Canı sıkılan gezgin memleketiyle ilgili yorum yaparmış.. Asım Güneş de öyle yaptı

Canı sıkılan gezgin ne yapar. Memleketiyle ilgili yorum tabii ki:)

Ben de, San Agustin’de havuz kenarında oturdum bunu yazdım. Gerçi uzun zamandır süregelen bir gözlem benim ki, yazması bu güne kısmetmiş.

Şimdiden uyarayım biraz uzun olabilir, “Çok uzun olmuş” diyecekler okumasın ya da okursa bu yorumu yapmasın, bir de “Amaaaan kanka. Sanane, sen kendi keyfine bak” diyecekler. Lütfen demeyin, kalp kırarım :))

Neyse yazı, 20 yılı aşkın süre emek verdiğim medya sektörü, daha doğrusu çalışanlarıyla ilgili.

Medya sektörü bilindiği üzere dünyanın hemen her yerinde egemenin, sistemin borazanı olmuştur. Türkiyede de farklı değil tabiki durum.
Buna rağmen belli bir standardı, belli bir kıstası, bazı ilkeleri oldu, var dı ya da varmış gibi davrandı.
Çoğu zaman esnetilse ya da “bir kere delmekten birşey olmaz” mantığıyla kırılsa da.
Öncesini bilmiyorum ama benim çalıştığım dönem içinde medya sektöründeki en sert kırılma, Gezi Olayları sırasında ve sonrasında yaşandı. Toplumun genelinde olduğu gibi.
Bu kırılma, bana göre medya çalışanları arasında 3 grup yarattı. Tabi başka alt kollarda mevcut ama benim gözlemlediğim ve haklarında yazacağım bu 3 grup.

Sergio Leone’nin efsanevi kovboy filmi İyi, Kötü, Çirkin’den ilham alarak ben de bu gruplara aynı isimleri verdim. Kimse alınmasın yani. Ya da alınsın, bilemem. Kendi kararınız. 🙂

Hadi en sevdiğim gruptan başlayayım.

1-IYI;
Malum filmin baş kahramanı yakışıklı Clint Eastwood.
Bu grup, Gezi sırasında ve sonrasında, hükümetin, devletin, ya da egemenin (Artık nasıl isimlendirmek isterseniz) yok faiz lobisiymiş, yok vaiz lobisiymiş, yok caiz lobisiymiş gibi, saçma sapan manipülasyon, çarpıtma, dezenformasyon ve yanlış yönlendirme çabalarına rağmen, doğruyu, gerçeği veya en azından gerçek bildikleri şeyleri söylemeye, yazmaya, dile getirmeye devam edenler.
Bunun sonunda, hapis, işsizlik, parasızlık ya da dışlanmak gibi yaptırımlar olsa da. Tanıdıklarımdan örnek vermem gerekirse tabiki başta bir Ahmet Şık, bir Yavuz Karakoç, bir Alper Turgut ya da bir Sevinç Akyazılı gibi. Biliyorum daha birçok isim var. Bunlar benim yakın bildiklerim sadece.
Bu tayfa bana göre melseğin gurur kaynağı. Yaşadıkları ya da yaşamak zorunda kaldıkları şeylere rağmen, gıcık bir inatla tersine tersine giden, doğrunun peşinden ayrılmayan. Ki çoğu isteseler, sahip oldukları yeteneklerle, sadece göt yalayarak bir yerlere gelenlerden çok daha iyi yerlere gelebilirler. (Tabi bu yer gerçekten iyi mi olur tartışılır)
Ama bunu kendilerine yediremezler. İşte bu da, bu tayfanın Aşil tendonu. Gerçi Aşil tendonu zayıflığı anlatır. Benim dediğim ise güçlü olunan nokta.
Neyse işte seviyorum sonuçta hepsini, iyiki varsınız. Eski de olsa “meslektaştık” demekten gurur duyduğum insanlar. Ben artık gazeteci değil ‘cam silici’ olarak tanıtıyorum kendimi 🙂

2. KOTU;
En sevdiğim oyunculardan Lee Van Cleef.
Ama onunla tasfir ettiğim bu grup ise tam tersine en sevmediğim grup.
Gezi olayları ve sonrasında, doğru, haklı, adil, tarafsız olmak gibi sıfatların hepsini cüzdan ile değiştiren, ahlaksız, kişiliksiz, omurgasız karakterler. Ruhları dahil her şeyleri satılık ve bir o kadar ucuz tipler. Gerçi bu adamlar her zaman böyle oldu. Çıkarları nereden geliyorsa oranın borusunu öttürdü. Tasmalı medya tarifini dibine kadar hak eden şahsiyetler daha doğrusu şahsiyetsizler.
Bunlar Hürriyette çalışırken oranın borusunu öttürür. Hatta Bekir Coşkun’jn ses getiren bir muhalif yazısı sonrasında “Abi haberlerimin sizinle aynı sayfada çıkmasından gurur duyuyorum” diye mesaj atabilecek kadar başarılı yalamalardır. (Hiç birinizin aklına geldimi böyle mesajlar atmak. Gelmedi değil mi? İşte o yüzden işsiz siniz ya da kuru bir maaşa talim ediyorsunuz:) Daha sonra lağım medyasında müdürlük yapıp “Geziciler tecavüzcüdür” gibi tweetler atmıyorsunuz.
Bu adamlar, ‘Kabataş yalanı’ gibi şeyleri sorgulamak bir yana, “Olmayan feci görüntüleri” görebilme, ağaçlarla konuşabilme ya da gaz bombaları arasında, canıyla uğraşan insanların arasına karışıp zavallı polisi kışkırtan hain göstericileri fark edebilme yeteneklerine sahiptir.
Aslına bakarsanız sahip oldukları en önemli şey tasmaları ve ona çabucak alışma yetenekleridir. Tasmanın ucunu kim tutarsa ona göre havlarlar. Ama genelde kuru gürültüdür. Gerçekten ısıracaklarından değil, sahipleri bir parça daha kemik atar mı acaba diye ses çıkartırlar.
Gerçi olaya biyolojik açıdan bakarsak ve kendimizi memeliler sınıfına koyarsak, doğasına uygun davranan bir kesim bu. 🙂
Sonuçta memelilerin en önemli özelliklerinden biri “Bulunduğu ortama uyum sağlamaktır”.
Aslında kızmamak lazım. Bu canlı türleri de sonuçta bulunduğu ortama ayak uyduruyor, güç kimin elindeyse onun ayakları dibinden ayrılmıyor. Şaşırtıcı olan, normal memelilerin evrimsel uyum süreçleri yüz binlerce yıl alırken bu yaratıkların dakikalar içinde, “Atatürk diktatördür’den, ” Ailece Atatürkçüyüz’e” evrilebime yetenekleridir. Her dönem var oldular ve olmaya devam edecekler.

3. ÇIRKIN;
Yine sevdiğim oyunculardan Eli Wallach.
Onun karakterinde anlatmacağım grup ise durumlarına en çok üzüldüklerim. Pek çirkin değiller aslında. Yani aralarında güzel olanlar da var çirkin olanlar da. Ama format gereği çirkin karakteri onlara kaldı. Yapacak bişey yok 🙂
Bu tayfa, genelde hükümete, iktidara, egemene karşı. Doğru, haklı, dürüst gibi kavramları bilip, onlara sahip olup, genelde maddi sebeplerden, normalde sistemin 4. gücü ama bu dönemde hükümetin birinci gücü haline gelmiş lağım medyasında çalışmak zorunda olanlar.
Bu garibanlar, gezi olayları sırasında, çalıştıkları yerin tersine mücadeleyi içten içe desteklemiş, nadiren ve çaktırmadan sosyal medyadan destek mesajları atmış hatta daha cesurları gizli gizli eylemlere bile katılmışlardır. Gündüz Clark Kent gece Süperman hesabı.
Bana göre bu grupta kendi içinde ikiye ayrılıyor. Özellikle gezi olaylarından sonraki süreçte.

A.
Bu grup, ‘Gezi’ sonrası dönemde tamamen kafasını kuma gömerek ya da ‘gözünü kapayıp vazifesini yaparak’ hayatına devam eder. Genelde yere yatıp ölü taklidi yaparlar. Hiç birşey olmamış gibi, her şey normalmiş gibi davranırlar. Genelde görmezden gelirler. Görmezden gelinemeyecek olaylar karşısında ise uykudan yeni kalkmış insan tepkisi verirler. Esneyerek “Aaaaaa öyle mi olmuş” şeklinde.
Zaman, değişik boy ve ebatlarda çiçek böcek haberi yapmakla geçer gider işte.

B.
Bu grubun durumu öncekine göre daha vahim. Yaşadıkları ikilemler daha güçlü. Genelde devrimci bir gelenek ve söylemden gelseler de, çürümüşlüğü uzaydan bile görülebilen hükümet aleyhine tek kelime edememenin acısını arada yakaladıkları haberlerle muhalefete saldırmakla yatıştırmaya, ruhlarındaki ezilmenin ağırlığını hafifletmeye çalışırlar. Gerçekten başarılı oluyorlar mı bu konuda bilmem? Zannetmiyorum.
Bu grubun en güçlü savunma argümanı ise “Önceden çok mu iyiydiki” şeklinde. Ama insanların kendilerini haklı çıkarabilme yeteneklerine şaşırmıyorum artık.
Dediğim gibi içlerinde en üzüldüğüm grup bu sonuncular. Ama üzülmem, onaylamam anlamına gelmiyor tabiki. O zaman ilk grupta bahsettiğim arkadaşlarıma haksızlık yapmış olurum.

Kulakları çınlasın. Çapa’da çalışırken bir Remzi Bozacı vardı. Genelde acile gelen yaralıların fotoğraflarını çekmekte geç kaldığı için, ambulansın arkasından hastaneye gelen hasta yakınlarının saldırısına uğrardı. Her saldırı da “Abi ekmek parası” diye savunurdu durumu.
Bu söz en sevmediğim sözlerden biri olmuştur gazetecilik hatayımda.
Ekmek parası kutsaldır tabiki ama bazı meslekler ekmek parası için daha doğrusu sadece ekmek parası için yapılmaz. Doktorluk, polislik, avukatlık gibi. Gazetecilik de bunlardan biri. Ekmek parasından ziyade adalet, hak, doğruluk gibi daha önemli kavramlar var dikkat edilmesi gereken. Gazetecilik sadece ekmek parası için yapılmaya başlanırsa sonunda lağım medyası oluyor işte.

Neyse işte eğlenerek yazdığım bir yazı. Umarım okuyanlarda benim kadar eğlenir.
Tabi bu arada eminim üzerine alınacaklar olacak. Alının, alınmanız için yazıyorum zaten.
Herkes her şeyin farkında bilin sadece. Yarın birgün sistem değişir, bu hükümet gider yerine başkası gelir. Lağım medyasıda doğası gereği yeni geleni yalamaya başlar.
Aman aman, çıkıp nasıl içten içe mücadele verdiğiniz, kaleyi içten çökettiğinizle ilgili masallar anlatmayın :))