Sevgili Talat kardeşim, ben de haberi verdim ama bakın niçin verdim

PAN AM RAFET - Faik Kaptan

Faik Kaptan’da bir gazetecilik dersi…

Haber hangi koşulda rakibe verilir.

HABERİ RAKİBE VERMEK…
SEVGİLİ TALAT KARDEŞİM, BEN DE HABERİMİ VERDİM, AMA BAKIN NİÇİN VERDİM.
PAN AM RAFET VE GID GALAŞ…

Ortalık toz duman. Kimileri ellerini ovuşturarak ve de tırnaklarını birbirine sürtüp “Gıd galaş, gıd galaş (1)” diyerek samanın altından suyunu bir güzel akıtıyor. Diğerleri ise habercilik değerlerinin olmazsa olmazlarını hiçe sayıp “Ben yaptım ne güzel oldu” diyerek ortalıkta kasım kasım kasılıyor.
Burada beni ilgilendiren tek bir konu var. Bir gazeteci duyumunu aldığı bir haberi (teyit edip etmediğini henüz bilmiyoruz) niçin devamlı yazdığı belki de sahibi olduğu dijital yayın organında yazmayıp da birkaç tur attıktan sonra bir başka gazetenin köşe yazarına verir.
Kendi sitende yaz kardeşim. Ortalığı kasıp kavuracak böyle bir haberi kendi sitende yazsan bir anda ünlü olacaksın, tıklanma sayın artacak, belki de milyonlara ulaşacak, her kes başına üşüşecek, ününe ün katacaksın. Gelsin reklamlar. Çünkü böyle siteler reklamlarla yaşıyor.
Ama öyle olmadı. Altında veya üstünde bir çapanoğlu var.
Ben de bir tarihte hayatımda ilk kez bir özel haberimi rakibime verdim. Bakın niçin vermişim? Bu hikayeyi ayrıca “Atatürk Havalimanı’nda 40 yıl” adlı kitabımda da yazdım.
Sıkılmadan okursanız buyurun:
“ Atatürk Hava Limanında benim tanıdığım 80’li yıllarda bir Rafet abi vardı. Soyadı Yanardağ.
Ama herkes onu Pan American Rafet diye bilirdi.
Her yerde karşınıza çıkardı. Neşeli, şakacı, konuşurken insanın içini ısıtan bir kişilikti.
Pan American şirketinde daha sonra da Delta Havayollarında uzun süre çalıştı.
O tarihlerde Pan American uçağı İstanbul’ a her gün gelirdi.
1 ve 2 numara olarak adlandırılırdı. Boeing 747-400 model dev bir uçaktı.
1 numara New york İstanbul yapar, İstanbul’ dan Uzak Doğuya giderdi..
2 numara ise ertesi gün Uzak Doğudan İstanbul’ a gelir buradan da New York’ a dönerdi.
O zamanların en büyük uçağı olan Jumbo Jet uçağı küçük bir dünya turu yapardı. İşte Rafet bu uçağa servis yapardı.
Pan American Rafet’in yardımsever bir kişiliği vardı.
Hatta Amerikalı bir kadının uçağa yüklenirken apronda kaçan köpeğini bir hafta aramış sonunda Yeşilköy’ de bulmuştu.
Köpeği bulduğunu Amerika’ya bildirmiş, 15 gün bakmış, kadın 15 gün sonra gelip 150 dolar bakım parası bir de teşekkürle köpeği Rafet’ten almıştı.
Yeşilköy Havalimanının eski bir çalışanı olan Rafet, işe bisikleti ile geldiği ve yolda kurt saldırısına uğrarım korkusu ile omzunda çifte av tüfeği taşıdığı dönemi anlatırdı.
Rafet bir gün Yeşilköy Havalimanı Dış Hatlar binasındaki ofisime geldi.
O ünlü Trakya şivesi ile “Faik be yaaa… Kulenin yanındaki o eski barakalardan birinde eski uçaklar var” dedi.
Dediği yer eski DHMI Genel Müdürü ve müsteşar Yardımcısı Orhan Birdal’ ın “gecekondu mahallesi” adını taktığı yerdi.
O bölgede üç veya dört baraka vardı. Rafet’e ”hadi gidip bakalım” dedim.
1959 Model Beyaz Chevrolet: Rafet’in apronda dolaştığı ve uçaklara gidip geldiği 1959 Model uzun kuyruklu beyaz bir Amerikan Chevrolet otomobili vardı.
Bindik ve barakaların olduğu yere gittik.
Otların arasından geçip malum barakayı çeviren tenekeleri aralayınca içeride 3-4 eski uçak gördük. Ancak tenekeler o kadar paslı ve eskiydi ki bir türlü açamadık.
Tekrar geri dönüp Rafet’in deposundan keski ve levye alıp geri geldik.
Zorlukla tenekeleri kesip içeri girdik. Her tarafı örümcek kaplamıştı.
İçeride bir tarih yatıyordu. Bol bol fotoğraf çektim.
Meydan Müdürlüğü oradaki uçaklardan habersizdi.
Eski teknisyenlere sordum. Muhtemelen Vecihi Hürkuş’un uçakları olabileceğini söylediler.
Ben de bölüm pörçük bilgilerle haberi yazıp Hürriyet merkeze gönderdim.
Aradan bir hafta geçti. Haber bir türlü kullanılmıyordu. Amacım haber çıktıktan sonra bu uçaklar sahiplensin ve tarihi dokusu içinde değerini bulsun.
Sonunda Şef’e telefon edip haberin akıbetini sordum. Her halde kullanılmayacak dedi. Israrım üzerine arka sayfalardan bir yerde resimsiz olarak tek sütunda kullanıldı.
İlk Kez Haberi Rakibe Verdim.
Üzülmüştüm. Kimsenin umurunda değildi. Dönemin meydan müdürüne gittim ve kendisine ‘alın bari bir tanesini temizleyip terminalin bir köşesinde sergileyin’ dedim, sigarasından bir duman çekip, sade “bakarız” dedi. Tabi bir şey olmadı
O dönemde gazeteci olarak Havalimanındaki rakibim rahmetli Sinan Toros’a haberi vermeyi düşündüm. Orada çürümeğe terk edilmiş bir tarih yatıyordu.
Gazetem bunu istediğim şekilde değerlendirmemişti. Ülkem insanının bunu görmeğe hakkı vardı.
Yoksa kimse ilgilenmez, bu barakalar yıkılır, uçaklar da hurdaya verilirdi.
Sonunda Sinan’a söyledim.
Sinan habere balıklama atladı ve fotoğraflarını hemen çekip gönderdi.
Haber ertesi gün Milliyette birinci sayfadan dört sütuna girdi.
Müzedeki En Kıymetli Uçak.
Haber çıkınca kıyamet koptu.
Dönem askerlerin dönemiydi. Sıkıyönetim vardı.
Meydan Komutanı Tümgeneral Ahmet Çörekçi hemen olaya el koydu ve uçakları o sıralarda açılış hazırlığı yapılan Yeşilköy’deki Hava Müzesine götürdü Müzenin açılışında gururlandığım güzel bir olay oldu.
Bizim bulduğumuz uçaklardan birisi müzenin tam ortasında özel bir muhafaza içine alınmıştı. Çünkü o Vecihi Hürkuş’un uçağı idi.
Hatta Amerikalıların bu uçak için sıfır kilometrede bir savaş uçağı vermeyi teklif ettiklerini bile duydum.
Törene katılan heyetle birlikte açılıştan sonra müzeyi gezmeğe başladık.
Açılışı dönemim hava kuvvetleri komutanı yapmıştı.
Tümgeneral Ahmet Çörekçi Paşa uçağın önüne gelindiğinde komutanına beni göstererek “Komutanım uçağı bulan gazeteci arkadaşımız da burada” dedi.
Komutanda elimi sıkarak teşekkür etti.
Uçakları aslında Rafet isminde bir arkadaşımızın bulduğunu ve benim sadece haber yaptığımı söyledim. Komutan ilgi ile dinledi ve “sizin yaptığınız işte çok önemli” dedi.
Çörekçi Paşanın daha sonra Rafet için Pan Amerikan yetkililerine bir maaş ikramiye verilmesi konusunda ricada bulunduğunu duydum.
Sevgili, Pan American Rafet Silivri’deki köyünde nur için de yat.”
Evet dostlar buraya kadar geldiğiniz için sanırım okudunuz. İşte ben özel bir haberimi böyle bence kutsal bir amaç için verdim. Hiç üzülmedim. Hatta gurur duydum.
O zaman Talat Atilla kardeşim siz de haberinizi niçin kendi internet say anızda değil de Rahmi Turan’ın köşesinde çıkmasını istediniz. Lütfen bunu açıklayın.
1-Gıd fgalaş, gıd galaş tabirinin kökeninin bilmiyorum. Anca çocukluğumuzda Adapazarı’nda oyun oynarken rakip tarafı kızdırmakve onların zor durumlarının devamı için tırnaklarımızı bir birne sürter “Gıd galaş, gıd galaş” derdik.

Faik Kaptan