“Azerbaycan’dayız. ‘Odamda kahve içelim’ dedi. Üzerinde ‘fena’ bir kıyafet vardı. Bütün güzelliğiyle karşımdaydı” Savaş kameramanı Gürsel Çelikkanat yıllar sonra anlattı

“Azerbaycan’da oteldeyiz. ‘Odamda kahve içelim’ dedi. Üzerinde ‘fena’ bir kıyafet vardı. Bütün güzelliğiyle karşımdaydı” Savaş kameramanı Gürsel Çelikkanat o anları yıllar sonra kendisine kurulan tuzağı böyle anlattı:))))))

BUGÜN PAZAR… Bİ KAHVE İÇELİM. 
Sene 1993-94 falan. Azerbaycan- Ermenistan savaşını izlemek üzere o yıllarda defalarca Bakü’ye ve oradan da cepheye; Ağdam tarafına gitmişliğimiz var. Star TV. adına gidiyoruz ve yanımda her zamanki gibi muhabir arkadaşım Yunus Şen var. Biz gazeteciler savaş bölgelerinde diğer gazetecilerle kenetleniriz, genellikle beraber hareket ederiz. İşte ve eğlencede. Savaş bu; kaçırılırsın, soyulursun, gözaltına alınırsın, vurulursun, ölürsün… Televizyonların ve gazetelerin savaş ekipleri az çok bellidir, genellikle aynı ekipler takip ederdi savaşları. Ölüm riski yanında aç- susuz kaldığımız çok olmuştur. Günlerce yıkanmadığımız da. Daha önce paylaşmıştım üzerimize bombalar yağdığını ve ölümden döndüğümüzü, isteyen buradan tekrar izleyebilir.

Bazen görüntü ve haber geçmek, dinlenmek, yıkanmak için mola verip, Bakü’ye dönerdik hep beraber. Bu sefer yeterli görüntüyü aldık, kesin dönüş için kalabalık bir Türk Gazeteci grubu döndük Bakü’ye. O dönemin en güzel oteline yerleştik. Şirket harcırah vermezdi ama iyi otellerde iyi paralar harcamamıza da ses çıkarmazlardı. Şirket bizi sıkıyordu demek haksızlık olur Özcan Bey’e (Ertuna) Genel koordinatörümüz. Çok yorulurduk ama keyfini de çıkarırdık işin. Savaş izleyen yabancı gazetecilerin on günlük risk karşılığında bir araba parası kazandığını da söylemem lazım. Neyse o başka bir yazı konusu. Otelin lobisinde dinlenirken Songül Ülkü’yü gördük, gazeteci olduğumuzu anlayınca yanımıza geldi, katıldı bize.
Eskiler hatırlar tek kanallı dönemde 1988’lerde TRT’nin efsane Perihan Abla dizisinde evin kız kardeşini oynardı. Çok masum, saf, temiz aile kızı rolü vardı. Hepimizin kız kardeşiydi. Neyse konservatuar mezunuymuş, ses sanatçısıymış aynı zamanda; Bakü’ye üç-beş program için davet edilmiş. Hep beraber sohbet ettik . İki-üç saat sonra yemekte buluşmak üzere izin aldım arkadaşlardan, odaya çıktım. Yorgunuz, açız, kirliyiz…
Bir saat sonra falan odanın telefonu çaldı, arayan Songül Ülkü: “Sizinle biraz daha konuşmak isterdim, erken kalktınız” dedi ve ekledi “müsaitseniz odama bekliyorum bir kahve ikram edeyim size.” Bir yandan konuşuyorum bir yandan da düşünüyorum bu ne demek olabilir diye.
O zamanlar 33-34 yaşlarındayım ve 4-5 yıllık evliyim. Karımı seviyorum, güzel bir evliliğimiz var. Ayrıca böyle anlık şeyler bana göre değil. Duygusalımdır, önce uzaktan sevmeliyim ve ben istemeliyim. Romantizm, müzik, ambiyans vs… Ayrıca girişken kadınlardan çekinirim, hoşlanmam.
Kadını ben tavlamalıyım. Ama yine de insan biraz havaya giriyor. Hemen banyoya gidip saçımı başımı düzelttim. Evlilikte her şey yolunda gitse bile dışardan alınan bir-iki güzel övgü, iyi geliyor insana. Yoldan çıkacağımdan değil. Neyse ön yargılı olmamak lazım belki kadın benden klip çekmemi, yönetmenlik yapmamı falan bekliyordur veya başka bir konuda bir şey soracaktır. Belki de utanacağım bu fesat düşüncelerimden.
Çok ısrarcı oldu ve sonuçta gittim odasına.

Yanılmamışım!
Üzerinde iş görüşmesine uygun olmayan bir kıyafet vardı. Bütün güzelliğiyle karşımda oturuyordu.
Sağdan soldan konuşuyoruz ama vicdanım beni zorluyor. Pişman oldum geldiğime. On-on beş dakika olmuştur, oturduğum koltuktan hiç kalkmadım ve bir şey yapmadım.
Daraldım, odadan çıkmak istiyorum, bir yandan da kadının “ne salak şeye çattık” diye düşünmesini de istemiyorum. Erkeklik gururumu koruyarak, karizmayı çizdirmeden ayrılmam lazım. Bir yandan da içime sinmeyen başka şeyler var. Havadaki kokuyu alırım, sezgilerime güvenirim. Bir tuhaflık var.
Tam o anda baaaamm, güüüüm diye odanın kapısı tekme tokat açıldı. “Laaaann n’oluyor burdaaa…” haykırışları. Anaaa içeriye bizim gazeteci arkadaşlardan üçü-dördü girdi. Haaa şimdi anlaşıldı. Bunlar ben odaya çıkınca lobide tezgah kurmuşlar. Kadın beni baştan çıkaracak ve arkadaşlarım!  Songül Ülkü’nün kıynaşık bıraktığı oda kapısından odayı basacaklar. Ben elimde fanila ve külotla yüzümü kapatmaya çalışacağım. Vaaayy benim arkadaşlarım!!  Beni hiç tanımamışsınız. Bu suikast girişiminden alnımın akıyla çıktım, kimseye malzeme çıkmadı. Olaya karışan gazetecilerin hepsi bu paylaştığım fotoğraflarda var. (Üç kişinin organize ettiği bir kumpastı) Kocanla gurur duyabilirsin karıcığım.(Sonra boşandık; karşılıklı sadakat tek başına yeterli değilmiş, insanın hayata bakışı da değişiyor zamanla)

Asıl bomba havaalanında patladı! Bir gün sonra Yunus ve Ben dönüş için Bakü havaalanındayız. Muhtemelen bir perşembe günüydü. Konuyla ilgisi yok ama içimde bir yaradır “Bakü Perşembesi”. O yıllarda Bakü-İstanbul uçuşları haftada bir ve perşembe günleri olurdu.
Biz savaşta bir ay çalışan ve yorulan gazeteciler merkezin ağzına bakardık “Hadi dönün” demeleri için. Onlarda bize “reytingleri patlattınız biraz daha kalın” diye gaz verirlerdi.
Yani bir perşembe günü uçamamak en az bir hafta daha kalacağımız anlamına gelirdi. Neyse konumuza gelelim. Valizleri uçağa verdik pasaport polis konrolünden geçtik, camlı bölmenin uçağa yakın tarafındayız. Geriye bir baktım camlı bölmenin diğer tarafında Songül Ülkü; gözleri dolu dolu bana el sallıyor. Yine ne var? Bi rahat bırak be kadın!

Gözlerimi kıstım iyice baktım, kadın hüngür hüngür ağlıyor ve eliyle beni çağırıyor, diğer tarafa. Herkes bana bakıyor, birden ilgi merkezi oldum. Havalı, mağrur adımlarla polis kontrolünün öte tarafına geçtim izin alarak. Yaaa diyorum içimden; “buldun yakışıklı, dik duran sadık erkeği bırakmazsın tabii ki. Kaçan kovalanır, her istediğin erkeği elde edemezsin güzelim!” Buyrun dedim yine kahve mi içeceğiz? Bir yandan ağlıyor bir yandan anlatıyor “Bana bir haftalık Azerbaycan vizesi vermişler, vizenin tarihi dün dolmuş. Şimdi fark ettim, uçmama izin vermiyorlar, burada kaldım valizimi de uçağa vermiştim onu da alamıyorum.
Üzerinde adım yazıyor, ne olursun İstanbul’da sen alabilir misin? Kadını teskin ettim, merak etmeyin dedim. İstanbul’da valizini aldım, arabamın bagajına attım. Eşek ölüsü gibi! Bir kadının; hem de sahneye çıkan bir kadının, tek valizi. Düşünün artık. Eve geldim hanıma her şeyi anlattım. Ben böyle bir halt ettim, odasına gittim bu valiz de böyle böyle.
Sonuçta bir hafta-on gün sonra Songül Ülkü Star Tv. telefonumdan aradı. “Gürsel Bey valizimi Levent’e eve getirebilir misiniz? Bir de kahve içeriz” dedi. İlla bir kahve içirecek  Hanıma anlattım yine olgun davrandı. “Gelsin bizden alsın” demedi, “Ben de geleyim kapıdan ver gel” demedi.
Kadının mahremiyetine saygı duyup valizinin fermuarını on santim bile açmadım.
Düşünsenize, beni bu sefer de kurye olarak kullanmış olabilir.
Ben de tahmin ettiğiniz gibi, valizi içeri bile girmeden kapıdan verdim, çıktım.