Ana baba ayrı ikizim Oktay Kurtböke’yi yazmalıyım.. Orhan Erinç ağabey yazdı

Ana baba ayrı ikizim Oktay Kurtböke’nin aramızdan ayrılışı nedeniyle bir anma yazısı yazmaya niyetlendim. Nasıl bir yanılgıysa aklımda şubat ayı diye kalmış. Oysa 1 Kasım 1990’da sonsuzluğa uğurlamışız.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti değerbilirlik geleneğini sürdürerek 2016 yılında “Meslekte İz Bırakanlar“ dizisinin 17’nci bölümünde Oktay’ı anmış. Basın Müzesi’nde düzenlenen etkinlikte ben de konuşmuşum ama unutmuş olmalıyım.
Ana baba ayrı ikizim deme nedenini de baştan söyleyeyim. İkimiz de 4 Ocak 1936’da doğmuşuz.
***
Arada o yılların Haber Gazetesi’ne uğrardım. Yazı işleri müdürlerinden Oktay Kurtböke, çalışma yöntemi ve üslubuyla dikkatimi çekmişti. Bir süre sonra editörlerimizden Oğuz Şeren, Cumhuriyet’ten ayrıldı. Önce Oktay’ın nabzını yoklayıp olurunu aldım. Sonra Genel Yayın Yönetmenimiz Ecvet Güresin’e önerdim. Ecvet Ağabey, Oktay’ı davet edip görüştü. Ve Oktay da 1967 yılında Cumhuriyet Ailesi’ne katıldı.
Ankara’da gazeteciliğe spor servisinde başlamış olmasının verdiği yetkinlik, 1968 Olimpiyatları sırasında kendisini gösterdi. Çizdiği spor
sayfaları ve attığı başlıklar yıldızının parlamasının yolunu açtı.
***
12 Mart 1971 Ara ve Kara Rejimi sırasında tezgahlanan yönetim değişikliği sırasında Nadir Bey’le birlikte Cumhuriyet’ten ayrılanlar arasına katılmış, 1972 Temmuzunda da genel yayın yönetmeni olarak dönmüştü.
Yazı işleri müdürlüğü dönemini İlhan Ağabey’i anarken anlatacağım.
Genel Yayın Yönetmeni iken haberlerin heyecan yaratmadığı kimi
günlerin öğle vakitleri Kumkapı’da Kör Agop’un balıkçı meyhanesine kaçardık.
Gazete hazırlanacağı için birer tekle yetinirdik.
Oktay’ın şekeri vardı ama bütün çabamıza karşın “Rakı ve balıktan sonra kaymaklı ekmek kadayıfı iyi gider” ısrarını hem de kahkahayı basarak yinelemesini engelleyemez, soluğu aynı sıradaki tatlıcıda alırdık.
Gazeteye dönünce sıra kahveye geldiğinde bu kez kahkaha atma sırası bize gelirdi. Çünkü bu kez de dediği şöyleydi “Çocuklar biliyorsunuz benim şekerim var. Kahvem sade olsun.”
***
Şekerinin de payı olsa gerek, karşılaştığı kimi durumlar nedeniyle tepesi atar odasındaki raflara dizdiği kitaplardan kendisine ait olanları yanına alır, gazeteye ait olanları da Arşiv’e gönderip kaybolurdu. Nadir Bey’in odası, Oktay’ın odasının yanındaydı. Geçerken gördüğü değişiklikten Oktay’ın gittiğini anlardı. Böyle durumlarda odacısı Hasan Nadi ( Yanardağlar ) gelir “Orhan Bey Ağa seni ünnüyo” diye Nadir Bey’in çağırdığını duyururdu. Konuşmamız klasikleşmişti.
-Orhan, Oktay niye gitti?
-Ben de bilmiyorum efendim. Bana da bir şey söylemedi.
Oktay’ın son gidişi 1981 yılı mart ayında oldu. İdare yönetimi ile gazetede sözü geçen yazarlar, Oktay’ı gözden çıkarmış gibiydiler. Oktay yine odasını toplamış gitmişti. Ancak Nadir Bey olanları sezmiş gibiydi. Belki de “Kullanılıyor muyum?” kuşkusuna kapılmıştı. Bunu ,soruş şeklini değiştirmesinden anladım.
-Orhan, sen söylemezsin ama Allah aşkına söyle. Oktay niye gitti?
-Bana da bir şey söylemedi efendim.
Oktay bu kez emekliliğini isteyerek ayrıldı.
Genel yayın yönetmenliği boşalmıştı.
Kimi arkadaşlar beni de adayların arasına kattılar.
Arkadaşları “Nadir Bey ‘Allah aşkına söyle’ dediği kişiyi kendisine vekil yapar mı?” diye uyarmama karşın engelleyemedim.
Gazetede gergin bir hava oluştu. Nadir Bey’in yeni genel yayın yönetmenini açıkladığı toplantıda yöntemden rahatsızlık duyduğumdan ayrılacağımı belirttim. Ancak ortamın yatışması için iki ay kadar bekleyip 26 Mayıs 1981’de ben de emekli olarak Cumhuriyet’ten ayrıldım. İşim gücüm garanti değildi ama ilkelerim öyle yapmam gerektiğini emrediyordu.
***
Oktay, Hürriyet Gazetesi’nde üst düzey danışmanlık görevine getirilmişti. Arada buluşup konuşuyorduk. Bir keresinde kendisine bir günlük gazete çıkarma önerisinde bulunulduğunu, Hürriyet yazı işlerinin de gazeteye yardım etme sözü verdiklerini söyledi. Oktay’ın çıkaracağı gazetenin yayın politikasını bildiğim için “Aman kabul etme. Hürriyet yazı işleri kendi attığı başlığın tersini atan bir gazeteye yardım etmez” diye uyardım.
Birkaç gün sonra konuştuğumuzda bir toplantıda emrivaki ile karşılaştığını ve kabul etmek zorunda kaldığını söyledi. Hürgün Gazetesi böyle doğdu. (16 Eylül 1985) Yazı işleri kadrosu çok güçlüydü.
Cumhuriyet’ten ayrılan Müfit Alaçalı ile Turhan Ilgaz da görevdeydiler. Duyduğumda yadırgadığımı söylemeliyim. Çünkü iki arkadaşın da Cumhuriyet’te Oktay’la yıldızları barışmamıştı.
Hürgün’ün 40’ıncı günü olmalı. Oktay’dan bir telefon: ‘“Orhan, sana ihtiyacım var.” İkizime hayır deme olanağım yoktu ki.
Gittim, masanın bir yanına oturdum. Yardıma başladım. Hürriyet’ten gelen haber ve magazinler “tırışkadan mambo” diye tanımlanan türdendi.
Hürgün, Hürriyet’ten önce baskıya girerdi.
Ben de gazeteye ,Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden çıktıktan sonra akşam üstü giderdim. Genel Sekreterdim ama yaşım nedeniyle gazetecilikten kopmamak için profesyonelliği kabul etmemiştim. İyi yapmışım. 1990’da genel sekreterlikten ayrıldıktan sonra 28 yıl gazetecilik yaptım.
Bir gün baktım ki yazı işlerinde ikimiz kalmışız. Ben haberleri okuyup başlık atıyorum. Oktay da harflerin büyüklüğünü belirleyip sayfaya yerleştiriyor.
Böyle gidemeyeceği için de yanlış anımsamıyorsam 49’uncu sayıda (3 Kasım 1985) kapandı. Emekleri geçenlere selam olsun.
Ben ayrıldım, Oktay yeniden danışmanlığa döndü.
***
Oktay’la Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetim kurulunda birlikte olduk.
Cumhuriyet ve Hürriyet gazeteleriyle İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda genç gazetecilerin yetişmesinde çok büyük emeği geçmiştir.
***
Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken güreşçiliğinden dolayı takma adı
“Pehlivan” mış. Bu yakınlığı nedeniyle Sadettin Tantan’ın güreş federasyonu başkanlığı döneminde yardımcılığını (1991-1993) üstlendi.
Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin ardından İlhan Ağabey beni genel yayın danışmanı olarak 15 Şubat 1993’de Cumhuriyet’e çağırdı. Bir süre sonra Oktay da döndü. Eski günlerin neşesini, hastalığının ara ara şiddetlenmesi yüzünden pek yaşayamadık ama yeniden birlikte olmanın ayrı bir tadı vardı. Ruhu şad olsun.
XXX

Fotoğraf çekileli neredeyse 45 yıl olmuş…

Orhan Erinç