“Düzce depremine ilk müdahale eden ekipleri yönetiyorum, 120 civarı insanı”

Kapak olmak deyimi beni her zaman düşüncelere iter.. Bakın sizlere nasıl kapak olunuru anlatayım.

Düzce depremine ilk müdahale eden ekipleri yönetiyorum, 120 civarı insanı, Bakırköy belediyesine ait; 30 kadar iş makinesi, sahra hastanesi, sahra mutfağı, vs vsss…. Aslında bu ekipman yalova depreminden sonra orada yapılacak “yalova devlet hastanesi” için hazırlanmış, tam yola çıkacağımız saatlerde düzce depremi meydana gelince, rotamızı düzceye çevirmiştik. Alternatif yolları kullanarak, Düzce devlet hastanesine ulaştığımız da saat 00.30 du, derhal hastane bahçesine konuşlandık ve zaman kaybetmeden çalışmalara başladık, ilk olarak bahçeye bir ameliyathane, bir acil bakım ve ilk müdahale çadırlarını kurduk, belediye başkanımızca bana verilen talimatlara göre öncelikli olan bu tesisleri ayağa kaldırıp, elimde kalan insanlarla yıkılan yapılara müdahaleye başladık. Saat 04.30 ilk enkaza girdik, ışığımız çok azdı, yine de enkazdan bir bayanı aldık hastaneye sevk ettik, bu enkazda bize yardımcı olan düzce çerkezlerine ve sevgili dostlarım ” tanıyanlar hatırlar ” tokçanlara müteşekkirim. Ardından ünlü market binasına müdahaleye başladık, o sırada ilk destek ekibi sivil savunma,akut, jaak ve yunan ekipleri desteğimize geldi, ilk canlı temasımızı 04.50 de sağladık, yaşlı bir hanımdı, kaçamamış, market kasasında kalmıştı, ona ulaşmamıza santimler kala elimi uzattım, elimi tuttu ve öylece kaldı, o sırada karanlıkta çalışıyorduk, biran da arkamdan güçlü bir ışık yükseldi, ne kadar çabaladıysak kolonları kesemedik ve o teyzeyi maalesef kaybettik, bu ölümün ardından enkazdan çıktım ve büyük bir ağlama krizine kapılarak, ağlamaya başladım, kolay değil, az önce sıcacık eline dokunduğum bir insan ölmüştü. Tanıdık simalı kır saçlı bir adam yanıma geldi bana sarıldı ve o da ağlamaya başladı. Hava karanlık, ozanın dediği gibi ” Yer demir, gök bakır” misali, ihbarlara yetişemiyoruz, gönüllü desteğine ihtiyacımız var, tüm gsm numaralarıma acil destek mesajı geçtim, o dönem bir kaç üniversiteye eğitim veriyordum, telefon listemdeki herkesi acil yardıma çağırdım. o anda yanıma yaklaşan bayram adında bir marketçi,

– Başka illerden yardım arama, bak şurası orman işletme müdürlüğü, bizim tüm gençlerimiz işletmenin arkasındaki kameriye’dedir. git ve onları bir şekilde ikna et, sizlere yardımcı olsunlar dedi. o an da aklıma geldi, sahi bu koskoca yerleşimin binlerce genci olmalıydı! marketçiye teşekkür edip tarif ettiği yere gittiğimde gördüğüm manzara rezaletten ibaretti, onlarca genç kameriye de oturmuş, ellerinde rezil birer esrarlı sigara, kafaları birer milyon halde depreme dair geyik çevirir haldeydiler. Üstüm başım enkaz, kan ve ölmüş insanlara ait türlü parçalarla doluyken,böylesi bir rezaleti görünce kendimi tutamadım ve gençlere

– Ulan reziller, ana babanız, komşularınız betonların altındayken, sizin bu aşağılık davranışınız nedir? kalkın gelin bizlere yardım edin dedim. Birkaç kopuk bu sözlerim üzerine bana ufak tefek atarlar yaptılar, onları umursamadan, söylemime devam ederek, – ulan zibidi keşler, sizlere ” yazıklar olsun “bile demiyorum, enkazlarda acıyla ölenler sizlerin yakınlarınız, ne bok yerseniz yiyin! dedim. o sıra bu gençlerin lideri olduğu belli bir genç ayağa kalkarak!

– Abi haklısın, inan çok üzgünüm 3 dil biliyorum, bana bir görev verin dedi.
– Kalk gel yunan ekibinin tercümana ihtiyacı var dedim… delikanlı kalkınca diğerleri de kalkıp peşimden devlet hastanesine geldiler. O yıllarda devlet hastanesinin başhekimi, sanırım içişleri bakanın kardeşiydi, idealist bir adamdı, Gençlere çeşitli görevler verdik, yeni gelen bir ihbara müdahale için spor caddesi, 8 numaralı binaya doğru yola çıktık. saat 06.30 tanyeri atıyor, düzce içten içe yanıyordu…Spor caddesindeki enkaza ulaştık, 5 katlı bina tamamen çökmüş, üçüncü kattan canlı duyumu alınmıştı, tam dokuz saat boyunca delicesine çalışıp, betonları tırnaklarımızla kazıyıp, dördüncü kata ulaştık. altımızdaki canlı insanlar tepki veremez oldular, duyumları sustu… çaresiz devlet hastanesine döndük ve acil müdahalelere devam ettik, yorgunduk, perişan durumdaydık. Açtık, kimseden bir yudum su isteyecek durumda değildik, o sıra telefonumu açtım, mesajlar gelmeye başladı, eğitim verdiğim beykent üniversitesi, istanbul üniversitesi, Mep iletişim, Kanal D ve İstanbul yıldız üniversitesindeki öğrencilerim mesajlar atmış ve yola çıktıklarını bildirmişlerdi.O an yaşadığım özgüven patlamasını düşünemezsiniz. Akşama kadar çalıştık, saat 19.30 da spor caddesindeki aynı binadan yeniden canlı ihbarı geldi, enkazı bildiğimiz için, yeniden o binaya müdahaleye başladık. saat 21.00 da el ve kafa fenerleri desteğiyle üçüncü kata ulaştım, artık hemen altımda bulunan nene torunla iletişim halindeyim, bu insanları burada bırakamam, kesinlikle onları almam lazım, tek sorun karanlık… sabah ki esrarkeş gençlerin tamamı yanımdalar, yunan ekibi hiltilerini emanet vermişler, bu durumda bu nene ve torununu orada ölüme terk edemem, artçılar devam ettikçe enkaz yerinden oynuyor, enkazın altında kalmamız an meselesi, o sırada güçlü bir ışık yandı ve inançlı bir ses…

– Murat vazgeçme! Yanındayız – yayındayız kardeşim dedi. böylesi anlarda, böylesi manevi desteler çok önemlidir, Hiltiyle son mutfak dolaplarını kestim ve mutfakta sıkışıp kalmış, nene ve kız torununa ulaştım, ardımda 4 metre enkaz koridoru, bir canlı yayın kamerası, gönüllülerin kurduğu tahliye yolu, yaşlı teyzeye çocuğa sarılmasını söyleyip, teyze ve kucağındaki çocuğu tek hamlede kucaklayıp, yukarı doğru yürümeye başladım, o anda gönüllü gençlere bana destek olmak adına kimi tulumumdan, kimi saçımdan tutup beni yukarı doğru çekiyordu, enkazın üzerine çıktığımda karşımda iki kişi beni tebrik ediyordu, bunlardan biri dün gece markette kaybettiğimiz hanımdan sonra sarılıp ağladığım insandı, diğeri eski bir abim – dostumdu. kucağımda yaşlı teyze, onun kucağında kız torunu, enkazdan aşağıya yürümeye başladım, o an da onlarca ışık yandı, flaşlar patladı, dünkü esrarkeş gençler yolumu temizledi, bir ambulans geldi, bu depremzede yaralıları, o ambulansa teslim ettim, fena halde aç, fena halde uykusuz ve bitik durumdaydım, dün geceki ak saçlı adam yanıma geldi ve

– Murat şuan da canlı yayında değiliz, ilerde bir otelde odalarımız var, bir saat olsun dinlenmek ister misin? dedi.
-Olur dedim… Otele girdim ve direk buz gibi suyun altında uzun bir duş alıp, otelde yemek yedim. Bu yemek, tüm hayatım boyunca yediğim en güzel yemekti, zira içerisinde iki ruhun lezzeti vardı…o son iki gece boyunca bana kamera ışıklarıyla destek olan o iki insansa, rahmetli abim savaş ay ve Ali kırca’aydı! Savaş abinin çektiği bir kare vardı, o karede dev bir enkaz, yol açan onlarca gönüllü, o yolda kucağımda bir yaşlı teyze ve o teyzenin kucağındaki kız torunu vardı… Bu kare tüm haber kanallarında günlerce işlendi, ünlü bir derginin o ay ki kapağına konu oldu…

Kapak olmak mı?…

İşte ben böylesi serserice bir hayat yaşadım, yarın ölsem, zerre gam duymam!

Sevgilerimle Murat Ceylan Murat Ceylan