‘Bu fotoğrafa çok iyi bakın…’ Faik Kaptan’dan ders alınacak nefis bir anılar zinciri

BU FOTOĞRAFA ÇOK İYİ BAKIN.
Her insanın bir yaşam felsefesi vardır. İşte bu fotoğraf da benim en önemli yaşam felsefelerimden birisi olan, “Hakkın olmayan hiçbir şeyi kimseden isteme” prensibimin belgesidir.
Fotoğrafın hikayesine geçmeden önce 14 yaşıma dönelim. 
Adapazarı Ortaokulu’nda birinci sınıftayım.
Okul 1950’li yıllarda kentin ortasında Atatürk Parkı’nın içinde çok şirin iki katlı uzun bir binaydı.
Arkasında Ticaret Lisesi, onunda karşısında inanmazsınız ama, kapalı cezaevi vardı.
Mahkumlar bazı günler pencereden para atar ‘Köylü’ sigarası isterler, bizde alıp pencereye doğru bir kesekağıdının içine taş koyup istedikleri sigarayı atardık. Çok güzel günlerdi.
Fazla çalışkan bir öğrenci değildim.
Ama derslerim iyiydi.
Sadece Coğrafya dersini sevmezdim.
Daha doğrusu dersin öğretmeni Lütfiye Hanım ile yıldızım pek barışmamıştı.
O yıl yani Ortaokul birinci sınıfta Coğrafya dersinden ikmale kaldım.
Yine o dönemde tek dersten sınıfta kalmak yoktu.
İkinci sınıfa ikmal sınavını veremezsen de geçebiliyordun.

YALANIM YAKALANDI.

Kafama takmıştım. Nasıl olsa geçmiştim ikmal sınavına girmeyecektim.
Evdekilere sınav tarihi ile ilgili olarak yalan söyledim.
Sınava gidiyormuş gibi giyinip okula gittim. Sınav bir gün önce yapılmıştı.
Eve döndüm ve anneme, “Listeye yanlış bakmışım. Sınav dünmüş. Ama önemli değil nasıl olsa sınıfı geçtim. İkinci sınıflarla birlikte tekrar sınava girme hakkım var” dedi.
Annem pek bir şey söylemedi.
Akşam babam işten gelince sınavı sordu.
Ben de ona anneme söylediğimi söyledim.
Babam Vehbi Kaptan, bu yaşıma kadar tanıdığım en dürüst insanlardan birisiydi.
Dini akidelerini tam anlamıyla uygulayan ama kesinlikle yobaz bir adam değildi.
En çok kızdığı şey ise yalan söylenmesiydi.
Hatta caminin hocasının bir yalanını yakaladığı için o imam gidene kadar camiye bile gitmedi.
Tabii benim bu küçük yalanımı da hemen yakaladı ve bana “Senin gibi yalancıya ekmek vermek bile doğru değil” dedi.

KİREMİT FABRİKASI MACERASI.

Babama bu sözü için hiç kırılmadım. Başımı öne eğip odadan çıktım.
İşte bu söz benim yukarıda değindiğim yaşam felsefemin miladı oldu.
O günden sonra gerçekten babam dahil hiç kimseden para istemedim.
Ertesi gün mahallemizde bulunan kiremit fabrikasına gittim.
Orada benim gibi bir sürü çocuk amele olarak çalışıyordu.
Fabrikanın çavuşu başvurumu hemen kabul etti ve 14 yaşında 1.58 boyunda 40 kilo ağırlığındaki Faik Kaptan’ı işçi olarak işe aldı.
Hemen sırtıma tahtadan bir semer vurdular ve güneşte kurutulmuş kiremitleri pişmesi için fırınlara taşımaya başladım.
Dört veya beş çift kiremit olarak yüklüyorlardı.
Fırınların içi cehennem gibi sıcaktı. İçeriye girerken tahtadan takunye giyiyorduk.
Gerçekten çok yorucu bir işti.
Fabrikanın sahibi ünlü bir tarikat liderinin damadı Kemal Kaçar’dı. 
Kemal bey meğer babamın da arkadaşıymış.
Babamı da tarikata almak istemiş ama babam kabul etmemiş. Önemli değildi.
Zamanla istiflenen kiremit arasına tuğla dizme şeklini öğrendim.
Buna kanal- tabancı deniliyordu. Bu işi öğrenince haftalığım 44 liradan 46.75 liraya yükseldi.
Yoruluyordum ama mutluydum. Sonunda ekonomik özgürlüğümü kazanmıştım.
İleriki yaşlarda, yani lise yıllarında Adapazarı Hal’in de Özgenlerin firmasında kabzımal katibi olarak uzun yıllar çalıştım.
Buralardan kazandıklarımla İstanbul’da üniversite öğrenimimi de tamamladım.

GELELİM FOTOĞRAFIN HİKAYESİNE.

Üniversite’de önce İstanbul Hukuk Fakültesini kazandım, hem de dördüncülükle o ünlü kapıdan içeriye girdim. Ancak burada anlatmaya kalksam uzun olur, çeşitli nedenlerle baş edemedim ve okulun Süleymaniye kapısından yani arka kapısında çıktım.
Sevgili arkadaşım Naşit Berköz’ün kulakları çınlasın. O da ayrı hikaye.
Sonra Gazetecilik yüksek okuluna girdim ve hukuk alt yapım olduğu için iki yılda Haziran mezunu olarak okulu bitirdim.
Hiç beklemeden Eylül ayında da askere gittim.
Önce Yedek Subay Okulu olarak Tuzla’da başladım. İşte bu fotoğraf Tuzla’da yaşanmış bir hikayedir.

ÇARESİZLİĞİN IŞIĞI.

Günlerden Cuma. Eğitim sonrası istirahat ve yemek. Yemekte kapuska.
Severim ama kıymada pek iç açıcı bir tat yok. Yarım yamalak yedim. Daha doğrusu sofradan yarı aç kalktım.
Ertesi günü Cumartesi ve iki günlük hafta sonu iznine çıkacağız. Cepte bir kuruş para yok.
Arkadaşım çok ama,benim kabusum kimseden para isteyemiyorum.
Hiç olmazsa 2,5 liram olsa ana yoldan otobüse binim Adapazarı’na gidebileceğim.
Oraya gittikten sonra gerisi kolay.
Hala az da olsa ortak olduğum bir fotoğrafçı dükkanım var.
Oradan gerekli parayı alır, ödeşirim.
Nasıl olsa iki ay sonra asteğmen olacağım ve iyi bir maaşım olacak.
O anda meteliğe kurşun atıyorum.
Yemek sonrası bölüğe doğru yürürken, her gün mektupların dağıtıldığı yerde bir kuyruk gördüm.
Önce anlam veremedim.
Yaklaştım, bizi bölük kıdemlisi Ahmet Erman bir şey dağıtıyor.
Ahmet avukattı. İkiz kardeşi Hasan ile beraber askere gelmişlerdi.
Babaları ise Türkiye’nin ünlü Ceza Hocalarından Profesör Sahir Erman’dı.
Ahmet elindeki listeyi okuyor gelene para veriyordu.
Bir anda gözlerim parladı.
Ne parası olduğunu oradaki arkadaşlara sordum aldığım cevapla bir anda ayaklarımı yerden kesildi.
Mutluluktan uçuyordum.
Yedek Subay öğrencilerin er maaşı aylık hakkı varmış.
Yani biz o anda er statüsünde olduğumuz için 30 lira er maaşı alıyormuşuz.
Bunun 15 lirasını albüm parası olarak kesmişler geriye kalan 15.00 lirayı sırayla dağıtıyorlar.
Hemen kuyruğa girdim.
Dünyalar benim olmuştu.
Büyük Allah’ım yardım etmişti.
Hızır Aleyhüsselamı göndermiş ve bu fakir kulunu sevindirmişti.
Bu anı belgelemek lazımdı.
Yerimi muhafaza edip koşarak taburun fotoğrafçısına gittim.
Alıp oraya getirdim ve paramı teslim alırken bu anı ölümsüzleştirdim.
15.00 liranın 2,5 lirasını fotoğrafçı çocuğa verdim, 2,5 lirası ile de kantine gidip güzel bir mercimek çorbası içtim ve ızgara köfte yedim. Allah’ıma şükür ettim.

GELELİM ÇIKARACAĞIMIZ DERSE.

Bu belki o kadar geçerli bir ders değil. Ama benim kişisel yaşam felsefem olduğu için önemli.
Anlayacağınız 14 yaşımdan bu yana, hakkım olmayan hiçbir şeyi, hiç kimseden istemedim.
Vermek istemeyip de bahane üretenleri, daha doğrusu elmalarla armutları karıştıranlara karşı da hep uzak ve buruk oldum.
Gereksiz yargılarla kimseyi küçümsememek gerekir.
Kimse üstünlüğünü mal ve servet olarak görmemeli.
Sözü Peygamber Efendimizin Hadisi ile bitirelim:
“Her kim alçak gönüllü davranırsa, Allah muhakkak onun derecesini yükseltir”

Faik Kaptan