24 yaşında veremden ölen sarışın kızlara aşık talihsiz şair Muzaffer Tayyip Uslu’nun bütün şiirleri..

“Ben
Üsküdarlı Şükriye hanımın
Ortanca oğlu
Ve yirminci yüzyılın
Eli ayağı bağlı
Zavallı şairi
Muzaffer Tayyip Uslu”

“Yalnız yaşamak için geldik bu dünyaya
Başka hiçbir şey için değil
Mesut olabilmemiz içindir
Ne varsa bu dünyada
Gökyüzünden tutun da
Ağaçların meyvesine
Hattâ gölgesine varıncaya kadar”

G u r b e t
Aşıksın işte
Ne diye saklarsın
Söylediğin şarkıdan belli
Sevdiğin kız
Seni sevmez
Üstelik.. Bir de gurbettesin
Mektup beklersin
Gelmez..

Muzaffer Tayyip USLU

ARKADAŞLIK

I
Şiirler söylemek istiyorum size
En tatlı ümitler içinde
İstiyorum ki korkutmasın sizi mezarlık
Göreceksiniz o kadar
O kadar can sıkıcı değildir
Benimle arkadaşlık
Ben
Rivayete göre
Allahın talihsiz kulu
Ben
Üsküdarlı Şükriye hanımın
Ortanca oğlu
Ve yirminci yüzyılın
Eli ayağı bağlı
Zavallı şairi
Şiirler söylemek istiyorum size
Siz sevgili insan kardeşlerime..
II
Sevgili insan kardeşlerim
Size bütün kalbimle teşekkür ederim
Ellerinizin yardımıyla
Saçlarımı tarıyorum
Her sabah
Siz kitaplara yazmasaydınız
Ben nereden bilecektim
İki kere ikinin dört ettiğini
Ve gökyüzünü yatağımdan
Seyredebilir miydim böyle
Aklınıza gelmeseydi
Bu pencereyi açmak odama
Ah biliyorum
Biliyorum bir gün gelir de ölürsem
Omuzlarınızda gidecek cenazem
Size teşekkür ederim şimdiden.
III
Bilmelisiniz ki insan kardeşlerim
Deniz denilen bir şey vardır gökyüzünde
Ve gökyüzü mavidir ekseriya
Ne olur ne olmaz
Aklınızda bulunsun
Yalnız yaşamak için geldik bu dünyaya
Başka hiçbir şey için değil
Mesut olabilmemiz içindir
Ne varsa bu dünyada
Gökyüzünden tutun da
Ağaçların meyvesine
Hattâ gölgesine varıncaya kadar
Ne varsa bu dünyada
Mesut olabilmemiz içindir
Aklınızda bulunsun.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

BAHARA KASİDE

Bir ben bilirim
Bir de ayaklarım
Baharın bana ettiğini.
Ah yalnız ben değilim
Şaşıran evin yolunu
Ve unutan
Kitaplarını masada
Yatağını bilhassa
Bahar gelince.
Her bahar böyle olurum
Bir kızı severim muhakkak
Sarı saçlı.
Ve ceplerimi arasanız
Metelik bulamazsınız.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

BALIKPAZARI

Geçme Muzaffer geçme Balıkpazarı’ndan
Bu yaz akşamı böyle
Koltuğunda bir okka ekmekle
Geçme Muzaffer geçme Balıkpazarı’ndan
Eski günler gelir aklına
Eski günler
Oturup ağlarsın sonra,
Ağlarsın,
Geçme Muzaffer geçme Balıkpazarı’ndan
Başını derde sokarsın
Karışmam.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

BARIŞ

Barış ilan edildi nihayet
Her şey eski halini aldı
Ne olduysa cephede ölene oldu
Bir sabah aldılar evinden
Güneşli bir gün vardı dışarda
Ağaçlar da henüz çiçeklenmemişti
Ne kadar durgundu Allahım deniz
Ve bir daha dönmedi geri
İşte bütün hikâye
Annesi ağlıyor şimdi.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

BENDEN SİZE

Yalnız ben mi inkâr ediyorum Allahı
Mevsimler benden kâfir
Ya kuşlar ve ağaçlara
Ne buyurulur
Uzun söze lüzum yok
Şahidimdir
Beş parasız gezdiğim sokak
Bir zaman yaşadığıma
Ve bir hâtıra olsun diye
Benden size
Hiç sıkılmadan söyleyebilirim
Sarışın kızlara bayıldığımı…

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

BİR SEVDA ŞİİRİ

Sen eski bir sevda şiirisin.
Bir koku var sende,
Sıcak yaz akşamlarına mahsus.
Ellerinde mi,
Saçlarında mı,
Gözlerinde mi
Bilmem..
Bir koku var sende,
Sıcak yaz akşamlarına mahsus.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

ESMER

Ne zaman aklıma gelse
İstanbul’daki sevgilim
Hep aynı şarkıyı söylerim
Bu berbat sesimle
“Aman esmer
Canım esmer
Civan esmer”
Oysaki sarışındır
İstanbul’daki sevgilim
Esmer değil.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

EVADOKSİYA

İnkâr etmiyorum ki
Öpmesine öptüm Evadoksiya’yı
Hem de Zeyrek yokuşunda öptüm
Sinemaya da götürdüm
Fakat ben o zaman
Deli gibi seviyordum onu
Sanırsam, o da beni seviyordu
Sevmese ıslık çalar mıydı
Saat ondan sonra
Çabuk gel diye..

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

GRAMER DERSİ

“Sevmek” bir kelimedir
“Sarı saçlı” dersem bir kız için
Sıfat söylemiş olurum
“Ben sarı saçlı bir kız sevdim”
Bir cümledir. Sevda dolu bir cümle
Nokta koymalı, durmalı zira
Zira “açlık” da bir kelime
Cümleye gelmez sarı saçlı kız gibi
Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime
“Öleceğim, ölüyorum, öldüm”
Diyeceğim bir gün.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

GÜNAYDIN

Kapalı duran penceremden
Odama giren sabah güneşi
Günaydın diyor.
Sandalyenin sırtında ceketim
Dün gece olup bitenleri unutmuş
Uzun etme diyor işte.
Ve bir mırıltı
Kulağımın dibinde
Ben başlayan günüm
Aydınlığı getirdim sana
İnsanoğlu
Hadi kalksana.
Peşinden lâfa karışıyor pencere
Günaydın Muzaffer Bey
Sokaklar seni bekliyor
– Sokaklar beni bekliyormuş-
Günaydın.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

HATIRALAR

Hiçbir şeyi düşünmemeli uzun uzun
Biliyorum ağacı
Ağaç olarak seyretmeli
Lakin elimden gelmiyor bir türlü
Ne yapalım,
İnsan yaratılmışım çünki
Sırası gelmiş
Ağlamışım
Gülmüşüm sırasında
Parasız kalmışım
Aç kalmışım sonra
Artık nereye gitsem
Hatıralar peşimde.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

İSTANBUL’A HASRET

– Behçet Necatigil’e –

İstanbul’un bir başka hatırası
Sigara dumanı dolu kahve
Güven olmaz erkenden gitmeli eve
Kararsızdır eylül güneşinin seması
Sonbahardır yağmur yağacak elbet
Baksana, kuşlar yuva derdinde
Sen ekmek parası peşinde
Ah dayanılmaz bir hale geldi gurbet.
Dayanılmaz yolumun üstünde meyhane
‘çek canım çek’
‘çek gülüm çek’
‘çek İstanbul aşkına bi tane.’
Ne iştir ben de bilmem
İçtikçe hatırlıyorum
Hatırladıkça içiyorum
Doldur kadehi anam babam.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

KAN

Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken
Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
Mesela gökyüzü
Maviydi alabildiğine
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi âlemine…

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

KENAR MAHALLE ŞARKISI

O bir kenar mahalle dilberi
Başında
Bir siyah başörtü
Elinde testi
Suya gider
İkindi üstü
Ben buna dayanamam
Dayanamam dostlarım
Dayanamam gayri
Sabrım tükendi.
Saçları var
Sarı mı sarı
Gözleri var
Mavi mi mavi
Bir yüzü var
Hafif çilli
Hele bir bakışı var
Deli divane eder beni
Ben buna dayanamam
Dayanamam dostlarım
Dayanamam gayri
Sabrım tükendi.
O bir kenar mahalle dilberi
Ben bir kenar mahalle şairi

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

MERSİN

Şaşırıvermiştik… Ortalık yaz gibi
Oysa ki trene bindiğimiz vakit
Kar yağıyordu İstanbul’da
Gözlerimiz buna şahit
Şaşırıvermiştik… Ortalık yaz gibi
İlk günümüz bir otelde geçti
Ne pis yerdi otel aman
Ve ne tuhaf gelmişti bize Mersin,
Güneşin alnında küçük bir liman
İlk günümüz bir limanda geçti.
Nelere alışılmaz sanki zamanla
Zararsızdı işte havası ve suyu
Hala düşmez annemin dilinden
İnsanların komşuluğu
Nelere alışılmaz sanki zamanla.
Ufacıktım ben o sıralarda
Sevgilim yoktu hatırlayacak
Şimdi olduğu gibi İstanbul’da
Rahmetli haminnemi
düşünürdüm ancak
Ufacıktım ben o sıralarda.
Ve bir gün Mersin’e veda ettik
Beş sene, tam beş sene sonra
Annem, ben ve küçük kardeşim
Hepimizde bir yığın hatıra
Bir gün, Mersin’e veda ettik.
Aradan bunca zaman geçti
Rüzgardaki yaprağa döndüm
Saadet içinde yaşamak dururken
Felaketler içinde geçiyor ömrüm
Aradan bunca zaman geçti.
Ve bir rüya gibi hatırlıyorum şimdi,
Sıcak yaz gecelerinde,
Bundan bilmem kaç sene evvel
Hür ve mesut yaşadığım Mersin’de
Bir rüya gibi hatırlıyorum şimdi.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

ÖLDÜKTEN SONRA

Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan…

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

ÖLÜLER KONUŞUYOR
I
“Ben veremden öldüm
Belki ölmezdim
Sıkıntım olmasaydı
Paradan yana”

“Ben de cephede öldüm
Süngü taktım
Hücuma geçtim
Ve kâfi geldi tek bir kurşun
Veda etmek için hayata
Varşova önlerinde.”

“Ah ben bir hiç yüzünden öldüm
Bir gece açık kalmıştı üstüm
Soğuk aldım.
Önce yatağa düştüm
Sonra da toprağa.”

“Beni tramvay çiğnedi
Sultanahmet’te
Olur şey değil
Ben burada
Ellerim ve ayaklarım orada
Hâlâ inanamıyorum öldüğüme.”

“Beni doğururken ölmüş annnem
Zaten, zayıf bir kadınmış zavallı
Ben de öldüm işte yirmi yaşında
Açlıktan ki o ayrı mesele”
III
“Ölümü düşünmemek de varmış
Bilmedik sağlığımızda
Elden ne gelir?
Yaşamaktasın
Elin tutar
Yürür ayağın
Sıkıntı mı bastı
Şarkı söyle efendim, şarkı
Hem ne güne duruyor sanki
Gökyüzü olsun
Deniz olsun
Ne güne duruyor?”

“Hiç de pişman değilim öldüğüme
Her şey bitmişti zira
Usanmıştım artık
Gökyüzünü seyretmekten
O kadar çok hâtıram vardı ki
Karıştırıyordum birbirine”

“Dünyaya bir daha gelirsem
Aklı başında bir insan olacağım
Akşamları erken uyuyuyacağım
Ne işim var öyle meyhanelerde
Pazarları
Parklarda gezineceğim
Karımla.”

“Ben onu bunu bilmem
Şunu bilirim
Şunu söylerim
Ölmek veya ölmemekte
Bütün mesele
Bütün mesele
Yetişir ki insan ölmesin
Akşamları uyuyup sabahları uyansın
Ve saçları dağılsın rüzgârda
Yetişir.”

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK

Mümkün mü ağlasın annem
Mezarımın başucunda
Ben sesimi çıkarmayayım
Hayırsız bir evlat gibi.
Bir bulut uçsun da
Ben başımı kaldırmayayım
Yağmur dindikten sonra
Gezinmeyeyim caddelerde.
Ah, mümkün mü bir güzel kadın
Geçsin de yanımdan
Ben seyretmeyeyim
İçimi çekerek.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

REMZİ BEY’E ŞİİRLER

– Soysal’a –

I

Nasıl yaşamışsın Remzi Bey
Nasıl yaşamışsın sen
Bugüne kadar böyle
İnsanlardan habersiz.
Oturup bir masa başına
Kaydederek
Falanca evrağın
Nereden gelip
Nereye gittiğini
Hiç de mi canın sıkılmadı
Hiç de mi gözüne ilişmedi deniz
Bunca zamandan beri
Hayret Remzi Bey
Hayret doğrusu
Hayret…
II
Remzi Bey diyor ki bana
İyi ki bir kelime öğrenmişsin
Söylenip duruyorsun ikide bir
Yaşamak, yaşamak
Fakat yaşamak dediğin nedir
Ben de diyorum ki Remzi Bey’e
Gülerekten
Sigara içmek aziz dostum.
III
İşte böyle Remzi Bey
Sen ne söylersen söyle
Ben seviyorum insanları
Bana benziyor hepsi
Mesela sokakta birisi
Sigarasını yakıyor sigaramdan
Durup bakıyor arkamdan
Saatlerce
Kim bilir kime benzetmiş beni
Ve akşam karanlığında
Dönerken evime
Uğurlar olsun diyor bir ses
Eyvallah diyorum hemşerim.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

RÜŞTÜ’DEN GELEN MEKTUP

– Oktay Rıfat’a –

Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç te güzel değil
Ne sabah var, ne akşam.
Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun, düşman olsun
İnsanlara iyi günler dilerim.
Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya.
Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay’ın
“Hatıralar da dal istiyor
Kuşlar gibi konacak.”

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

ŞAİR

Siz bakmayın bana
Ben şairim
Deniz üstünde yürüyebilirim
Islık çalarak
Hatta ellerim cebimde
Bir de sigara bulunsun
İsterseniz ağzımda.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

 ÜZÜNTÜ

Ne ister benden bu üzüntü
Sokağa çıksam
Yahut eve girsem
Peşimde.
Henüz sevda denilen derde
Düşmüş değilim
Parasızlık da çekmiyorum
Çok şükür bu günlerde.
Peki nedir beni mahzun eden
Neden ağlayacak gibiyim
Bir dokunsanız
Şu güzel bahar sabahında.
Bilinmez ne arar bu üzüntü
Ben gibi avare bir insanda
Ki bütün gün işim
Dere boyu gezinti.

Muzaffer Tayyip Uslu
( 1922 – 1946 )

ACIMAK

Gel etme karınca kardeş
ağustos böceğine acı
tüm suç onun mu sanki
şarkı söylediyse bütün yaz.

xxx

“Bir başıma kalmışım
Bu küçük şehirde
Sen ölüverince birdenbire
Yaşamak istediğin halde
Tek bir işaret bile yok şimdi
Senin de gelip geçtiğine sokaklardan
Teneffüs ettiğine havasını
Suyunu içtiğine Zonguldak’ın”

xxx

“Yalan söylemiş olurum inan
Unutmadım dersem seni
İsmin aklıma geldikçe fakat
İnanmak istemiyorum öldüğüne
Her şey bıraktığın gibi
Sen çekip gittikten sonra
Değişen bir şey yok
Eskiyen elbiselerimden başka
Dünya dönüyor
O kadar güzel ki bazı kadınlar
Çıldırmak işten bile değil
Ve harp, devam ediyor hâlâ”

xxxx

“Adamın birine sormuşlar,
Paran olsa ne yapardın
Demiş ki:
“Birer kürk manto alırdım
“Bütün güzel kadınlara”
Bana da deseler
Ya sen ne yapardın
“Vapura atlayıp
“Doğru İstanbula giderdim
“Ah, benim güzel İstanbulum”

xxxx

“Havada uçup giden tayyare
Ne gurbet eldeyim
Ne de şikâyetçidir kalbim
Sevdadan yana
Bununla beraber
Bir derde düştü ki Muzaffer
Sıyıramaz yakayı bu sefer
Öyle kolay kolay
Zannım budur ki
Tükendi sabrı
“İflah” olmaz gayrı
Bulunmaz artık derdine çare”

xxxx

“Son günlerimi yaşıyorum sanki
Gökyüzünü seyretmemiştim böyle hiç
Başımı kaşıyarak
Bu kadar mahzun etmemişti beni
Babası ölen çocuk
Dalı kırılan ağaç
Kocası sarhoş kadın
Bu kadar mahzun etmemişti beni
Ah, boyu devrilesi
Körolası dünya harbi”

xxxx

“Söyleme sakın söyleme güneşli gün
Aylardan beri sokakları
Demir parmaklı pencereden
Seyreden o delikanlıya
Baharın geldiğini
Sakın söyleme”

xxxxx

“Ben veremden öldüm
Belki ölmezdim
Sıkıntım olmasaydı
Paradan yana.”

xxxx

Arzu
Bir güzele
Güzelliğini söylemek isterdim
Aynalardan evvel..
Muzaffer Tayyip USLU
İsterdim
Bir güzele
Güzelliğini söylemek isterdim
Aynalardan evvel..
Bir güzelle
Yaşamak isterdim
Güzel Güzel..
Muzaffer Tayyip USLU
01 Haziran 1941 Varlık, S; 191
Bazı Saatler 
Denizle deniz olduğum saatler vardır
Küçük ve beyaz bir bulutum
Çay içerken
Sabah vakti..
Muzaffer Tayyip USLU

Şiirler Muzaffer Tayyip Uslu’nun sanki devamı gelecek gibi isim verdiği ancak ömrünün yetmediği “Şimdilik” adlı tek kitabında mevcuttur..

MUZAFFER TAYYİP USLU –
“Yalnız yaşamak için geldik bu dünyaya
Başka hiçbir şey için değil
Mesut olabilmemiz içindir
Ne varsa bu dünyada
Gökyüzünden tutun da
Ağaçların meyvesine
Hattâ gölgesine varıncaya kadar”
 

1922 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Muzaffer Tayyip Uslu polis komiseri olan babasının görevi nedeniyle çocukluğunun ilk yıllarını Mersin’de geçirdi. İlk ve ortaokulu İstanbul’da bitirdi, lise eğitimini Zonguldak Çelikel Lisesi’nde tamamladı. (1943)

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne yazıldıysa da yoksulluk ve hastalığı sebebiyle tahsiline devam edemedi ve Zonguldak’a dönerek İş Mükellefiyeti’ne memur olarak girdi.

Orhan Veli çizgisindeki şiirleriyle genç yaşta yeni şiir akımının sevilen şairleri arasına giren Uslu’nun şiirleri Ocak gazetesi (Zonguldak 1942), Kara Elmas (Zonguldak 1943-1946) Varlık (1941), Değirmen (1943) dergilerinde yayınlandı.

Şiirlerinin yanısıra Kara Elmas dergisi ve Ocak gazetesinde yayınlanan “Yârenlik”, “Tenkide Dair”, “Yirmi Yılda Türk Edebiyatı”, “Son Çıkan Şiir Kitapları”, “Şiir ve Şiirde Primitif Anlayışa Dair”, “Halk Edebiyatımızdan Faydalanmanın Yolları”, “Şiirde İnsanı Aramak” isimli denemeleri bulunmaktadır.

18 yaşında geçirdiği zatürreeyi yoksulluk yüzünden bir türlü atlatamayan şair, ömrünün son altı yılını veremli olarak, her gün ölebileceğini bilerek, yaşadı ve 3 Temmuz 1946 tarihinde henüz 24 yaşında iken yaşama veda etti.

Şairin ölümünden on yıl sonra şiirleri ve yazıları Necati Cumalı tarafından ‘Muzaffer Tayip’ adlı kitapta toplanarak yayınlanmıştır. 2013 yılında da Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un şiirsel yaşam öyküsünü konu alan Kelebeğin Rüyası adlı bir sinema filmi yapılmıştır.

ESERİ:  Şimdilik (1945)

 ŞİİRE VE ŞİİRDE PRİMİTİF ANLAYIŞA DAİR

“Gerçek şair yaşadığının farkına varan insandır, halis şiir yaşamak sevincinin bir tezahüründen başka bir şey değildir.” Bir arkadaş bu sözleri söylediği vakit, itiraf edeyim ki hoşuma gitmesine rağmen pek yerinde bulmamıştım. Lâkin şimdi aradan bir hayli zaman geçtikten sonra, ne kadar haklı olduğunu daha iyi anlıyorum. Evet “gerçek şair yaşadığının farkına varan insandır. Halis şiir yaşamak sevincinin bir tezahürüdür.”

Şiir nedir? Bu soru insan oğlunun dudaklarında kim bilir kaç defa dolaştı ve dolaşacak. Şiiri şu veya bu şekilde tarife kalkışanlar onun ancak bir tek cephesini aydınlatabildiler. Şiirin tarif edilmemesinin sebebini ilâhiliğine atfetmek şiire ihanettir.

Paul Valery der ki: bâzılarının şiir hakkında düşünceleri o kadar müphemdir ki, bu müphemliği şiirin tarifi zannederler. Başka yerleri bilmiyorum. Ama memleketimizde değil halkın, aydınların bile şiir hakkında belirli bir düşünceleri yoktur. Şiiri autobiographie yahut aşk mektubu telâkki edenlerimiz ne kadar çoktur.

Öyle sanıyorum ki bu, sanat kültürünü vermek için tuttuğumuz yanlış yoldan ileri geliyor. Güzelliğin, estetik mânadaki güzelliğin terkibi olduğunu tahlil edilemeyeceğini unutuyoruz. Bir adam tasavvur edin ki hayatında hiç çay içmemiştir. Şimdi buna en iyi cins çayın Çin’de yetiştiğini, bütün şeker endüstrisini ve nihayet çayın nasıl yapıldığını en küçük teferruatına kadar anlatsak, acaba ömründe hiç çay içmemiş olan bu adama hakiki çay içeceği vakit duyacağı tadı ihsas ettirmiş olabilir miyiz? İşte bize sanat kültürünü vermek için kullanılan yanlış yol. Güzele ünsiyet peyda etmemiş bir kimse çirkini nasıl tanısın? Güzele tahlil değil, telkin yolu ile varılacağını artık zihnimize yerleştirelim.

Şiir, halis şiir vezin ve kafiyenin hattâ mananın dışındadır. Nice mısralar vardır ki, vezin ve kafiyesini, mânasını bozmadan, kelimelerin yerini değiştirdiğimizde bizi eskisi gibi sarmazlar. La Bruyere’in dediği gibi “Bir fikri muhtelif ifadelerle anlatmak mümkündür. Fakat bütün bu ifadelerin içinde bir tanesi vardır ki en güzeli odur.” İşte şair düşüncelerini en güzel şekilde ifade eden kimsedir.

Şiir kelimelere tasarruf etmek sanatıdır. Nasıl bir ressamın ilk endişesi tablosunu modele benzetmekten ziyade çizgilerin ve renklerin âhengini bulmaksa, bir şairin ilk endişesi güzel şeyler söylemekten ziyade güzel şekilde söylemektir. Birçok şairlerin söylemek istediklerinden çok söyleyiş tarzlarının hoşumuza gittiğine her halde dikkat etmişsinizdir. Meselâ bir divan şairinin herhangi bir beytine “aah ne güzel demiş” diye hayranlık gösterirken buradaki güzel kelimesi söylenen şeylere değil de söyleyiş tarzına racidir.

Nurullah Ataç şiire dair bir konuşmasında Andre Gide’in bu fikri şöyle hulâsa ettiğini zikrediyor: “Sanatkâr güzel odalar yapsın, okuyucu ona kiracı bulur” Bu tarif bizi symbolisme’e götüreceği için tehlikeli olmakla beraber büyük bir hakikatı ihtiva etmesi bakımından mühimdir.

Memleketimizde pek yanlış olarak modernizm birinci harbi umumiden sonra, Avrupa’da daha doğrusu Fransa’da baş gösteren anarşist cereyanların kötü bir kopyası telâkki edilir. Bu sakat ve dar bir görüştür. Şüphesiz genç nesil bu anarşist sanat cereyanlarından az çok mülhem oldu. Meselâ serbest nazmın memleketimizde vakitsiz yayılması gibi. Fakat hiçbir şairimiz bu anarşist sanat cereyanlarının meydana getirdiği mekteplere mensup değildir. Hiçbir şairimiz Guillaume Appolinaire’in plâstik daleverelerini denemedi. Ve bütün iddiaların tersine olarak hiçbir şairimiz sürrealist metotla çalışmamaktadır. Aralarında müşterek bağlar olan şairleri muhakkak bir isim altında toplamak lazımsa, buna primitif şiir anlayışı diyebiliriz.

M. Cevdet: lüks olmayan bir şiir, fevkalbeşer olmayan bir şair karşısındayız derken bu şiir anlayışının en veciz tarifini vermiş oluyordu.

Her şeyden evvel şaire istiklâlini kazandırmak icap ediyordu.

Şiirde müzik, müzikte şiir; şiirde resim, resimde şiir, aramak aydınlarımızın ötedenberi müptelâ oldukları bir illettir. Buna bir de son zamanlarda moda olan; şiirde roman, romanda şiir aramak hastalığını ilâve etmeliyiz. Genç şairin ilk mücadelesi bunlar oldu. İkinci mühim mesele şiiri olduğundan başka türlü görülmesine vesile teşkil eden ve şiiri statikleştiren lüzumsuz kayıtlardan kurtarmak lâzımdı. Bu maksatla vezin ve kafiyeye, mecaz, teşbih, istiare gibi lafız sanatlarına hücum edildi.

Bugün artık inkâr edilmez bir gerçektir ki bütün sermayesi vezin ve kafiyenin temin edeceği ahenkle; teşbih, istiare gibi lafız sanatlarından ibaret olan şiir tarzı iflâs etmiştir, ve şiirin kapıları insanı ilgilendirmeyen problemlere çoktan kapanmıştır.

Vezin ve kafiyenin şiirdeki izafiliği üzerinde duracak değilim. Orhan Veli bu meseleyi evvelce halletmiş bulunuyor… Yalnız vezin ve kafiyenin ortadan kalkmasıyla, şeklin de kaybolacağını ileri süren bâzı sivri akıllılara sanat eserinde şeklin muhtevanın heyeti umumiyesinden geldiğini hatırlatmak isterim. Teşbihe gelince, pek muhtemeldir ki insan oğlu ilk teşbihi düşüncelerine vuzuh vermek için kullanmış olsun. Bir teşbih bir ihtiyacı önlediği müddetçe iyidir. Dikkat ederseniz güzeldir demiyorum.

Başlangıçta fayda gözetilen teşbihte insanlar sonradan bir güzellik buldular, ve teşbih için teşbih yapmaya kalkıştılar. O kadar ki teşbih asıl ödevini kaybetti. Yani düşünceleri berraklaştıracağına bulandırmaya başladı ve netice meydanda işte: Şiir bilmece halini aldı. Bir ressamın sevgilisinin portresini yaptığını farzedelim; kaşları kemana, kirpiklerini oka, ve yanaklarını güle benzetsin. Ortaya çıkacak maskara şeyi siz tasavvur edin gayri. Teşbih için teşbih yapan şairin hali mahut ressam kadar yürekler acısıdır. Mecazın da teşbihten kalır yeri yoktur.

Biliyorum, edebiyatımızın teşbihler ve mecazlar dünyasında yüzmesi ekonomik, sosyal, tarihsel sebeplerin zarurî bir neticesidir. Medreseden gelen iskolâstik zihniyete karşı …. edebiyatının Epiküriyen’ci dünya görüşünün teşbihe ve mecazlara sığınacağı muhakkaktır. Fakat bilmem bugün ortada böyle bir sebep var mı? Niçin ağacı ağaç, bulutu bulut ve denizi deniz olarak seyretmeyelim? Niçin çiçek açmış canım erik ağacını ciğeri beş para etmez bir teşbih uğruna feda edelim?

Şair harcıâlem şeyleri teşbih ve mecazlarla lâyık olmadığı bir değeri vermek için çabalayan bir sahtekâr değil, bulanık düşünceleri berraklaştıran hakikat arayıcısıdır.

Şurasını da belirtmeliyiz ki şiirde primitif anlayış bir netice değil bir başlangıçtır.

Eski şiirin yıkılması ve okuyucunun alışılmış şeylerden şüpheye davet edilmesi lâzımdı. Orhan Veli ve arkadaşları bunu yaptılar. Şimdi onlardan sonra gelenlere yeni hakikatlar bulmak için bu çetin yolda yürümek düşüyor. Unutmayalım ki sanatkâr orijinalitesini yapmak için her şeyi yeni baştan öğrenmek ve inşa etmek zorundadır. Sanatkar için mükemmeliyet gibi ezbercilik de yoktur.

MUZAFFER TAYYİP USLU
Kara Elmas Dergisi, Sayı: 7, 15 Şubat 1943