O askerler dönemedi köyüne. Uluslar, kahramanlarını önemsedikleri oranda güçlü olur. Palavra kahramanlıklar uydurarak değil

103 yıl önce, Balkan hezimetinden sonra köyüne dönebilen Osmanlı askeri, daha çoluğuna çocuğuna hasret gideremeden önce Doğu Anadolu’ya, Filistin çöllerine ve Çanakkale cephesine gitmek zorunda kalmıştı. Tam 103 yıl evvel bu günlerde, Erzurum’un, Sarıkamış’ın kar ve buz tutmuş dağlarında, niye yapıldığını asla anlamadığı bir savaşı sürdürüyordu.
O askerlerin çoğu dönemedi köyüne… Dönebilenler ise başka savaşlar verdiler. Ne kimse yaralarını sardı, ne de birileri ruhlarını okşadı…
Mehmet Akif’in dediği gibi, “…karşımızda vatan namına bir kabristan yatıyor…”
Ne tam sayılarını, ne de hepsinin isimlerini biliyoruz… Geri dönmeyi başarabilenlere kimse “gaziler evi” hazırlamadı; bir “ruhsal tedavi”ye ihtiyaç duyup duymayacaklarını düşünmedi… Esir düşenlerin mübadelesinde hiçbir resmi görevli bulunmadı. Aynı savaşa katılan diğer devletlerin yetkilileri cepheye gönderilen katır ve eşeklerinin kaydını “isim”leriyle tutmuşken, dünyanın Kızılhaç’tan sonraki en büyük sağlık örgütü Kızılay, kaç Türk esirinin geri döndüğünü bile bilmiyor.
Ama, toplum hafızası bu kayıpları unutmaya istekli değil; tam tersine, günümüzdeki duyarsızlık örneklerini gördükçe 103 yıl sonrasın da bile daha fazla etkileniyor.
Çünkü uluslar, kahramanlarını önemsedikleri oranda güçlü oluyorlar… Palavradan kahramanlık hikayeleri uydurarak değil…

Bekir BİRİNCİOĞLU