Yiğidimiz aslanımız Büyük Önder Atatürk ‘asla taarruz yapmayacakmış gibi’ davranarak gizlice Konya’ya oradan Batı Cephesi’ne gitti. Paşalar “Bu planla yenilirsek asarlar bizi” dedi. Atatürk “Merak etmeyin, yenilirsek beni şuracıkta asarsınız” dedi

Kocatepe

Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayarak 30 Ağustos tarihinde zaferle sonuçlanmıştı.

Atatürk, taarruz yapılacağını gizlemek için Meclis dahil herkese “asla taarruz yapmayacakmış gibi” davranarak futbol maçı düzenleyip komutanları davet ederek görüşmenin gizliliğini korumuştu. Ayrıca, Ankara’da çay partisi düzenlemişti ve bu nedenle muhalifler Atatürk hakkında kara propaganda yapmıştı. Atatürk’ün kusursuz planı ise işlemeye devam ediyordu.

Büyük Taarruz’un başlamasıyla Atatürk, askeri dehasını bir kez daha konuşturdu ve Yunan Ordusu’nu hiç beklemediği anda hiç beklemediği bir zamanda tarumar etti.

Atatürk, “Bu planla kaybedersek bize vatan haini derler. Bu meclis bizi asar” diye itiraz edildiğinde  “Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız” demişti.
26 Ağustos 1922, yani Atatürk’ün hayatındaki en zor günü işte böyle başladı.

Sakarya’da püskürtülüp Afyon’a çekilen düşmanı denize dökmek için fazla zaman yoktu. 11 yıldır süren savaşın ardından Türklerin atımlık tek kurşunu kalmıştı. Düşmanı tek hamlede yok etmek için riskli bir plan gerekiyordu.

Atatürk bu nedenle düşmana “beklemediği bir anda ve beklemediği bir yerden” vurmaya karar verdi. Taarruz planını gizli tuttu. Futbol maçı düzenleyip komutanları davet etti. Ankara’da çay partisi düzenledi.

Atatürk taarruzu gizlemek için “asla taarruz yapmayacakmış gibi” davranıyordu. Bu plan o kadar kusursuz işliyordu ki meclis bile ordunun çürüdüğünü, hareket edemeyecek hale geldiğini söyleyerek Atatürk’ü eleştiriyordu.

Muhaliflerin bu kara propagandası Atatürk’ün işine geliyordu. Mecliste bile bunların konuşuluyor olması, Atatürk’ün taarruzu gizleme stratejisine hizmet ediyor, Ajanlar tarafından mecliste konuşulanları öğrenen İngilizler bir taarruza ihtimal veremiyordu.

Atatürk son hamle olarak Fethi Bey’i barış görüşmeleri için Londra’ya gönderdi. Taarruza niyeti olmayan, meclis tarafından eleştirilen, çay ziyafeti ve futbol maçlarıyla ilgilenen Atatürk’ün “barış için” bürokrat göndermesi taarruzu gizleme planının son halkasıydı.

Tüm bunlar olurken Atatürk gizlice cephe ziyaretleri yapıyordu. İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Yakup Şevki Paşa ile harekat planını oluşturdular. Yapılacak hamle dağlık bölgeden sızarak düşmanı asla beklemediği güney hattından vurmaktı. Fakat bu oldukça riskli bir plandı.

Yakup Şevki Paşa, Atatürk’ün Harp Okulu’ndan hocasıydı. Bu planın riskli olduğunu söyleyerek itiraz etti. Haksız sayılmazdı. Ordunun büyük bir bölümü gece vakti kaydırılacaktı. Fark edilmesi halinde büyük bir hezimet yaşanabilirdi.

ATATÜRK İTİRAZLARI REDDETTİ

Atatürk:
Uğraşa uğraşa, ancak 1 yılda düşmanla az çok denk bir hale gelebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu sefer kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de, tehlikesine rağmen bu planın uygulanmasından başka çare göremiyorum.

Yakup Şevki Paşa kaybedilmesi halinde hain ilan edileceklerini söyleyince Atatürk tüm sorumluluğu üzerine aldı. “Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız” diyerek tartışmayı bitirdi.

TÜRKLERİN ANNESİ ZÜBEYDE HANIM: SAVAŞI KAZANMADAN GELME

Atatürk, cepheye gitmeden önce annesiyle görüşmek istedi. Yıllardır cephede olduğu için annesini çok az görebilmişti. Kısa süre önce annesini Ankara’ya getirterek kavuşmuşlardı. Fakat şimdi yine ayrılık zamanıydı.

Atatürk, taarruz planını gizli tuttuğu için Zübeyde Hanım’a bahsetmedi. Fakat ömrü, oğlunu cepheye göndermekle geçen Zübeyde Hanım anlamıştı.

Kısa süre sonra oğluna mektup yazdı: Oğlum, seni bekledim. Gelmedin. Cepheye gittiğini biliyorum. Savaşı kazanmadan geri gelme.

Plan gereğince 25 Ağustos gecesi ordu sessizlik içerisinde Yunan ordusunun güneyine sarkarak Şuhut Dağlarına doğru sızdı.

ATATÜRK, TAARRUZU YÖNETMEK ÜZERE KOCATEPE’YE GELDİ

Yolculuk esnasında oldukça düşünceliydi. Hiç kimseyle konuşmuyordu. Tepeye vardığında komutanlara kaydırma işleminin başarıyla sonuçlanıp sonuçlanmadığını sordu. Müspet cevap aldı.

Şafağın sökmesiyle ilk top atılacaktı.

Saat 5 civarında şafak sökmeye başladı. Fakat hiç hesapta olmayan bir durum yaşandı. Etrafı sis basmıştı. Toplar hareketsiz kalmıştı. Türk ordusunun açığa çıkma riski vardı.

Saatler 05:30’a geldiğinde sis dağıldı. İsmet Paşa komutasındaki topçular büyük bir şiddetle ateşlendi. Eldeki cephane bitmeden Yunan savunma hattı delinmeli ve asker taarruza geçmeliydi.

TARİHİ FOTOĞRAF ANI

Atatürk Oldukça stresli görünüyordu. Vakit akıp gidiyordu. Bir ara yerinden ayrıldı. Bölgedeki kayalıkların bulunduğu yere gitti. Yalnız başına kayaların arasına girdi. Kayalıktan çıkıp yürüdüğü esnada ekipten biri makinesini aldı ve o tarihi anı fotoğrafladı.

Yaveri ve koruması Yarbay Muzaffer Kılıç onunla birlikte bombardımanı izlerken, Mustafa Kemal’in fısıldadığı cümleleri işitti:

Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et! Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme!”

BÜYÜK TAARRUZ BAŞLAMIŞTI

Türk topları ateş püskürüyor, düşmanın alınamaz denen mevzileri alt üst oluyordu. Atatürk kayaların üstüne oturdu. Dalgınlığı kalmamıştı. Gelen haberler nedeniyle gülümsüyordu.

Topçu ateşinin Yunan mevzilerini deldiğine ilişkin haber karargahta büyük sevinç yarattı. Atatürk neşelenmişti. Uzun süredir bir şeyler yemiyordu. “Şimdi kahvaltıyı getirin” dedi.

İki dilim ekmek, bir kaç zeytin ve bir parça beyaz peynir getirildi. Kahvaltısı buydu.

Yunan ordusu, güneyden başlayan taarruza anlam veremedi. Bunu doğudan gelecek saldırıyı gizleyen bir tür aldatmaca olarak algıladı ve güneye birlik kaydırmadı. İşte, Atatürk Yunan ordusunun tam da bunu düşünmesini istiyordu.

Yunan ordusu asıl saldırının güneyden geldiğini anlayana kadar Türk ordusu ilerlemeye devam etti. Yunan Orduları Komutanı Trikupis gülünç duruma düşmüştü. Yunan Başkomutan Hacıanesti ise İzmir’deydi ve olan bitenden habersizdi.

Trikupis son bir hamleyle ordusunu düşmandan koparıp çekilmeye karar verdiyse de cepheyi kafasının içinde adım adım yaşayan Atatürk, 29 Ağustos gecesi Trikupis’in etrafını sardı. Artık kaçacak yeri kalmamıştı.

30 Ağustos’un ilk ışıkların düşmanı çevreleyen Türkler, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat komuta ettiği saldırıyla Yunan ordusunu süngü taarruzuyla Dumlupınar’da imha etti.

YUNAN ORDULARI KOMUTANI TRİKUPİS ESİR DÜŞTÜ

Trikupis gece vakti kaçmaya başladı. Ama Uşak’ta esir düştü.

Etem Tem tarafından çekilen ve hayatının en zor anını resmeden fotoğrafı 2 Eylül 1922 günü Afyon’da bulunan karargâhında gördü. Parmaklarını fotoğrafların üzerinde gezdirdi ve “Çok güzel” dedi.

Artık sahne Atatürk’ündü. “Bizi kimse durduramaz, Kayseri’ye kadar gideriz” Trikupis’i esir çadırında ziyaret edip geçmiş olsun dileklerini bildirdi. Daha sonra Trikupis’i esir olarak Kayseri’ye gönderdi.

Atatürk, iki yıl önce “Ne? Mustafa Kemal mi? Kim bu adam? Böyle bir komutan tanımıyorum” diyen Hacıanesti hakkında Reuters muhabirine şöyle konuştu:

İki haftadır cephedeyim. Her tarafta Hacıanesti’yi arıyorum, gördünüz mü?

Atatürk 9 Eylül’de görkemli bir şekilde İzmir’e girdi. Taarruzdan önce görüştüğü arkadaşlarını gördü ve şöyle söyledi:

Düşmanı bir haftada yok edeceğimi söylemiştim. Affedersiniz. Bazı hesap hataları oldu. Bu işi beş-altı günde yapıverdik!

Atatürk, Yunan Kralı’nın İzmir’e geldiğinde Türk bayrağını çiğneyerek girdiği İplikçizade köşküne gitti. Yere Yunan bayrağı serildi ama o çiğnemedi:

O, geçmişse hata etmiş. Bir milletin istiklalinin timsali olan bayrak çiğnenmez. Ben onun hatasını tekrar edemem.

Atatürk 10 Eylül günü gazetecilerle buluşmak üzere Kramer Palas’a gider. Garsona “Kral Konstantin İzmir’e geldiği zaman buraya oturup bir kadeh rakı içti mi?” diye sorar.

Garson “Hayır” deyince “Yazık” der, Atatürk. Ve ekler: Öyleyse neden İzmir’i almak istemiş?

Yunan ordusu 13 Eylül günü Anadolu’yu tamamen terk etse de İngiliz donanması 64 parça gemisiyle İzmir açıklarındaydı.

Atatürk İngilizlerin 24 saat içerisinde bölgeyi terk etmesi için bir nota yazdı. 24 saat sonra İngiliz donanması gitmişti.

İngilizlerle yapılan görüşmede “Bize harp mi ilan edeceksiniz” diyen görevliye şöyle dedi:

Benim burada kendi vatanımda olduğumu bilmiyor musunuz? Siz hâlâ o zihniyetteyseniz harp halindeyiz demektir. Öyleyse evet. Bir kere, on kere, yüz kere daha harp ilan ediyorum.

“İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır. Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak, yalnız bana ait olacaktı.”