“Çok güzel bir ‘Kalp’ krizi geçirdim”! (Ankara-İstanbul otobüsünde kalp krizi geçiren Bahri Kayaoğlu’nun hayatını kurtaran Okan Sarıkaya idi)

NOT: Gerçekten de bravo Okan Sarıkaya’ya!

Bahri Kayaoğlu ise o anları şöyle anlatı:

ÇOK GÜZEL BİR ‘KALP KRİZİ’ GEÇİRDİM…

11.02.2018 – Saat 12.00 – Ankara’dan İstanbul’a hareket eden Kamil Koç firmasının 16 SOP 77 plakalı otobüsü ile seyahat ediyorum. Saat 14.45… İçinde bulunduğum otobüs mola yerine girmek üzere. Son 20 saat içinde dördüncüsü tekrarlanan rahatsızlığım başlıyor. O anda içgüdü dürtüsüyle, bir yakınıma haber verme gereği duyuyorum…
***
Gazeteci arkadaşım Okan Sarıkaya’yı arıyorum. Durumumu anlatıyorum…
Bu Okan var ya çok acımasız. Beni ‘kalpten götürecek’ müjdeyi (!) veriyor anında…
– Bahri, şu anda kalp krizi geçiriyorsun…
“Len yapma, altı üstü bir sırt ağrısı bu…” falan diyorum. Fakat sırtımdan göğsüme bıçak gibi saplanan bir sancı var. Omuzumdan kollarıma beton ağırlığında ağrı iniyor. Nefes alamıyorum. Doğal kaynak suyu gibi saçlarımın kökünden çıkan ter yüzüme ve boynuma akıyor…
Okan, anlattırıp tekrarlattırıyor bana ağrının oluş şeklini…
Ve kulağımın içinde çın çın sesi… Durmadan bağırıp duruyor…
– Oğlum şu an kalp krizi geçiriyorsun…
– Bir aspirin bul hemen…
– Sakın sigara içme…
– Su iç… Başka bir şey yeme…
– Ayakta durma, otur bir yere…
– Durmadan öksür…
– Derin derin öksür…
– 112’yi ara…
– Yanında kim var?
– Bulunduğun yeri söyle ambulans göndereyim…
– Telefonu kaptana ver, konuşayım…
***
Okan Sarıkaya ile yirmi dakika kadar sürüyor bu diyalogumuz. Hatta pazarlığımız…
112’yi arayıp ambulans çağırmayı/çağırtılmayı ret ediyorum. ‘Bu dağın başında, gelecek ambulans beni hangi hastaneye götürecek’ bahanesini öne sürüyorum. Bu arada sırtımdan göğsüme ve kollarıma vuran ağrı nöbeti biraz hafifliyor. Terlemem duruyor. Rahatlıyorum…
Okan hala telefonda. Tam bir inatçı keçi. Ambulans çağırıp en yakın hastaneye beni göndermeye ikna etmeye çalışıyor. Ben ondan daha inatçı keçiyim. Dün geceden beri bu ağrı gibi tam üç seans daha geçirmişim.Dahası rahatsızlığımın, ‘üşütmekten kaynaklı sırt ağrısı’ olduğuna dair sağlam belgem (!) var.
Yalan değil. On saat önce ikinci seansını yaşadığım ağrı sonrası götürüldüğüm, Özel Çankaya Yaşam Hastanesi Acil Servis doktorunun EKG’me (Elektrokardiyografi) bakarak koyduğu teşhis aynen şöyle; “Üşütmüşsünüz… Sırtınıza giren ağrı ondan.” Hatta iğneden korkuyorum dememe rağmen, “kaslarını gevşetir” diyerek kaba etime soktuğu nah şu kadar (yanlış anlaşılmasın, başparmağımı gösteriyorum) iğnenin acısı hala duruyor, arka güvertemde…
Deneyimim var: İki-üç saatte bir, sol omuzumdan başlayıp on, on beş dakika kadar süren ağrı bana ne yapar ki? İstanbul’a kadar gelmek için ayak diretiyorum.
***
Mola bitiminde otobüsümüz harekete hazırlanırken telefonu kaptana vermeye ikna ediyor beni.
Ankara’dan buraya kadar sürücü koltuğunda olan kaptan, dinlenme süresine geçmeye hazırlanırken varıyorum yanına.
– Bir rahatsızlık geçiriyorum. Hatta bir arkadaşım var, sizinle görüşmek istiyor, diyerek telefonumu veriyorum kaptana…
***
Ohhh kurtuldum Okan’ın kulağımda çınlayan sesinden! J Derken, daha sonra adının Murat Kolancı olduğunu öğrendiğim otobüsün kaptanı başıma dikiliyor. Diğer yolcuları da paniğe sürüklemeden, ‘host’ dedikleri görevli kabin elemanına sakince talimatlar veriyor. Islak mendil, kolonya, su ve bolca kâğıt havlu geliyor. Sıkıca sarıldığım mont üstümden alınıyor. Gömleğimin düğmelerini çözüp temiz hava almam sağlanıyor. Terim silinirken göğsümün üstüne hafifçe masaj yapılıyor. Tansiyonum ve nabzım ölçülüyor… Bayağı yükselmiş tansiyon rakamlarını Murat kaptan telefonda Okan’a aktarıyor…
***
Okan’ı o an, ünlü kalp cerrahlarımızdan biri olan Ordinaryus Prof. Dr. Afksendiyos Kalangos, Murat kaptanı da asistanı rolünde hayal ediyorum. Ankara – İstanbul otobanında son surat gelen bir otobüste, kalp krizi geçirdiğinden şüphelenilen bana, Prof.un talimatları ile asistanı kaptan Murat, ilk fiziki müdahale yapıyor…
Gazeteci değil de gerçekten tıp mesleğini seçse, Ordinaryus Prof. Dr. Afksendiyos Kalangos’un adı yerine şöyle bir kariyer görebilirdik.
‘İçinde bulunduğumuz yüzyılın en iyi kalp cerrahı: Ordinaryus Prof. Dr. Okan Sarıkaya…’
Artık ne anlatıyorsa Prof.ümüz telefondan kaptana, küçük küçük fiziki müdahaleler devam ediyor. Derin derin öksürmemi teşvik ediyor. Ara ara ölçülen tansiyonum normal rakamına iniyor. O ağrıdan, terden eser kalmıyor vücudumda. Sapasağlam bir adam oluyorum. Ya da olduğumu sanıyorum…
Kaptan Murat, Okan’ın bazı talimatlarını aktarıyor bana. Son talimat şöyle; “İstanbul girişinde Mehmetçik Vakfı mola yeri var. Okan Bey oraya bir araç gönderiyor. Sizi alıp hastaneye götürecekler.”
– Yahu ne gerek var, diyorum. “İyiyim ben. Hiçbir ağrım sızım yok. Eve gidip dinlenirim ben…”
Dediklerimi aktarıyor Okan’a ve aldığı cevapla telefonu derhal bana uzatıyor…
“Kardeş teşekkür ederim, şimdi çok iyiyim. Bırak evime gideyim. Şu esir aldığın kaptanı da rahat bırak artık” falan diyeceğim ama benden önce o davranıyor.
“Lan sen manyak mısın? Dün geceden beri bu dördüncü diyorsun. Son krizi atlattığına şükret…” Ben hala “yahu üşüttüm, sırt ağrısı” falan diyerek geveleyecek gibi oluyorum. Lafı tıkıyor ağzıma. “Ne üşütmesi be… Sen şu an bir hastanede olmalıydın… Mehmetçik Vakfı mola yerinde bekliyor arkadaş. Alıp götürecek seni hastaneye…”
***
On beş dakika sonra varıyoruz mola yerine. Daha otobüs durmadan Mehmet Yeşil dayanıyor kapıya. Kaptana ve yolculara ilgileri için teşekkür ederek iniyorum.
Okan’ın artık sesi yok ama talimatları duruyor. Mehmet koluma girerek arabaya götürüp bindiriyor. “Nereye gidiyoruz” diyorum.
“Okan abi Koşuyolu Kalp ve damar hastanesine götürmemi istedi seni abi” diyor.
“Yahu bir şeyim yok, iyiyim ben. Eh madem bu kadar telaşlandı Okan, hatırı için gidelim” diyorum.
Arayıp konuşuyor. Beni aldığını, hastaneye doğru gittiğimiz bilgisini veriyor…
Mehmet Yeşil, Okan Sarıkaya’nın genel yayın yönetmenliğini yaptığı Yeni Birlik gazetesinin sayfa sekreteri, genç bir arkadaş. Hastaneye doğru yol alırken güncel olayları konuşup, memleketi birkaç defa batırıp sonra kurtarıyoruz… Hastaneye yaklaşınca bir sigara yakmak istiyorum. Bu mevzuya yine Okan’ı karıştırıyor Mehmet. ‘Vallahi söylerim’ diyor… “Söyleme, kıyameti koparır…” diyorum. Gülüyoruz halimize…

11.02.2018-Saat: 17.25. Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim Ve Araştırma Hastanesi. Acil Servis Bölümü. Tahlil için kan alındı, bir buçuk saat sonra verilecek sonuç. Çekilen EKG’min (Kalbin elektriksel aktivitesinin özel kâğıtlara yazdırılma işlemi) çıktısını alarak nöbetçi doktor hanımın yanına gidiyorum.
Alıp bakıyor, tren hattı gibi zikzaklı şekiller çizilmiş kağıda…
“EKG temiz görünüyor. Kan tahlili sonucunuz çıksın tekrar konuşalım.”
Araya giriyorum: “Doktor hanım, müsaade ederseniz bir açıklama yapayım.”
Sırada bekleyen hastalar var. Geveze birinin gereksiz sorularla zamanını alacağı endişesi yerleşiyor yüzüne ama yine de ‘buyur’ diyor.
“Bakın geçtiğimiz günlerde İTO Başkanı rahmetli İbrahim Çağlar da aynı vakayı yaşadı. Gittiği hastanede EKG’si normal çıktı ama gönderildiği evinde dört saat sonra vefat etti…” diye damardan bir giriş yapıyorum. Konuyu uzattığım için yüzü asılıyor ama tekrar alıp bakıyor EKG’me…
Ben konuşmaya devam ediyorum.
“Son bir gün içinde yaşadığım bazı rahatsızlıklar var. Anlatayım isterseniz, ona göre karar verin…”
Bu kez pür dikkat kesilip yüzüme bakıyor; “Anlatın” diyor.
“Dün akşam saat 21.00 gibi yemek yiyorduk. Sol omuzumun kürek kemiği altına bir ağrı girdi. Aniden şiddeti arttı ve omuzuma, kollarıma yayıldı. Göğsüme baskı yaptı, nefes alamayacak duruma düştüm. Ter içinde kaldım… On dakika kadar sürdü bu durum. Sonra yavaş yavaş geçti ağrı…”
Hanım doktorun yüz ifadesinin değiştiğini görüyorum. EKG’mi tekrar eline alıp dikkatlice bakıyor. Bu sefer elindeki kalemle birkaç yerini daire içine aldığını görüyorum. Anlatmaya devam ediyorum.
“İki saat kadar sonra tekrar aynı ağrı sol omuzumdan başladı… “ dememe kalmadan doktor hanım araya girerek soru üstüne sorular sormaya başlıyor bana…
– Ağrı omuzlarına, kollarına, yüzüne yayıldı mı?
– Yayıldı…
– Birden mi geldi? Şiddetli miydi?
– Evet… Evet…
– Göğsünde ağrıyı hissetin mi? Nefes darlığın oldu mu?
– Evet… Evet…
– Terleme, bulantı…
– Evet… Evet…
Neredeyse; ‘yahu dediklerinin hepsi oldu. Yanımda mıydın, nerden bildin?’ falan diyeceğim ama doktor hanımı bir telaş sarıyor. Yerinden kalkıp çağırdığı görevlilere talimatlar veriyor.
‘Hastayı EKO odasına alın, derhal…’
Hasta ben oluyorum, her hâl…
Telefondan birine, ‘Acil’ diyor…
İki-üç hemşire birkaç erkek hasta bakıcı işi gücü bırakıp koşturuyor. Sedye üstüne yatırılıyorum… Tansiyonumu ölçüyor bir hemşire… Bir diğeri nabzımı ve ateşimi…
“Yahu doktor hanım, daha üçüncüsü ve dördüncüsü var bu ağrının. Durun onları da anlatayım… Ama şimdi iyiyim. Telaş etmeyin…” falan diyorum ama dinleyen yok…
***
Ekokardiyografim (EKO) çekiliyor.
Ekrandaki görüntüye doktorlar ile birlikte ben de bakıyorum.
Ses dalgaları ile gelen görüntülere dikkatlice bakan doktor yanındaki doktor arkadaşına dönmeden yavaş bir sesle soruyor. “Benim gördüğümü sen de görüyor musun?”
Sanki bana sorulmuşçasına ‘görüyorum’ diyorum.
Şaşkınlıkla dönüyor bana doktor. “Ne görüyorsun amca?”
‘Amca’ demesine bozuluyorum ama tepkinin yeri değil şimdi.  🙂
Gülerek cevaplıyorum; “Yarısı çalışmıyor…”
Gerçekten gördüğüm o…
Pür dikkat ekrana kilitlenen diğer doktorun fısıltılı sesini duyuyorum. “Durmak üzere…”
‘Durmak üzere’ olan kalp benim kalbim…
***
Telaşları gittikçe artıyor…
Doktorların verdiği talimatlar ile hemşire ve hasta bakıcılar koşuşturmaya başlıyor.
Yattığım sedyeden kaldırılmadan bir odaya alınıyorum. Üstümdeki her şeyi çıkarmam isteniyor. ‘Bari iç çamaşırım kalsın’ diyecek oluyorum, “hayır” diyor doktor, kulağına aldığı telefonda konuştuğu kişiye, “çok acil… “diyor. Hemşirenin biri 3 değişik hap tıkıyor ağzıma. Biri, kolumun damarına iğne sokuyor, tıpalıyor. Nabzım, tansiyonum yeniden ölçülüyor…
Ben hala gırgırın dayım işin, ‘Yahu iyiyim ben, durun biraz. Birkaç telefon etmem lazım, eşime haber vereceğim’ falan diyorum…
Doktorum başıma dikiliyor.
“Amca, diyor. “Şu an kalp krizi geçirdiğinin farkında mısın?”
Bak yine ‘amca’ diyor, bari ‘abi’ de  🙂
Haydi, neyse kızgınlığımı belli etmeyeyim, arsız arsız gülümseyerek ‘galiba öyle’ diyorum…
***
11.02.2018-Saat: 17.33 Koroner Yoğun Bakım Servisine alınıyorum. Artık doktorlarım farklı. ‘İŞLEM’ e hazırlanmam isteniyor hemşirelerden. Kelimenin anlamını önce anlamıyorum. Hemşire ve doktorlar tarafından o kadar sık kullanılıyor ki ‘işlem’ kelimesi… Sonra dank ediyor cahil kafama… ‘Ameliyathaneye hazırlayın hastayı’ yerine, ‘işleme hazırlayın’ deniliyor. Tutuyorum bu kelimeyi. 10 puanı hak ediyor İŞLEM’in isim babası…
***
İşleme alınıyorum…
Başımda üç doktor, iki hemşire…
Ekrana verilen görüntüde kalbimi, içinde kan dolaşan damarları görüyorum… Konuşmalardan çıkardığım sonuç şu: Damarlardan dördünde sorun var. Biri yüzde 95 kapalı…
Risk faktörü yüksek…
Arkaya arkaya geçirdiğim dört kriz kalp kapakçığını ve kılcal damarları zayıflatmış…
Zor bir müdahale olacak…
Stent takılacak bölümler belirleniyor ve ‘İşlem’im başlıyor. İki saat kadar süren İŞLEM tamamlandıktan sonra dört gün kalacağım yoğun bakım bölümüne alınıyorum…
***
16.02.2018 Saat 14.00
Hastaneden taburcu oldum, evimdeyim.
Bünye halim, Allaha şükür iyi…
Ruh halim, biraz karışık…
Sebebi şu: Tamı tamına 41 yıldır bir an olsun ayrı kalmadığımız, iyi günde kötü günde hep yanımda olan, sevincimi ve kederimi paylaştığım, üstüme sinen kokusuna servetler harcadığım, KALBİMİN DÜŞMANI SİGARA’dan ayrıldım…
Asla pişman değilim…
***
TEŞEKKÜRLER:
* Durumumu ilk öğrendiği andan itibaren gösterdiği olağan üstü çaba ile beni hastaneye yetiştiren ve şu an hayatta olmayı borçlu olduğum gazeteci arkadaşım, namı diğer Ordinaryus Prof. Dr. Okan Sarıkaya’ya…

* Kamil Koç seyahat firmasının 16 SOP 77 plakalı otobüs kaptanı Murat Kolancı’ya…

* Beni yoldan alıp Koşuyolu Kalp Hastanesine götüren gazeteci arkadaşım Mehmet Yeşil’e..

* Olayı duyar duymaz hastaneye koşan, varlıkları ile destek olan, eşim Gülnur Yeşilbaş ‘ın her dakika yanında olan Fatma Aksu, Zafer Özdemir, Hadi Özışık, Mevlüt Yüksel, Şenol Gezer, Pervin Sümer, Sevil Gulben, TC Genco Sabancı, İlhan Metin Pınar Kılıç, Ali Güven, Cengiz Kahraman, Alaattin Demirtaş, Cengiz Özyürek ve Fidan Özyürek ile buradan isimlerini sayamadığım yüzlerce arkadaşıma…

* Koşuyolu Kalp Hastanesi doktorları:
Başta başhekim, Prof.Dr. Mehmet Kaan Kırali, Uzm. Dr. Servet İzci, Uzm. Dr. Şeyhmus Külahçıoğlu, Dr. Mehmet Çelik, Dr. Özkan Candan Dr. Zübeyde Bayram ile emeği geçen tüm hemşire ve görevlilere…
Teşekkürlerimi sunuyorum…
***
Şu an bu yazıyı okuyan tüm değerli dostlarım, can arkadaşlarım, akraba ve komşularım…
Haberi ilk duyduğunuz anda sizlerinde ne kadar çok üzüldüğünüzü tahmin edebiliyorum. Gerek telefonla gerek mesajlarla bana ulaşmaya çalıştınız…Dualarınızı eksik etmediniz… Gösterdiğiniz sevgi ve hakkımda yazdığınız duygu yüklü paylaşımlara ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Sadece şunu diyebilirim: İnsanın yaşarken dostları ve arkadaşları tarafından bu kadar sevildiğini görmesi, öğrenmesi harika bir duygu…
Onun için yazımın başlığını ‘ÇOK GÜZEL BİR KALP KRİZİ GEÇİRDİM’ koydum… Burada ‘güzel’ olan tabi ki sizsiniz…
İyi ki hayatımda varsınız… Hepinize kucak dolusu sevgi ve teşekkürler…

 

Bahri Kayaoğlu

Bahri Kayaoğlu vadi