Rüştü Onur öldükten sonra Muzaffer Tayyip Uslu’nun yazdığı veda yazısı.. AĞLAYARAK OKUYACAKSINIZ..

Rüştü Onur öldükten sonra Muzaffer Tayyip Uslu’nun yazdığı veda yazısı.. 
AĞLAYARAK OKUYACAKSINIZ..

Rüştü ölmüş… Öldü diyemiyorum. Bundan bir ay önce İstanbul sokaklarında kol kola gezdiğim; birkaç gün evvel de yakında bir şiir kitabının çıkacağını müjdeleyen mektubunu aldığım Rüştü’nün bu vakitsiz ölümüne kendimi inandırmak kolay olmayacak.

Rüştü Onur Rüştü benim için şiirlerini her zaman zevkle okuduğum bir şairden ziyade, hiç çekinmeden bana derdini döken ve benim de hiç çekinmeden kendisine içimi açabileceğim; yeryüzündeki yegâne insandı.
Şair Rüştü Onur’dan bahsedecek değilim; zira bu kendimden bahsetmek gibi bir şey olacak, çünkü onunla -teferruata ait bazı cihetler istisna edilirse şiir üzerinde anlaşamadığımız noktalar, yok denecek kadar azdı- bununla beraber şurasını işaret etmekten kendimi alamayacağım.
Zevkine itimat ettiğim sayılı kimselerden biri olan, dostum N… bir gün şöyle demişti:
“Rüştü’nün şiirlerinde Sabahattin Kudret’in son şiirlerini hatırlatan bir sıkıntı var.”
Evet, Rüştü’nün hemen bütün şiirlerinde bir sıkıntı vardır; lâkin bunun mahiyeti; S. Kudret’in şiirlerinde sezilen sıkıntıdan apayrıdır.
Şöyle ki:
S. Kudret’in şiirlerinde, bir büyük ve kalabalık şehirde yaşamaktan bıkmış insanların âdeta, can çekişen aristokrasinin cılız bir nefesinden başka bir şey olmayan ve ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette bulunan M. de Cointré’nin sıkıntısı vardır.
Hâlbuki Rüştü’nün şiirlerinde, insanları yorulmadan, sokakları yoruluveren ve günleri birbirine benzeyen bir küçük şehrin, yeknesak hayatından kurtulmak için çırpınan ve haddizatında güzel olan yaşamaktan nasibini almak arzusuyla, mütemadiyen mesut insanlarla dolu mesut memleketlere firar etmeyi düşünen insanların haleti ruhiyesi vardır.
Rüştü ölmek değil yaşamak istiyordu.
Sırası gelmişken onun Salavin’e olan hudutsuz sempatisinden bahsetmeliyim.
İstanbul’a ilk gidişinde Journal de Salavin’le birlikte yolladığı mektubunun sonunda diyordu ki;
“Ben Salavin’i, Duhamel’i okumadan çok önce tanıyordum; bize bizden bahseden Duhamel bin yaşasın.”

İtiraf etmeliyim ki onun Salavin’e bu hudutsuz sevgisi şiirlerinde de kendini göstermiştir:
Benden zarar gelmez
Kovanındaki arıya
Yuvasındaki kuşa
Ben kendi halimde yaşarım
Şapkamın altında.
Bu mısraların Salavin’le akrabalığı gün gibi aşikâr değil mi?
Ben bunun Rüştü için bir kusur olacağını zannetmiyorum.
Zaten Duhamel Université des Annales’de verdiği konferansta Salavin’in yirminci asır insanı olduğunu iddia etmemiş miydi? Yirminci asırda yirmi iki yıllık ömrü olan Rüştü’nün, yirminci asır insanının sentezi olan Salavin’e benzeyişinden daha tabii ne olabilir?
Rüştü ölmüş…
Onunla aynı hastalıktan yan yana yattığımız günleri hatırlıyorum; bize o zaman ıstırabın ta kendisiymiş gibi gelen o günlerde, şimdi saadeti görür gibi oluyorum.
Rahmetlinin ağzından hiç düşmeyen bir söz vardı: “Saadet, kaybedilenler arasındadır.”
Fakat o saadeti, yenide ve yeniye giden yol demek olan macerada aradı.
Bu macera düşkünlüğü değil midir ki onu havası ve suyu kadar insanları da yabancı bir şehirde beklenme¬dik bir zamanda yalnız, yapayalnız ölümün kucağına terk etti.
Rüştü ölmüş…
Demek ben artık, Rüştü gelirse; şöyle yaparız, böyle yaparız, diye hülyalara dalamayacağım.
Demek artık, bir zamanlar başbaşa tasarladığımız yarına ait o güzel projelerden hiçbiri tahakkuk etmeyecek.
Demek artık, bu şehrin caddelerinde dolaştığımız ve yeni yazdığımız şiirleri birbirimize okumak için deliler gibi sokaklara düştüğümüz günler, bulutu bulut, ağacı ağaç, denizi deniz olarak seyrettiğimiz saatler, sırf şiirden bahsederek sabahladığımız geceler birer hâtıra oldu.
Rüştü ölmüş…
Ve ben daha şimdiden insanları yorulmadan sokakları yorulan bu küçük şehirde yalnızlığımı hissetmeye başladım.

Muzaffer Tayyip Uslu

(Ocak gazetesi, 16.12.1942 ve 23.12.1942)

Kaynak: http://www.sinetif.com