Bir Bülent Ecevit vardı.. ROMANTİK BİR ŞAİR, MİLLİYETÇİ  BİR POLİTİKACININ ARDINDAN..Salman Altundal yazdı

Salman Altundal yazdı..

ROMANTİK BİR ŞAİR, MİLLİYETÇİ
BİR POLİTİKACININ ARDINDAN…

Milli Mücadele’nin önderlerinden sonraki süreçte
onların ideolojik, politik çizgisinin devamını temsil
eden politikacıların başında Bülent Ecevit geliyor.
Ecevit, 28 Mayıs 1925, İstanbul’da doğdu.
5 Kasım 2006, Ankara’da uzun hastalık döneminden
sonra hayata veda etti. Cenazesine törenine
yüzbinlerce vatandaşın katılması “Ecevitin
cenazesi son mitingi oldu”, “Ecevit’i uğurlama
mitingi” gibi tanımlar onun toplum nezlindeki
yerini gösteriyordu.
Bülent Ecevit, düşünceleri ve uygulamalarıyla,
20. yüzyıl Türk siyasal yaşamının en önemli
isimlerden biri oldu.
1972 ile 1980 arasında Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanlığında, 1987 ile 2004 arasında da
Demokratik Sol Parti Genel Başkanlığında bulundu.
1961 ile 1965 arasında VIII., IX. ve X.
İsmet İnönü hükûmetlerinde Çalışma Bakanı
olarak yer aldı.

Bülent Ecevit, uzun siyasi yaşamının yanı sıra yazarlık ve
şairliği de birlikte yürütmüş ender siyasetçilerden birisidir.
Sanskrit, Bengal ve İngilizce dillerinde çalışmalar
yapmış olan Ecevit, Rabindranath Tagore, Ezra Pound,
T. S. Eliot, ve Bernard Lewis’in yapıtlarını Türkçeye
çevirmiş, kendi şiirlerini de kitap halinde yayınladı.
Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli, özgün ve
karizmatik liderlerinden birisi, kurulu sistemin
romantik temsilcisi olarak tarihteki yerini çoktan ald.
Her ölüm ve doğum yıldönümlerinde yaşam çizgisi,
anılar, yorumlar, yaptıkları, yapamadıkları konuşuluyor, yazılıyor.
Sosyal medyada çok fazla paylaşım yapılıyor.
Genel anlamda saygılı bir yaklaşım var.
Özellikle birebir karşılaşmış, Ecevit’le çalışmış
gazetecilerin yazdıklarına duygusallık da eşlik ediyor.
1960-2006 yılları arasında Türk toplumunun yaşamına
giren, bu zarif güzel konuşan mütevazı,
diğer burjuva politikacılarından farlı kendisi
için özel bir şey istemeyen adamdan çok söz
edilmesi, yazılması, unutulmaması anlaşılır bir durum.

EMPERYALİZİME HER KÖTÜLÜĞÜN ANASI

1960’lı yıllardan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni
kuranların bıraktığı mirası hızla tüketildi.
Gecikmiş bir kapitalist ekonomiyi benimseyen
sistem hızla tıkandı. Ülke emperyalizmin
dümen suyuna girdi. İkili anlaşmalar, NATO ile
emperyalizme bağlandı. Bundan sonra
Türkiye ekonomik siyasi bunalımların
burgacından hiç kurtulamadı.
Gelen iktidarlar demokrasiyi, çoğulculuğu,
insan haklarını dışladılar.
Yine bu süreçte dönemin iktidarlarına karşı
halkın tepkisi de uç vermeye başladı. Köylüler,
küçük esnaflar, işçiler, memurlar, öğretmenler,
üniversite gençliği tıkanan düzene karşı tepkilerini yükseltmeye başladılar.
CHP’nin ortanın solunu benimsemesi, Sosyalizmi
hedefleyen Türkiye İşçi Partisinin Parlemanto’da
temsil edilir düzeye gelmesi yaşanan koşulların
doğal bir sonucuydu.
“Bozuk düzene” karşı kişiler, çevreler partiler
kendilerine göre mücadeleyi yükselttiler.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan
CHP’de Bülent Ecevit’in etkinliğinin artmasıyla
yeni bir kimliğe kavuştu.
Cumhuriyetin temel, kurucu ilkelerinin yanında
demokratik sol bir anlayışı benimseyen CHP
ve onun Genel Başkanı Ecevit, Türkiye tarihinde
görülmemiş en yığınsal
kitle gücüne kavuştu.

Ecevit, uzun yıllardır iktidarda olan merkez sağ,
gerici itifakına karşı sistem içinde milliyetçi sol
bir çizgiyi esas aldı. “İşçi köylü el ele”,
“Toprak işleyenin su kullananın”, “Bu düzen değişmeli”
“Ne ezilen ne ezen insanca hakça bir düzen” ”Ak ganlere”
gibi şiirsel sloganlarla halkın “Karaoğlanı”,
“Umudumuz Eceviti” oldu. Köylerden, kasabalardan, şehirlerden, gecekondulardan, fabrikalardan,
gençlerden, kadınlardan heyecanlı, coşkulu destek aldı.
Kıbrıs harekatı onun popülerliğini daha da artırdı.
1977’lerde CHP’nin oyu yüzde 41’e ulaştı.
Dönemin Adalet Partisinden “ayartılan” ve tarihe
“Güneş Motel harekatı” olarak geçen
11 kişiye bakanlık verilerek kurulan hükümetle
başlayan olumsuz gelişmeler Ecevit’in hanesine
eksi puan olarak yazıldı.

ECEVİT’İN ROMANTİZMİ YETMEDİ

12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelere karşı tutum
alması, akıcı ve iyi bir Türkçeyle konuşması,
entelektüel tavrı, politikacılar arası diyalogun
düzeyini yükseltmesi, halka yakın mütevazı
kişiliği, şair ruhu, aile bağlarındaki duygusallık
onun kişisel özellikleri olarak öne çıktı; ona
karizmatik bir kişilik kazandırdı.
Bülent Ecevit’in politik bir lider olarak aynı başarıyı
gösterdiği söylenemez. Hiçbir dönemde
arkasına aldığı muazzam halk desteğine
yanıt verecek tutarlı ekonomi politikaları
oluşturamadı, yürütemedi.
Sosyal demokrasinin evrensel değerlerini hiçbir
zaman tam olarak benimsemedi.
Ülkenin demokratikleşmesi için kişisel bedeller
ödedi, ama gerek 30 yıl görev yaptığı CHP
gerekse daha sonra kurduğu DSP içinde
demokrasiyi çoğu kere dışladı, otoriter,
tasfiyeci ve kolektif olmayan anlayışları
benimsedi. Dünyadaki demokratikleşme
süreçlerin de iyi okuduğunu söyleyemeyiz.
Şu ya da bu şekilde iktidar olduğu her
dönemin ardından ülke yeni olumsuz
maceraların eşiğine geldi.
Ecevit sık, sık dillendirdiği ifade özgürlüğü, laiklik,
yazarlar-çizerler, işçi sınıfı, sendikalardan yana
olması ise hep güdük ve yetersiz kaldı.
Asgari burjuva demokrat- liberal bir çizgiye bile
yaklaşamadı. Çoğu kere o dönem egemen olan
“askeri vesayete” boyun eğdi. Ülkenin 12 Eylül
karanlığına ve yeni vesayet sistemi olan
AKP rejimine geçişindeki günahın hesabıda orta
yerde duruyor.

Toplum en son onu siyasal yaşamımızdan adeta
tasfiye etse de Ecevit belleğimizde yer eden,
iz bırakan bir lider oldu. Onun mirasçısı olduğunu
idda edenler şimdi yaptıkları ve yapamadıklarından
dersler çıkardılar mı, çıkarıyorlar mı? bilemiyorum.
Bildiğim, Ecevit’in daha çok konuşup tartışılacağı
kesin. Ecevit’in bir kesin yanı daha var:
Orta boylu karayağız, bıyıklı, tam da içimizden
biri olması. Sonra samimi görüntüsü, romantik
kişiliği, kasketi, mavi gömleği, Rahşan ile 60 yıla
varan aşkı halkı çok etkiledi.
Bu coğrafyadaki insanlar ölüm karşısında
duygusallaşır. Cenazesinde ve cenazeden
sonraki yıllarda bu duygusallığı
ve Ecevit’e ilgiyi somut olarak görüyoruz.

Salman Altundağ