Cruisera ile Tuna`da vals ve romantizm.. Ali Dağlar yazdı..

Tren suyun içinde - Ali Dağlar

Avrupa’nın, belki de dünyanın en ünlü, adına efsaneler üretilen, besteler, valsler yazılan, uğruna kan dökülüp, kıyısındaki hemen her şehre kaleler inşa edilen, romantizmin membaı Tuna Nehri’nde yola düştüm bu kez. Avrupa’nın ikinci büyük nehri, bir deniz misali en geniş sınırlarına ulaştığı Viyana’da maviyi gökyüzünden çalan Tuna, Mavi Tuna. Çiçek Pasajı’nda çok yıllar önce Madam Anahit’in akordeonundan dinlediğim Valurile Dunarii bestesi, Tuna Dalgaları ezgisi sürükledi belki beni bu romantik sulara.

Viyana’dan başlayan turumuz, Bratislava, Budapeşte çizgisinde, orta çağdan kalma mimari dokusu korunmuş kaleleri, şatoları, kiliseleri, masalsı evleriyle bir düş yolculuğuydu benim için. Cruise turizminin yükselen yıldızı, butik hizmetleri ve şehirlerin kalbine uzanan rotasıyla, nitelikli kültür turlarına meyleden nehir turlarının gözde etaplarından biri Tuna Nehri turları. Bir hafta süren romantik turumuzun günlüğünü, Cruisera firmasına ait, çevresine uyumda zarif, şık ve enerjik Fidelio gemisinde tuttum. Tuna dalgalarında romantik valse buyurun!

CRUISEDA BUTİK HİZMET; NEHİR TURLARI

Cruise turizminin sektördeki payı hızla büyüyor. Cruiselarla yapılan, bazen süresi bir ayı bulan, binlerce mil yol alınan deniz ve okyanus turları, milenyumun yeni dünya turu konsepti. Öte yandan deniz yolu ile turizmde yükselen yeni bir yıldız daha var; nehir turları. Deniz aşırı yüzen şehirlerle aynı kulvarda yer alan, turizm sektöründeki payı hızla büyüyen nehir turları, hizmete kolay ulaşılabilirlik ve iyi organize olabilme avantajlarından dolayı daha çok orta yaş ve üstü turiste hitap ediyor görünse de, son yıllarda yaş ortalaması 35’e kadar inmiş durumda. Buna balayı çiftlerini, çocuklu aileleri ve çok ülke görme yolunda seçenekleri tükenen gezi tutkunlarını da ekleyelim. Açık denizde günlerce tek bir limana uğramadan yol alan 15-20 katlı, binlerce insanın her tür ihtiyacının karşılandığı lüks yaşam alanlarına sahip yüzen şehirlerden farklı olarak butik hizmet veriyor bu gemiler.

YATAY TURLARLA UFUK TURU

Nehir cruiseları genelde 100-150 kişi kapasiteli ve çoğunluğu 2-3, en fazla 4-5 katlı gemiler. Nehirlerde geçiş yapılan en geniş nokta 50-200 metre aralığında değiştiği için daha büyük olmalarına zaten imkan yok. Ferah pencerelerinden elinizi uzatsanız dokunacağınız mesafede nehir manzaralı yemek salonu, çay-kahve salonu, kütüphanesi, gemiyi boydan boya açık havada, bir şeyler içerek dolaşıp, geçiş manzaralarını kucaklayacağınız güverte keyif verici. Oda, restoran ve güverteye ulaşım rahatlığı nedeniyle, çocuklu aileler, yaşlılar ve engelliler için de kendi başlarına hareket özgürlüğü sağlayan bir seyahat biçimi nehir turları. Dev cruiselar gibi tepeden bakan değil, yatay, kıyıya birkaç metrelik mesafede yolculuk yaptığınız bir ufuk turu bu.

ŞEHİRLERİN KALBİNE YOLCULUK

Belki en özel avantajı, şehirlerin, kasabaların kalbine yaptığınız yolculuk. Nehir cruiseları için yerleşim yerlerinin merkezinde inşa edilen limanlardan adımınızı hemen şehre atıyor olmak, yeme, içme, gezmedeki serbestlik, bağımsızlık ve özgürlük duygusu en büyük kozu nehir turunun. Güvertesine çıkıp yaklaşmakta olan irili-ufaklı şehirlerin silüetlerini izlemek, kare kare fotoğraflamak, ardından o doyumsuz manzaranın içinde yolculuğa çıkmak tarifsiz bir duygu. Nehir turları çoktandır ilgimi çekiyordu ve harekete geçtim bu kış. Mevsim itibariyle gemi turları için en cazip tarih Noel haftasıydı. İstanbul merkezli Cruisera firmasının Fidelio gemisiyle Tuna nehri üzerindeki pek çok şehri görme imkanı veren Noel Pazarları temalı turda karar kıldım. Barcelona merkezli Crucemundo Cruise şirketinin ortağı firma 16 yıllık tecrübeye sahip. Şirket beş ülkeden cruise firmalarının temsilcisi ve dünyanın 16 büyük nehrinde tur düzenliyor.

TUNA NEHRİNDE YATAN FİDELİO

Türkiye’den küçük bir gruptuk. İstanbul’dan Viyana’ya uçtuk önce. Kısa bir yolculuğun ardından mevsim itibariyle nispeten durgun Tuna Nehri’nde yatan üç katlı, şirin gemimize ulaştık. Sırtı geniş bir semendere benzettim onu biraz. Gemiye adımımızı atmamızla beraber Ukraynalı personelin güler yüzü karşıladı bizi. Ardından 7 gece 8 gün sürecek bir haftalık yolculuğumuz boyunca aç-kapa yapmayacağımız bavullarımızla açılır pencereleri Tuna sularına bakan sevimli, loş kabinlerimize yerleştik. Yemek salonu, loungelar, kafeler, güverte ışıl ışıl, büyük cruise gemilerinin kalabalığından, gürültüsünden, telaşından eser yoktu.

MAVİ TUNA’DA VALS; VİYANA

Gemiden karaya ilk adımımız imparatorluk şehri Viyana’ya; tarih, kültür, müzik, doğa ve en seçkin zevklerin gözlerinizi kamaştırıp, ruhunuzu okşayacak bir uyuma sahip müze şehre. Tuna sularının sakinleşip en geniş sınırına ulaştığı, ona rengini ve ruhunu veren şehir. Dünya mimarlık sanatının anıtsal örneklerinin büyük bir uyumla serpiştirildiği, görkemli saraylara, dev katedrallere, zengin müzelere, klasik müziğin dehalarına ev sahipliği yapmanın gururunu yaşayan Viyana. Dünyanın en pahalı markalarının satıldığı geniş, ışıl ışıl caddeleri, tarihi şık pastaneleri, restoranları, lüks caddeleri, şık kıyafetleri içinde kahvelerini yudumlarken etrafını biraz müstehzi süzen insanlarıyla biraz kibirli, asil şehir. Ulaşım ağı modern, yaygın, kullanışlı Viyana’nın. Şehirleri adım adım gezmek, ona dokunmak lazım ya hani; o hissi en çok yaşayacağınız şehirlerden o.

NOEL PAZARLARININ EN HAVALISI

Şehir Noel haftası nedeniyle ışıl ışıl ve büyük küçük pek çok meydanında noel pazarları kurulmuş. Dizi dizi kulübelerin içinde noel baba şapkalı satıcılar sakin ve telaşsız, daha çok yemek ve hediyelik eşya satışı yapıyor. Bu pazarlardan kopya ettiğimiz anlaşılan, bizim Sultanahmet’te bir ay boyunca kurulan ramazan pazarlarındaki curcunayla kıyaslayamayız kuşkusu. Schönbrunn Sarayı bahçesinde kurulu noel pazarı ilk durağımız. İnsanların yüzünde bir hafta boyunca her gün, gündüz yeni yıla hazırlığın, akşama yeni yılı kutlamanın heyecanı var. Önde renkli Pazar, arkada görkemli saray, insanların doğal selfi platformu; objektiflere gülümseyen onlarca yüz. Sanılanın aksine Noel pazarları alışveriş yapmak için pek de uygun fiyatta değil.

DEV BİR MÜZİK KUTUSU GİBİ, MÜZE ŞEHİR

Hofburg İmparatorluk Sarayı Bahçesi, onun hemen paralelindeki karşılıklı yükselen görkemli doğa tarihi müzesi ve sanat tarihi müzesinin ortak meydanında Viyana’nın en renkli pazarları kurulu. Şehrin en görkemli, gece gündüz en yoğun kalabalığı çeken Noel pazarı, Rathaus Meydanı’nda, belediye binası önünde kurulu. Tam karşısında ünlü halk tiyatrosu binası. Rathaus Meydanı ve şehrin en ünlü restoranları, kafeleri, sanat merkezleri, lüks otel ve mağazalarının yoğunlaştığı Stephan Platz Meydanı noel pazarlarının ışıltısıyla gece bir başka güzel. Fotoğrafçılar en güzel karelerini bu meydanlarda, rengarenk binlerce ışıklandırmanın yardımıyla alabiliyor.

7 YILDIR, 7. KEZ DÜNYANIN EN YAŞANABİLİR ŞEHRİ SEÇİLDİ

Görkemli Stephan Platz Katedrali’ne yansıtılan ışık oyunları, meydanı panayır yerine çeviriyor. Piyango değil, opera ve klasik müzik gösterileri için bilet satmaya çalışıyor; bir opera sahnesinden fırlamış, özel kostümleri içinde, meydanı turlayan genç insanlar. Sokak çalgıcılarından, lüks mağazalardan yükselen noel şarkıları, arada geçen şıkır şıkır koşumlarıyla faytonlar meydanı bir film sahnesine çeviriyor, geceye romantizm katıyor, zamanda yolculuğa çıkarıyor sizi. Pazarların kurulduğu meydanlarda gezinen eli tetikte, arazi üniformalı asker ve polisler dikkat çekiyor. Geçen yıl Almanya’daki bir Noel pazarına yapılan intihar saldırısı geliyor aklımıza; güvenlik önlemleri sıkı. Rehberimiz yaşam kalitesi, ulaşım kolaylığı, Alp Dağları’ndan gelen içilebilir kaynak suyu vs. nedenlerle Viyana’nın son 8 yıldır 8. Kez Dünyanın En Yaşanabilir Şehri seçildiğini hatırlatıyor. Anlatılmaz yaşanır türünden bir şehir yani. Müze cenneti, müzeler şehri, müzikli şehir. Şehrin en iyisi Figlmüller yerine bir şinitzel istasyonunda yedim şinitzelimi bira eşliğinde, harikaydı.

GÜLÜN ADI’NA İLHAM VEREN MANASTIR

Gemideyiz. Her akşamı Noel kutlaması havasında geçiriyoruz. Çalışanlarının Noel kostümleri içinde yaptıkları güler yüzlü servis, lezzetli yemek ve içki sunumları, canlı müzik eşliğinde yola çıkıyor gemimiz. Sonraki liman, Umberto Eco’nun Gülün Adı romanı ve ondan uyarlanan filmine ilham kaynağı olan, dünyanın en ünlü barok manastırına ev sahipliği yapan Melk kasabası. Tuna boyu muhteşem köy ve kırsal manzaralara, gotik kalıntılara tanık olduğumuz Wachau vadisi bir film şeridi gibi akıp gidiyor önümüzden. Demirledik işte ve yürüyüşe geçiyoruz Melk’e doğru. Hemen girişte harika bir mimariye sahip tarihi konuk evinin duvarlarındaki çetele ve rakamlar dikkatimizi çekiyor. 1501 yılında iki katlı evin neredeyse çatısına kadar yükselmiş Tuna’nın taşan suları; onu işaret ediyor. Şirin bir köprüden geçip şehre daha girmeden, solda, tepede o ünlü Benedict Katedrali’ni görüyorsunuz. Görkemine görkem katıyor o tepeden bakışı. Küçük meydanında birkaç ahşap kulübeden oluşan Noel pazarı kurulmuş, sıcak şarap içiyor insanlar görkemli manastırın gölgesinde.

ÖLMEDEN GÖRÜLMESİ GEREKEN 10 YERDEN BİRİ

Şehrin sokakları masal diyarını andırıyor. Tarihi postane binası üzerindeki figürler, kabartmalarla bir mimari harikası. Manastıra 15 dakikalık dik bir tırmanış gerçekleştiriyoruz, manzara muhteşem. 1089’da Benedict rahiplerine hediye olarak inşa edilmiş, inşasında 1 milyon taşın kullanıldığını anlatıyor rehberimiz. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine giren bu anıt yapıdaki kütüphane 200 bin cilt nadide kitap koleksiyonuyla her yıl binlerce turist 5 bin nüfuslu bu şirin kasabaya çekiyor. Gülün Adı kitabına ilham veren manastır, kitapseverler için ölmeden önce görülmesi gereken 10 yerden biri. Ortaçağdan bugüne mimarisi hiç değişmeyen kütüphane bir gezginin yorumuyla; Harry Potter filmindeki fantastik Hogwarts Kütüphanesi kadar büyüleyici.

ARSLAN YÜREKLİ RİCHARD’IN KALEBENT ŞEHRİ; DURNSTEIN

Üçüncü limanımız öğleden sonra ulaştığımız Durnstein. Avusturya sınırları içindeyiz hala. Daha gemimiz kıyıya yanaşmadan tepesinde yükselen harap ama görkemli kalesi, eteklerinde üzüm bağları, surlarla çevrili mimari harikası evleri ve kiliseleri ile kalbimizi fethediyor bu küçük orta çağ şehri. Taştan örülmüş bir kemerin, hemen onu takip eden yine taştan bir tünelin içinden kalbine giriyoruz bu şarabi şehrin. Tuna’yı tepeden süzen şehrin küçük meydanında Noel pazarı kurulmuş yine. Sıcak şaraplar içiliyor, Noel şarkıları söyleniyor. Kalesine tırmanış epey meşakkatli. Avusturya Dükü 6. Leopold, savaşta esir aldığı İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard’ı bu kalede bir süre hapsetmiş. Kilometrelerce öteden görünen saatli çan kulesiyle mavi-beyaz manastır şehrin gurur abidesi misali yükseliyor. Mimarisi büyüleyici kule şehrin nazar boncuğu sanki. Gece başka güzel; içinde fantastik şekillerin uçuştuğu görkemli bir gece lambası gibi, ışıl ışıl.

VİYANA KİBİRLİ, BUDAPEŞTE İÇTEN

Tuna Nehri Viyana’nın kıyısından geçiyor ama aşk şehri Budapeşte’nin kalbini Eros’un sihirli oku misali tam ortasından ikiye bölüyor. Buda ve Peşte; her iki yaka da muhteşem fotoğraf veriyor gemimiz gece limana yanaşırken. 96 metre yüksekliği, 691 odası, uzunluğu 20 kilometreye varan merdivenleriyle dünyanın üçüncü büyük parlamentosu, altın renginde bir mücevher kutusu güzelliğinde göz kamaştırıyor; Tuna’nın sularıyla oynaşırken var mı benden güzel havasında. Ünlü Zincirli köprünün yanı başına demir atarken gemimiz; güvertede, yıldızlı gökyüzünün altında, onunla yarışan Tuna’nın incisi, ışıltılı şehri bir büyük şenlik havasında coşkuyla koşturup çektiğim fotoğraflar ruhumu çoktan doyurmuştu bile. Daha gündüzü vardı bu tarihi, müze şehrin.

NOEL PAZARLARI 40 YILDIR FESTİVAL

Son 40 yıldır Noel pazarları Budapeşte’nin büyük bir festivaline dönüşmüş. Kasım ayı ortasında kurulan bu pazarlar 31 Aralık’a kadar açık kalıyor. Yine ahşap kabinlerden oluşan pazarlar, yerel yemekleri, sıcak şarapları, el yapımı hediyeleri, ev yapımı tatlıları ile iğne atsan yere düşmez hale getiriyor şehrin meydanlarını. Nehre paralel uzanan 2. Cadde, Budapeşte’nin İstiklal Caddesi; Vaci Utka. Yerel restoranlar, pastaneler, kafeler ışıl ışıl, cıvıl cıvıl akşamları, müzik ise her yerde. Noel pazarlarının en büyüğü Vorosmarty Meydanı’nda kuruluyor. Meydandaki atmosfer görülmeye değer, bir yanda yerel yemekler için kuyruğa girenler, elde sıcak şarap hediyelik eşya bakanlar, bir köşede kurulmuş sahnede canlı müzik yapanlar, sevimli ve heyecan verici bir curcuna. Ulaşım kolay ama hiç binesi gelmiyor insanın; bu müze şehri manzaranın bir parçası olarak adımlarken.

DRACULA’NIN ESİR TUTULDUĞU BUDA LABİRENTLERİ

Kahvaltıyı apar topar bitirip vurdum kendimi Budapeşte sokaklarını. Tuna Nehri’nin bu şehirdeki 15 gerdanlığından en parıltılısı, Zincirli köprüden içime manzarayı sindire sindire Buda tarafına geçtim. İstikamet Buda Kale Tepesi, saray içinde sarayların yer aldığı bir mimari güzellik. Burada Kraliyet Sarayı’nı, Mattias Kilisesi’ni, Balıkçı Burcu Tabyası’nı gezip fotoğrafladıktan sonra bu kez Peşte’yi Buda’dan süzdüm uzun uzun. Buda Kalesi yer altı labirentleri, Macar Kralı Mattias’ın Vlad Tepes’i; nam-ı diğer Dracula’yı esir tuttuğu yer. Yol üstü mütevazı bir restoranda ünlü Macar gulaşımı da yedim tabi. Köprüden Peşte’ye geçerken sadece yayaların girebildiği, şehrin ortasındaki vaha, Margaret adasını da tepeden süzdüm bir süre.

DÜNYANIN EN GÜZEL KAFESİ

Köprüden çıkıp sağa, rıhtıma kıvrıldığımda ünlü parlamento binası uzansam dokunacakmışım gibi yakınımdaydı. 100 yıllık bu mimarlık şaheserinin çevresini ağır ağır dolaşıp, kare kare fotoğraflamak isteyeceğiniz çok fazla detayı var. Budapeşte bir de heykeller cenneti; adım başı muhteşem sanat eserleriyle burun buruna geliyorsunuz. Ünlü şairleri Josef Atilla heykelinin yanı başına oturup arkada parlamento binası, şık bir selfi yapıyorum. Dünyanın en güzel kafesi New York Cafe birkaç sokak ötede.

ÜZERİNE BATTANİYE ÖRTÜLEN KOMÜNİST ANITLAR

Avrupa’nın 3. büyük sinagogu Dohany Sokağı Sinagogu bahçesindeki, 2. Dünya Savaşı’nda katledilen binlerce Yahudinin adlarının yazılı olduğu künyeleri yaprak yaprak hışırdayan anıt ağaç çok etkileyici. Tekrar Vacy caddesine girip bitiminde Central Market Hall’u geziyorum. Dev bir gar binasının içinde, yiyecek ağırlıklı en büyük yerel pazar çok renkli. Elizabeth Köprüsü’nden Buda tarafında şehrin en yüksek noktasından Tuna Nehri’ni süzen Özgürlük Heykeli istikametinde tırmanışa geçiyorum. İzleri ülkenin pek çok yerinde silinen Komünist döneme ait en büyük anıt bu. Hikayesi ilginç, anıtların üstünü üç gün battaniyeyle örtüp güya Kömünizmden arındırmışlar. Sağda pazılı bir erkeğin yumruk çakmaya hazırlandığı, ayaklarının altındaki ejderha figürü, faşizmin yenilişini sembolize ediyor. Kahramanlar Meydanı görülmeden Budapeşte’yi terk etmemek gereken yerlerden biri. İrili ufaklı protesto gösterileri, parti mitingleri bu uçsuz bucaksız diyeceğiniz meydanda yapılıyor. Hemen sağında dev bir kayak pistinde buz pateni yapıyor halk.

KAPTAN KÖŞKÜNDE SOHBET

Budapeşte’de görülmesi gereken yer çok, gezmekle de bitmez, yazmakla da… Estergon yolunda kaptan köşküne çıkıyoruz. Kaptanımız Vladimir gözü rotada sorularımızı yanıtlıyor. Dünyanın bütün denizlerinde gemi kullanmış. En zoru nehir gemilerini kullanmak diyor. Kıyıya belli mesafenin korunması, sığlığın kontrolü, inişli çıkışlı bölümlerde havuz değiştirmeler azami dikkat gerektiren konular nehir gemisi kaptanlığında.

MACARİSTAN’IN İLK BAŞKENTİ, MEHTER ŞEHRİ

…Estergon Kalesi subaşı kale
Göklere ser çekmiş burçları hele
Biz böyle kaleyi vermezdik ele
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Estergon’u vermiş kara bahtlıyım…

Yeni limanımız Estergon. Hasan Mutlucan’ı anıyoruz, Osmanlı dönemi bir kahramanlık destanına adını veren, askeri darbelerin değişmez müziğine ilham veren Estergon Kalesi’ne tırmanırken. Osmanlı hakimiyeti aralıklarla 140 yıl sürmüş şehirde. 1241’deki Moğol istilasına kadar Macaristan’ın başkentiymiş Estergon. Şehrin Noel pazarı kurulan merkezinde gezinirken Türk izleri, Türk sesleri arıyoruz ama nafile. Kaledeki bazilika 1828’de inşa edilmiş, Macar kralları bu bazilikada taç giymiş; hatta bunu gösteren bir büyük heykel var Slovakya toprakları ve Tuna nehrini tepeden seyreden arka bahçesinde. Kalenin hemen dibinde, Tuna rıhtımında minaresi yıkık bir camii restore ediliyor.

FOTOJENİK ŞEHİR; BRATİSLAVA

Sabahın ilk ışıklarıyla Bratislava’da uyanıyoruz. Dönüşe geçeceğimiz Viyana’dan önceki son limandayız. 1993’te dağılan Doğu Bloku’nda Çekoslavakya’nın ikiye bölünmesiyle ortaya çıkan Slovakya’nın başkenti. Dünyada iki başkente komşu tek başkent Bratislava’nın ismi beni çocukluğuma götürüyor. 1970’li yıllarda benimle yaşıt AGA radyomuzun üzerinde yazılı bir istasyon adıydı o. Komünist rejimin Türkçe yayın yaptığı radyo. Tuna boylarındaki diğer şehirlerde olduğu gibi dikkat çeken ilk yapı, şehre tepeden bakan, dört köşesinde dört kule, Bratislava kalesi. Bir diğeri Tuna nehri üzerindeki UFO formundaki UFO gözlem kulesi bulunan asma köprü kuşkusuz. 11 Macar kralının taç giydiği St. Martin Katedrali eski şehrin hemen girişinde. Önündeki havuz barışı simgeleyen yapı ise Başkanlık Sarayı. Mavi Kilise, şehrin görülmesi gereken mimari anıtlarından. Eski şehirden, Mardin’in abbara denilen taş geçit ve tünellerini kullanarak kaleye yöneliyorum. Yapı görkemli, manzara müthiş. Birkaç saati rahatlıkla bu doyumsuz manzarayı seyretmekle geçirebileceğiniz bir nokta. Noel pazarı iki ana meydanda kurulmuş. Başkanlık sarayının önünde kurulan çok canlı, müzik grupları sahne alıyor sırasıyla.

KİŞİLİKLİ, BİBLO ŞEHİR; BRATİSLAVA

Macaristan’a 500 yıl başkentlik yapmış ikinci başkent aynı zamanda. Mutfaktan edebiyata, mimarisine geleneksel yapısını koruyabilmiş, Orta Avrupa’nın buluşma noktasıdır Bratislava. Karaya ilk adımı atıp sağ yönde, rıhtım boyunca yürürken Partizan heykeliyle karşılaşırsınız. Komünist yönetim döneminden kalma pek çok sanat eserini görmek mümkün şehirde. En turistik nokta eski şehir (Stare Mesto). Tipik bir ortaçağ mimarisine sahip, tüneller, geçitler, dar sokaklar, mimari harikası binalar. Beraber selfi çekeceğiniz pek çok klasik, modern heykel var şehirde. Budapeşte’nin biblosunu hatırlattı bana biraz ama daha sıcak, daha geleceğe dönük, önü açık bir atmosferi var.

Ali Dağlar