“Amazon geçişinin yarısına geldim. Peru, Kolombiya ve Brezilya sınırlarının kesiştiği 3 sınır bölgesine. Cebimde 4 farklı para birimi var”

Neredeyse Amazon geçişinin yarısına geldim. Peru, Kolombiya ve Brezilya sınırlarının kesiştigi 3 sınır bölgesine. Cebimde dolar dahil tam 4 farklı para birimi var. Hangisinin nerede gerekeceği belli değil 
Aslında şu an bunu yazmak yerine, gemiyle Brezilya’nın Amazonlardaki en büyük kentlerinden Manaus’a doğru yol alıyor olmam gerekiyordu. Ama evren birader, kapışmamızın son şakası olarak Kolombiya Leticia’da beni seçime denk getirdi. O yüzden sınırlar 3 gün kapalı. Yani yürüyerek Brezilya’ya geçmek serbest ama sınır ofisi çalışmıyor. Yani Kolombiya’dan çıkış işlemi yapamıyorun.
En başta Peru’dan çıktıktan sonra Kolombiya’ya değil de Brezilya’ya giriş yapmış olsam sorun kalmayacaktı.
Neyse artık, çarşamba gününe kadar beklemem gerekiyor. İlk gemi o zaman çünkü.
Ben de bu arada tecavüz kaçınılmazsa sözünden hareketle zevk almaya bakıyorum.
Hem bu sayede bunu yazma fırsatım oldu. Ne kadar gerekliyse artık 

Hadi, Amazon macerasına geçmeden önce Peru’daki bayağı hareketli son günlerimi anlatayım da biraz gülün. Bu gündem de ihtiyaç var sanırım.
Daha önce bahsettiğim gibi Ekvador sınırına yakın, Pasifik kenarındaki küçük sahil kasabası Mancora, Peru’daki dinlenme mekanım. Daha doğrusu öyleydi. Mancora’da da Camping Tito.
10 ay kadar önce ilk gelişimde sadece birkaç turist ile her yeri kaplamış çekirgelerden başka birşey yoktu. Gerçektende gökten çekirge yağmıştı resmen. Ucuz yer ararken geceliği 10 sole bulduğum, Camping Tito’yu da acaip sevmiştim. Daha ucuz kampingler olmasına rağmen burada kalmıştım. Tabi uzun kalacağım diye fiyatı 8 sole düşürmemin de etkisi vardı. Ondan 3 ay kadar sonra, ikinci gelişimde de durum neredeyse aynı idi. Az sayıda turist ve sakin bir kasaba.
Ama bu son gelişimde tam anlamıyla turist akınına uğramıştı, benim yolları tozlu, sakin balıkçı kasabam Mancora. Özellikle de Arjantinlilerin. İlk gelişimde sokakları kaplayan çekirge sürüsü gibi bu sefer Arjantinli sürüsü kaplamıştı her yeri. Genelde Arjantinlilerle bir sorunum yok.
Arjantinli, tatlı bir sevgilim ve çok kafa dengi arkadaşlarım da oldu. Güney Amerika’nın boş beleş, gezmeyi en seven millleti sanırım. Benden bile ucuzcular. Ve oldukça gürültücüler. Ha az sayıda olsa tolore edilebiliyor ama böyle Afrika Çekirgesi gibi geldiklerinde gerçekten adamı katil ederler.
Neyse her zamanki gibi Mancoraya adım atar atmaz ilk olarak Camping Tito’ya gittim. Ama girişimle çıkışım bir oldu. Her halde 100 kişi filan vardı kalan. Tabi çoğu Arjantinli. Dedim “yok mümkün değil”. Hemen arkada başka daha sakin bir yer buldum ama daha önce söylediğim gibi orasıda junki mekanıydı.
Babalar sabah akşam şişe yapıp takılıyorlardı ve tabi birde korkunç banyo sorunu nedeniyle orada da fazla kalmadim. 100 metre ilerisin de başka bir kamping buldum.
Mekan fena değildi ama buranın da interneti faciaydı. 1 kişi bağlansa 2. ye yer kalmıyordu. Tam o sıralar Mustafa’da bir yazı istediği için yine döndüm dolaştım, 10 gün kadar sonra yine Camping Tito’ya gittim. Allahtan turist akını da biraz ferahlamıştı.
Neredeyse ilk vardığım zamanın yarısı kadar insan vardı kalan. Sakin bir köşe bulup kurdum çadırı ama ertesi gün tam beklediğim oldu. Yanıma 3 çadır daha kuruldu. Tahmin ettiğiniz gibi Arjantinli grubu.
Zaten bu tip konularda acaip şanslıyımdır ben. Mesela dolmuşa binerim, arkamdaki amca öksürük krizine tutulur, inene kadar kafama hapşırır-öksürür, otobüse binerim yol boyu burnunu çekip duran teyze hemen yanıma oturur, sinemaya giderim, sohbete gelmiş çift arkamda yer alır, metroya binerim karşımdaki abi dişini çekip durur, ne yediyse artık. Ben de yol boyunca gözlerini kürdanla oyma hayali kurarım 
Neyse, dedim “Sakin ol. Bunlarda kalır bir iki gün gider”. Ama tabiki öyle olmadı.
Babalar bayağı yerleştiler yanıma. Önceleri çok gürültü yapmıyorlardı ama ne zaman rasta kafa bir kaç hıyar daha eklendi bunlara başladılar kampın sahibi gibi davranmaya.
Sabah bir giriyorlar mutfağa çıkmak bilmiyorlar, başkası yemek yapacakmış filan, umurlarında değil. Tabağı çatalı leş gibi bırakıyorlar. Neyse benim kendi tencerem tavam olduğu için bu konuda muhattab olmadım fazla.
Öğleden sonra da, çıkıp yaptıkları şeyleri satmaya ya da sokakta jonklörlük yaparak para kazanmaya gidiyorlar. Gülmeyin, trafik ışıklarında jonklörlük yapıp para kazanarak gezen bir sürü insan var Latin Amerikada.
Akşam da aynı terane.
Yine mutfak işgali, saatlerce yemek yapmak, mutfak önünde toplanıp gitar-mitar, bağıra çağıra sohbet, kahkaha, bağırış, çağırış, gürültü. Birkaç kez söylemeye çalıştım ama yok. Fayda etmedi. En son yazıyı filan bitirdim ayrılmama 3-4 gün kala bunlar yine kümelendi mutfak önüne. Yine başladılar bol çığlıklı muhabbetlerine. Sabaha karşı 04.00 gibi hala devam ediyorlardı en son duyduğum.
Neyse benim şalter atma noktasına geldi. Sabah, içlerinde en çok gürültü yapanı yakaladım mutfağın önünde, direk üzerine yürüdüm. Baba gözümdeki cinayete hazır bakışı anladı sanırım. Hık-mık derken benim bağırtıma kampın sahibi Tito geldi. Tito’da çok yumuşak bir adam. Öyle sinirlendiği filan görülmüş şey değil. Hani her daim sakin adamlar vardır ya tam onlardan. Dedi ‘Ne oluyor’. Yarım yamalak İspanyolca ile açıklamaya çalıştım sabaha kadar gürültü yaptıklarını. Meğer bu en fazla gürültü yapan hıyar bizim kampta bile kalmıyormuş. Tito yine sakin sakin adamı dehledi. Öğleden sonra bu eleman geri geldi buldu beni. Bir özürler, bir ah-vah lar. Dedi “ben müzik yaparak para kazanıyorum o yüzden gitar çalıyorum”. Dedim ben de “Hacı gitar çal, müzik yap. Sorun yok. Ama bunu sabah 04.00 kadar yapma. Burası kamping, gece kulübü değil. Git sahilde çal çok istiyorsan”.
Dedi “Haklısın, özür dilerim. Senin için çalayım şimdide”.
Oturdu başladı çalıp söylemeye. Valla mahçup oldum o hareketten sonra. Içimden dedim “Bu kadar yüklenmese miydim acaba?”
Neyse o elemanı bir daha görmedim zaten. Muhtemelen Tito girişini engelledi.
Ama yanıma çadır atan grupla, rasta kafa tipler hala kampta. Yine kafalarına göre takılıyorlar, birde diğer elemanla hikayeyi duydular sanırım ayrı bir kıl triplere girdiler. Sinirlenmemek için bunlar susana susana kadar çadıra gitmiyorum resmen. Kendimi biliyorum çünkü, bu şekilde uyandırılınca biraz sinirli olabiliyor, hafiften kendimi kaybedebiliyorum 
Neyse, ayrılmama iki gün kala, gece yarısı baktım bu grup yok. Dedim herhalde yattılar. Ben de girdim çadıra yattım. En korktuğum şey oldu. Tam uykumun yarısında bu dingil sürüsü yine gitar tımbırdata tımbırdata, kahkahalar ata ata geldiler tam çadırın başına.
Beklenen oldu tabiki. Tam anlamıyla kendimi kaybetmişim yine.
Çadırdan nasıl çiktım, yerdeki sopayı ne zaman aldım, bunlara ne zaman saldırdım valla hatırlamıyorum )
Inanın bu kadar hızlı Ingilizce konuşabileceğimi daha doğrusu küfür edebileceğimi de bilmiyordum. Ama nasıl görmeniz lazım. Mother fuckerlar, son of a bitchesler, wankerlar, poofter lar havalarda uçuşuyor. Tabi Türkçelerinin eșliğinde. Neyse elimde sopa, ana-avrat, ben bunların üzerine yürüdükçe bunlar geri geri gidiyor. 3 tane oğlan bir de kız. Bunlarda bıdı-bıdı Ispanyolca birşeyler söylüyorlar ama tek kelime anlamadım. 2 yıla yakındır latin bölgesindeyim ama böyle hızlı Ispanyolca konuşulabildiğini de duymamıştım 
Neyse, biraz sakinleşince durumun komikliğini fark ettim. Elinde sopa biri farklı iki dilde küfür ederek bir grubun üzerine yürüyor, daha farklı dilde konuşan grupta geri geri gidiyor.
En son “S.ktirin gidin lan buradan” dedim. Sopayı da attım, döndum çadırıma. Son iki gece çadırları hala yanımda olmasına rağmen bir daha göremedim bu hıyarları. Muhtemelen sahile gidip orada yaptılar muhabbetlerini )
Neyse işte Amazon macerasının başlangıcı böyle oldu.
Daha sonrasında yine sinir harbiyle geçen bir otobüs maceram var Mancora’dan-Yurimaguas’a giderken ama onu ikinci bir yazı ile anlatayım. Bu haliyle bile bayağı uzun oldu.
Hadi kalın sağlıcakla sistemin köleleri )
Not= Kusura bakmayın foto paylasamiyorum. Bilgisayarim bozuldu. Sarj olmuyor. O yuzden eski bir foto paylasiyorum güzel günlerinde Camping Tito’da cekilmis ))

Asım Güneş