İyi ki hatırladınız… Eren’in Ardından…

İYİ Kİ HATIRLADINIZ…

O’nu, daha doğumhanede göbeği kesildiği anda derin bir adaletsizliğe mahkûm bir birey olarak kaydettiniz bu ülkenin yaşam kütüğüne.

Muhtemelen İiliğini-kemiğini sömürdüğünüz emekçi bir ailenin küçük çocuğu olarak, önündeki bütün fırsat kapılarını pencerelerini sımsıkı kapattınız. Eğitimde, sağlıkta, adalette, sosyal olanaklarda her türlü eşitsizliğin girdabında debelenip duracağı bir yaşam sundunuz ona. Alternatifsiz.

Ayrıcalıklı akranlarının TV’lerin pırıltılı ekranlarında izlediği yaşamlara öykünerek büyüyeceği, büyük bir olasılıkla taşranın geleneksel “güdüleri” ile arkasından sürekli olarak “Sen sadece imanlı ve mütedeyyin bir genç ol yeter. Gerektiğinde de bu ülke, bu devlet ve bu millet için şehadet şerbetini içmeyi bil” diyerek, önüne o lanet olası şerbet bardağını itelediniz.

Kesin, arkadaşları onu askere “görkemli” bir araç konvoyu oluşturarak ve muhtemelen havaya şarjörler dolusu mermi boşaltarak bayraklara sarılı otomobillerde dolaştırarak uğurlayacaklardı. Komutanları da, hamasi nutuklarla karşılayıp, belki yine bugünkü gibi çelik yeleksiz önlemsiz, eğitimsiz filan sipere yatıracak, belki de bir kahpe terör kurşunu ile yaşamını yitirdiğinde, yine bugünkü gibi hamasi nutuklarla yere göğe sığdıramayıp ebediyete uğurlayacaklardı, Yine bu lanet olası “Şerbet” edebiyatı ile. Anacığına da “muska gibi” sarılmış Türk bayrağını sunarak “ne mutlu sana” diye sırtını sıvazlayacaklardı. Üç kuruş maaş ve de belki sokağına ismini vererek.

Ayrıcalıklı akranlarının arkasından bakıp imrenecekti eğer ömrü vefa etseydi. İşyerinde eşitsizlik, sokakta eşitsizlik, hastanede eşitsizlik, adliyede bile “konumuna göre dağıtılan adalet” ile debelenip yaşlanacaktı. Bir fırsatını bulup gelebilse büyük kente, “taşra şeysi” damgasını üzerinden atabilmek için ya bin bir takla atmaya zorlanacak, ya da oradan oraya itilip kakılarak “Bir şeyler elde edebilmek için ödemesi gereken faturalar” sokulacaktı gözüne gözüne..

Çünkü, “asil ve ayrıcalıklı” bir aileden doğmamıştı. Büyük olasılıkla emeği sömürüle sömürüle genç yaşta ıskartaya çıkarılacak, 1500 küsur TL emekli aylığı ile ömrünün geri kalan kısmında rızkını nasıl sağlayacağının derdi ile beyazlayacaktı saçları.

Ayrıcalıklı yaşıtlarının, “güce yakın, güçten nemalanan, gücün su kanallarına döşenen pipetlerden sebeplenen” yaşıtlarının altlarındaki pahalı arabaların üzerine sıçrattığı sulardan kaça kaça otobüs duraklarında gece otobüslerini bekleyerek geçecekti tüm ömrü.

Daha bu yaşında, bir gün bunları hissetmiş olmalı ki, o (mevcut ve potansiyel) itilmişliği o kakılmışlığı hazmedememiş olmalı ki, o fenomen cümleyi yazmış yavrucak bir yere;

“Biri de çıkıp demiyor ki; İyi ki varsın EREN…”

Bir sorumsuzluğa kurban giderek kahpe terörist kurşunu ile canını verdi ya… Anında dayadınız yine ailesinin önüne “Şehadet şerbeti bardağını” ve sömürüyorsunuz o “İyi ki varsın Eren” dizelerini..

Hoyratça, nobranca, acımasızca, utanmadan.

Sahtekârlık etmeyin. İyi ki “YOK”tu sizin için. Bir gün sizden hak, hukuk ve adalet talep ettiğinde, emeğinin karşılığını, ya da daha iyi ve kaliteli bir eğitim talep ettiğinde kafasına dipçiği sırtına copu indirecektiniz muhtemelen. Grev yaptığında toplu sözleşmede hakkını aradığında hayatı zindan edecektiniz. Parasız eğitim istediğinde “PKK’lı mısın lan sen?” diye bağıracaktınız adliye koridorlarında. Karakollarda falakaya çekecektiniz.

“NİYE VARSIN LAN?…” diyecektiniz, bal gibi biliyorsunuz.

Zafer Arapkirli