde yaptım.”
Dedi.
Bu yurtsever okuyucu şunları anlattı:
“Devletimiz bölgeye görevli gönderirken iyi seçim yapmalı, sağlam insanları atamalı!.. Ben, görevim esnasında bölücülerle para uğruna işbirliğine giren görevliler olduğunu büyük bir üzüntü ile gördüm!. Devlet yanlısı geçinen bir Ağa’nın bazı faaliyetlerini tespit ettik. Köylerinden birini bastık, adam eşkıya için üç yüz kişiyi barındıracak bir karargâh kurmuştu. Şahsi merakımla AĞA hakkında tahkikat yaptım, yedi cinayetin faili ve bölgenin önemli bir kaçakçısı olduğu ortaya çıktı. Yasa dışı işleri görevlilerce de bilindiği halde hakkında hiçbir işlem yapılamamış, AĞA görevlilere oldukça önemli rüşvetler vermiş. Hem devleti idare ediyor hem bölücüleri… Bölgedeki karışıklık müthiş işine yarıyordu… Kaçakçılık konusunda bölücülerle iş yapıyor, devletten de yakasını rüşvetle sıyırabiliyordu… Adeta bölgeye huzur gelmemesi için özel çabası vardı!..”
Bir anısı daha var okuyucumuzun…
“Alışveriş yapıyordum… Dükkân sahibi yoldan geçen birini gösterdi, “bak bizim milletvekili” dedi, gösterdiği adam için şu yorumu yaptı… “Bunlar var ya bunlar, efendiler, Ankara’da lağımı patlatıp buralarda parsayı topluyorlar!..” Olaylara, gelişmelere bakıp dükkân sahibine hak verdim…”

Şu memleket üzerinde dönen dolapları, artık vatandaş, olayları içerisinde yaşayıp görüyor.
Görüyor da, bakın ilgililer ne diyor?
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı bana bir faks çekti…
“Erkin Erbay isminde bir personelimiz yoktur… …kamuoyunu yanlış bilgilendirdin tekzip et..”
Gibisinden…
Yaa durum böyle!..
Benim Türkiye Petroller’ine özel gıcığım vardır da, ‘dur şunlara gününü göstereyim’ diye oturdum yazı yazdım… Erkin Erbay’ın maceralarını g…den uydurdum!..
Bu haber bize, muhabir arkadaşım Bahri Kayaoğlu’nun kellesini koltuğunun altına alıp gittiği PKK karargâhının içerisinden geldi…
Genel Müdürlük binasının rahat koltuklarında oturup ‘tekzip yaz’ demek kolay… Müfettişleriniz gitsin olayı bir yerinde araştırıversin… Bu iş bir tekziple kapanacak işse kolay!..
Elimde Erkin Erbay’ın kimliği var…
Türkiye Petrolleri tarafından düzenlenmiş bir kimlik…
Şunlar yazılı:
T.P amblemi… Daimi Giriş Kartı… No: 10786… Adı: Erkin, Soyadı Erbay, görevi RZV Sondaj Arş. Sicil No: 12226… Veren Makam ve tasdik… İsim ve mühür var… Kimlik kartının arkasında Erkin Erbay’ın nüfus dökümü var ve nüfus kâğıdı ile aynı…
“Efendim kimlik sahtedir…”
Böyle hassas bir birimin kimlik kartları, karanlık kişilerin eline sebibullah geçebiliyor ve bu kimliklerle faaliyetler mi gösteriyorlar yani!…
Tamam, bana tekzip gönderin de;
Şu Erkin denilen herifi bir bulup ortaya çıkarın bakalım…
Millet anlasın, neyin nesi kimin fesidir…
Adam cebinde devlet kuruluşunun kimlik kartı ile PKK karargâhında ne arıyor?
Bu işte bir hinlik var mı, yok mu?
Erkin Erbay’ı bölgede tanıyan çok…
Petrolcü diye tanınıyor…
Erkin Erbay’ı tekrar bulmak için muhabir arkadaşım Bahri Kayaoğlu bölgeye gitmişti… Pazarlık sonucunu ve parayı götürüp götürmediğini öğrenecekti… Paranın gittiğini öğrendi. Erkin’i aramaya başlayınca Bahri gözaltına alındı… iki gün gözaltında kaldıktan sonra bölgeden uzaklaşması için “kibarca” uyarıldı!…
Mesele öyle pek basit değil gibi…

Gazeteci arkadaşlar; “Bu iş ne iştir” diye siyasilere soruyorlar… BABA, (Süleyman Demirel o dönemde Başbakandı. B.K) Türkiye Gazetesi’nden Ahsen Çetiner’e; “Bunlar yeni iddialar değil. Kamu idareleri rüşvet vermez de, istihkakların bir kısmının o tarafa aktarıldığına dair iddialar var. Bunlar çoktan beri vardı. İspatlandığı anda o fiili işleyenlerin üstüne gidilir. İddialar geneldir.”
Dedi…
Valla bizden bu kadar!…
Önemli işse, Baba’ya biri durumları ispat ediversin…
Memleketin bir seveni vardır herhalde!…
Bakın Türkeş ne diyor:
“Bir çok şehrimizde faaliyet yürüten müteahhit, iş adamı, tüccar gibi insanlarımız üzerinde kurulan tehdit ve şantaj ağı ile çete adına muhtelif tahsilatlar yapılmaktadır. Bunlar bilinen ama çoğu açıklanmayan, hatta resmi mercilere bile yansıtılmaktan korkulan hadiselerdir. Bütün bunlara ilave olarak, iki günden beri MEYDAN Gazetesi’nde yer alan hallerde görüldüğü gibi, işin hangi boyutlara getirildiği ortadadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ‘devlet içinde devlet’ olma heveslilerine meydanı bırakmamak zorundadır.”
Ortalık toz duman!…
Sisler altında birileri yolunu bulup şerefe içi kan dolu kadehler kaldırıyor!…
Yeter artık…”

***
Okurların kafasında yer edinecek bir kaç soruya açıklık getirmek istiyorum… Bu yazımda bahsettiğim olay gibi, yüzlercesi maalesef bir dönem Güneydoğu’da yaşandı. Rahmetli Behiç Kılıç’ın da köşesinde belirttiği gibi, birçok ‘ağa’ geçinen insan PKK’yla işbirliği içine girdi. Bu karışık ortamdan ‘parsa’ toplayan çok sayıda sivil ve resmi görevli insan oldu. Korucuların bile aldıkları maaşlarının yarısını o tarafa aktardıkları zaman zaman gündeme geldi. Bir gazeteci olarak ben ve diğer arkadaşlarım, PKK kamplarının yerlerini elimizle koymuş gibi bulurken, kolumuzu sallaya sallaya bu yerlere gidip gelirken, sanılmasın ki devletimiz ve güvenlik güçlerimiz bu yerleri bilmiyordu… Ellerinde ki koordinatlarla hem havadan hem karadan PKK’nın faaliyetleri sürekli izleniyordu…

Peki, neden bitirilmedi?
İşte bütün mesele burada.
Bi-ti-ril-me-di…

Bu kadar yıl sonra bu konuyu tekrar gündeme getirmemin nedenine gelince…
O yıllarda, OHAL’ın bültenleri dışında basınımız, Güneydoğu’da yaşanan hiçbir gerçeği yazamıyordu. Kamuoyu gerçeklerden uzak tutuldu, yanıltıldı. O yıllarda 5-6 yaşlarında olan çocuklarımız şimdi 25 – 30 yaşlarında gençlik çağlarını yaşıyorlar… Bir dönemin, gösterilmek istenildiği gibi toz-pembe geçmediğini bilmeleri gerek. Bir gazeteci olarak, o döneme tanık olan biri olarak, en azından kendimi onlara borçlu hissediyorum. Benim yeğenim de dahil olmak üzere, onların yaşında olan, on binlerce gencimiz, o dağ kovuklarında şehit oldu. Türkiye’de her üç aileden biri, bir yakınını o süreçte ya şehit vermiş ya da sakat bırakmıştır. ‘Bölgede’ askerliğini tamamlayıp dönen on binlerce askerimizin ‘dengeleri’ bozulmuş, onlar için rehabilitasyon merkezleri kurulmuştur.

Ne uğruna?

Yukarıda bahsettiğim insanlar atlarını rahat oynatsınlar diyemiydi? Yoksa dış güçlerin, güzelim yurdumuzun huzurunu kaçıracak oyunlarını mı engelleyemedik? Bu ülke Çanakkale ve Kurtuluş savaşları yaşamıştır. İki günde bitirilecek bir savaşın onlarca yıla yayılmasının nedenlerini bulmak gerek… Kimse ‘dana altında buzağı’ aramasın boşuna…

***
Pazarlığın yapıldığı gün akşamüzeriydi.
Zaho’da ki bir mahallede PKK’nın kurye evinden çıktığımız zaman ben hala şoktaydım.
Büyük bir haberdi…
Habur sınır kapısına doğru Erkin Erbay’la birlikte arka arkaya arabalarımızı sürüp geliyorduk…
Birden uyandım!
Devlet ya da Erkin’in birlikte çalıştığı kurum veya kimseler, bir gazetecinin böyle bir olaya şahit olmasını, hele ‘pazarlığı’ ses kaydı olarak almasını, fotoğraflamasını asla istemezdi… Bunda bir ‘hinlik’ vardı… Bölgede sürekli faili meçhul cinayetler yaşanıyordu ve aralarında çok sayıda gazeteci de vardı…

Zınk diye durdum… Arabadan inip arkamda duran Erkin’in yanına gittim. Zaho’da bir işimin olduğunu, geri döneceğimi, bir iki saat sonra giriş yapacağımı söyledim…
Yüzüne özellikle dikkat ettim: Sapsarı kesildi. İtiraz etti… Birlikte gitmemiz için ısrar etti…
Habur giriş kapısında buluşacağımıza sonunda ikna ettim…
Döndüm… Ne olursa olsun o kapıdan girmeyecektim…

Türkiye’ye de ki yakınlarıma ve gazeteme telefonla ulaşma imkânım yoktu. Kendimi K.Irak’ın içlerine vurdum… Dohuk’tan İran sınırına yakın Diana kentine varmak için tek bir yol vardı. “Barzan yolu” dedikleri bu toprak yol, yedi saat çekerdi ve insan gündüz bile o yoldan gitmeye korkardı… Hiç düşünmeden o yola girdim… Sabaha karşı Diana’ya vardım ve İran’a geçtim. İki gün sonra tam tersi istikamette kalan Doğubayazıt’ta ki Gürbulak sınır kapısından çıktım. Erzurum’a ulaşıp uçakla İstanbul’a döndüm. Ortada olmadığım o üç gün içinde, gazetem; “Muhabirimiz kayıp” diye haber yapmıştı… Çok sonradan öğrendim: O gün Erkin Erbay ile Habur sınır kapısından girseydim, Diyarbakır’a asla ulaşamayacaktım!

***
Bu olayın yaşandığı günlerde rahmetli Turgut Özal Cumhurbaşkanı, Mesut Yılmaz Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıydı…

Gazete merkezine ulaşınca filmlerim yıkandı… Ses kaydını çözdüm… Haberimi yazdım… Rahmetli Behiç Kılıç dışında gazetenin diğer yöneticileri, haberin yayınlanmasını istemediler. Bulunduğumuz ortam içerisinde böyle bir haberin ülkeye zarar vereceği görüşünü savundular. Haberin bekletilme kararı alındı…
Saygı duydum…

Burada bir şey daha belirtmek istiyorum…
Eğer isteseydim bu haberi yabancı bir dergi veya ajansa satar, ömrüm boyunca bir gazeteden alacağım paradan daha fazlasını alırdım. Nitekim böyle bir haberin bende olduğunu öğrenen bir haftalık dergimizin yöneticileri, haber gönderip 25 milyar teklif ettiler… Düşünmeden ret ettim…

***
CHP eski milletvekili olan Mehmet Sevigen, yakın arkadaşımdı ve o dönem DSP milletvekili olarak mecliste bulunuyordu. Birkaç ay sonra böyle bir haberin bende olduğunu öğrendi. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e konuyu açıklamış. Ecevit beni Ankara’ya davet etti. Gittim… Meclis’te ki odasında Ecevit dışında Hüsamettin Özkan, Mehmet Sevigen ve o sıralar basın danışmanlığını yapan İsmet Solak’ta vardı… Dürüst bir devlet adamı olarak gördüğüm Ecevit’e konuyu olduğu gibi aktarma sakıncası görmedim…

O sıralar sanıyorum TRT 1’de haftada bir yayınlanan; ‘Liderler Toplantısı’ vardı… Bülent Ecevit’in, bu toplantılardan birinde, net olarak, “bazı özel ve kamu kurumları PKK’ya rüşvet veriyor” demesi benden aldığı bilgilere dayanır. Ortalık bir anda soru işaretleriyle çalkalandı… Behiç Kılıç, Ecevit’in bu çıkışından sonra, aylardır beklettiğimiz habere, kendi köşesinde yer vererek sadece ‘pazarlık’ bölümünü yayınladı… İkinci gün yazdığı yazıyı da, yukarıda okudunuz…

***
O dönemde rahmetli Turgut Özal Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel Başbakan ve İsmet Sezgin İç İşleri Bakanıydı…

Ortalık bir anda karıştı. Gazeteciler Başbakanı ve diğer siyasileri soru yağmuruna tuttular. DGM savcıları konunun üstüne giderek dava açtılar. Tanık olarak bende dinlendim. Gazete ve dergiler bu konuda haberler yaptı. İzmirli Erkin Erbay, ‘bölgede’ bulunup, Ankara’ya getirildi. Edindiğim bilgiye göre MİT tarafından sorgulandı… Olayı doğruladığını, hatta esir olan askerlerimiz konusunda devreye girdiğini de anlattı…

Erkin’in, Ankara’da sadece yarım gün tutulabildiğini öğrenebildim…

Çünkü iş ‘yukarıya’ dayanıyordu ve ‘yukarıdakilerin’ ricasıyla işin örtbası gerekliydi…

Yayına devam edemedik…

Bahri Kayaoğlu