O BİZİM ÇETİN ABİMİZ
THY konusunda ne zaman başımız sıkışsa onu arardık. Hiçbir zaman telefonlarımıza çıkmamazlık yapmaz, elinden geldiğince yardımcı olurdu.
Çetin Özbey abimiz bu kez köşesinde beni yazmış. Yakın tarihte çıkardığım kitabımdan övgüyle bahsetmiş. Sağolsun.
Airport Haber sitesinde ki köşe yazısında kitaptan bir bölümü aldığı gibi bir de kendi başına gelen apronda yaşadığı ilginç köfte partisini eklemiş.
İşte ben de o partiye katılan ailenin aprona geçip mangal yaktığı tel örgüde açılan deliği o tarihte çekmiştim. Bu fotoğrafta ona sürpriz olsun.
Çetin Ağabey benim bölümüme geçmeden kurumlarda ki, özellikle THY’deki “Sadakat Yönetimi” konusunu çok güzel analiz etmiş.
Sonuç olarak da, şirketin tüm çalışanlarının “Sadakat Yönetimi” personeliymiş gibi çalışması gerektiğini vurgulamış.
Çetin Özbey 1971 yılında Türk Hava Yollarında Yolcu Trafik memuru olarak işe başladı.
Organizasyonda mevcut sıralı unvanların hepsinde çalıştı.
1995 yılında İkram Başkanlığı görevinden emekli oldu.
Havaş’ın yaşadığı grev döneminde, IK Genel Müdür Yardımcısı olarak çalıştı.
Havaş’tan ayrılmasını takiben Çelebi’ de Koordinatör olarak görev yaptı.
1998 yılında aldığı çağrı üzerine tekrar Türk Hava Yollarına Genel Müdür Danışmanı olarak döndü.
Kısa bir süre sonra THY Yer İşletme Genel Müdür Yardımcılığı görevine atandı.
Bu görevdeyken Türk Hava Yollarının Swissair ile yaptığı Qualiflyer Alliance işbirliğine karşı çıktı.
Türk Hava Yolları’nın A Grubu Yer Hizmeti ruhsatı alması konusundaki çalışmalarına öncülük etti.
Bir anlamda şimdi ki ( Turkish Ground Services ) TGS’ nin temelini atılmasında önemli rol oynadı.
Sevgili şirketinin bu ruhsat ile hizmet vermeye başlamasından birkaç gün önce iş akdi feshedildi.
2004 yılında Çelebi’ ye geri döndü. Kurumsal İletişim Direktörü olarak 4 seneyi aşkın bir süre Çelebi Holding’de çalıştı.
Daha sonra kendi tabiri ile Radyatör, Regülatör, Transformatör ünvanları ile Çelebi’deki görevini sürdürdü. Özbey, 24 Nisan 2013 günü Çelebi’ deki görevini noktaladı.
Yani ömrü havacılıkla geçti.
Sağlıklı ve huzurlu bir ömür diliyorum.
İşte bugün köşesinde çıkan o yazı:
“ATATÜRK HAVALİMANINDA 40 YIL
Faik Kaptan kardeşimiz yazdı bu kitabı.
Evet, 47 senelik mesleğinin 40 yılı Atatürk Hava Limanında geçti. Kitaptaki anlatımlar o havayı koklamış ve orada yaşamış olanlara çok başka gelecektir.
Okumaktan çok büyük zevk aldım.
Evet; 1978’ de 15 günlük geçici görevle geldi Yeşilköy’e. Ve de 40 sene bizim muhitte çakıldı kaldı. Mesleğindeki dürüstlüğü ve titizliği bir tarafa iyi bir dost ve iyi bir arkadaştı.
Üzgünüm ki kitap satılmıyor.
Uzun ömürler diliyor sağlık temennilerimle kitabında yer alan bir konuyu müsaadeleri ile sizlerle paylaşıyorum.
Pan American Rafet: Atatürk Hava Limanında bir Rafet vardı. Soyadı Yanardağ.
Ama herkes onu Pan American Rafet diye bilirdi.
Her yerde karşınıza çıkardı. Neşeli, şakacı, konuşurken insanın içini ısıtan bir kişilikti.
Pan American şirketinde daha sonra da Delta Havayollarında uzun süre çalıştı.
Pan American uçağı İstanbul’ a her gün gelirdi.
1 ve 2 numara olarak adlandırılırdı.
1 numara New york İstanbul yapar, İstanbul’ dan Uzak Doğuya giderdi..
2 numara ise ertesi gün Uzak Doğudan İstanbul’ a gelir buradan da New York’ a dönerdi.
O zamanların en büyük uçağı olan Boeing 747-400 tipi Jumbo uçağı küçük bir dünya turu yapardı.
Pan American Rafet’in yardımsever bir kişiliği vardı.
Hatta Amerikalı bir kadının uçağa yüklenirken apronda kaçan köpeğini bir hafta aramış sonunda Yeşilköy’ de bulmuştu.
Köpeği bulduğunu Amerika’ya bildirmiş, 15 gün bakmış, kadın 15 gün sonra gelip kuru bir teşekkürle köpeği Rafet’ten almıştı.
Yeşilköy Havalimanının eski bir çalışanı olan Rafet, işe bisikleti ile geldiği ve yolda kurt saldırısına uğrarım korkusu ile omzunda çifte av tüfeği taşıdığı dönemi anlatırdı.
Rafet bir gün Yeşilköy Havalimanı Dış Hatlar binasındaki ofisime geldi.
O ünlü Trakya şivesi ile “Faik be yaaa… Kulenin yanındaki o eski barakalardan birinde eski uçaklar var” dedi.
Dediği yer eski DHMI Genel Müdürü ve müsteşar Yardımcısı Orhan Birdal’ ın “gecekondu mahallesi” adını taktığı yerdi.
O bölgede üç veya dört baraka vardı. Rafet’e ”hadi gidip bakalım” dedim.
1959 Model Beyaz Chevrolet: Rafet’in apronda dolaştığı ve uçaklara gidip geldiği 1959 Model uzun kuyruklu beyaz bir Amerikan Chevrolet otomobili vardı.
Bindik ve barakaların olduğu yere gittik.
Otların arasından geçip malum barakayı çeviren tenekeleri aralayınca içeride 3-4 eski uçak gördük. Ancak tenekeler o kadar paslı ve eskiydi ki bir türlü açamadık.
Tekrar geri dönüp Rafet’in deposundan keski ve levye alıp geri geldik.
Zorlukla tenekeleri kesip içeri girdik.
İçeride bir tarih yatıyordu. Bol bol fotoğraf çektim.
Meydan Müdürlüğü oradaki uçaklardan habersizdi.
Eski teknisyenlere sordum. Muhtemelen Vecihi Hürkuş’un uçakları olabileceğini söylediler.
Ben de bölüm pörçük bilgilerle haberi yazıp Hürriyet merkeze gönderdim.
Aradan bir hafta geçti. Haber bir türlü kullanılmıyordu.
Sonunda Şef’e telefon edip haberin akıbetini sordum. Her halde kullanılmayacak dedi. Israrım üzerine arka sayfalardan bir yerde resimsiz olarak tek sütunda kullanıldı.
İlk Kez Haberi Rakibe Verdim.
Üzülmüştüm.
O dönemde gazeteci olarak Havalimanındaki rakibim rahmetli Sinan Toros’a haberi vermeyi düşündüm. Orada çürümeğe terk edilmiş bir tarih yatıyordu.
Gazetem bunu istediğim şekilde değerlendirmemişti. Ülkem insanının bunu görmeğe hakkı vardı.
Yoksa kimse ilgilenmez, bu barakalar yıkılır, uçaklar da hurdaya verilirdi.
Sonunda Sinan’a söyledim.
Sinan habere balıklama atladı ve fotoğraflarını hemen çekip gönderdi.
Haber ertesi gün Milliyette birinci sayfadan dört sütuna girdi.
Müzedeki En Kıymetli Uçak.
Haber çıkınca kıyamet koptu.
Dönem askerlerin dönemiydi.
Meydan Komutanı Tümgeneral Ahmet Çörekçi hemen olaya el koydu ve uçakları o sıralarda açılış hazırlığı yapılan Yeşilköy’deki Hava Müzesine götürdü Müzenin açılışında gururlandığım güzel bir olay oldu.
Bizim bulduğumuz uçaklardan birisi müzenin tam ortasında özel bir muhafaza içine alınmıştı.
Hatta Amerikalıların bu uçak için sıfır kilometrede bir savaş uçağı vermeyi teklif ettiklerini bile duydum.
Törene katılan heyetle birlikte açılıştan sonra müzeyi gezmeğe başladık.
Açılışı dönemim hava kuvvetleri komutanı yapmıştı.
Tümgeneral Ahmet Çörekçi Paşa uçağın önüne gelindiğinde komutanına beni göstererek “Komutanım uçağı bulan gazeteci arkadaşımız da burada” dedi.
Komutanda elimi sıkarak teşekkür etti.
Uçakları aslında Rafet isminde bir arkadaşımızın bulduğunu ve benim sadece haber yaptığımı söyledim. Komutan ilgi ile dinledi ve “sizin yaptığınız işte çok önemli” dedi.
Çörekçi Paşanın daha sonra Rafet için Pan Amerikan yetkililerine bir maaş ikramiye verilmesi konusunda ricada bulunduğunu duydum.
Sevgili, Pan American Rafet Silivri’deki köyünde nur için de yat.
HAVALİMANINDA BİR UÇAĞIN KANATLARI ALTINDA MANGAL YAKANLAR:
Faik’in bu anısı aklıma bir yaşanmışı getirdi.
Charter’dan ayrılmıştım.
Asker şehir izninde kıtaya erken dönüp izninin bir kısmını orada geçirirmiş ya. İşte o hesap.
Charter’da yeni ayrılmıştım. Ama fırsat buldukça eski arkadaşlarımın yanına gidiyor ve onlarla sohbet ediyor vakit geçiriyordum.
Bir gün Charter’a apron kapısından girerken kulenin arka tarafında Yeşilköy – Florya yoluna yakın bir konumda bulunan kal edilmiş uçaklardan bir duman çıktığını gördüm.
Bu uçaklar operasyonu durdurmuş olan bir havayoluna aitti. Biri B 727 tipi bir uçaktı. Ve de camları dâhil bazı parçaları sökülmüştü. Aslında uçak bayağı hafiflemişti.
Havalimanının bitirimlerinden birinin evinde bu uçağın bir koltuğu dekoratif malzeme olarak kullanılmıştı. Bu bilgiyi teyit ettirmek için iki gün önce aradığım bir büyüğümüz bu uçakların tahkikat konusu olduğunu vb.. şeyler anlattı.
Her ne ise, hemen charter’daki arkadaşlara haber verdim.
Atladık 52 plaka no.lu Dodge arabaya ve gittik oraya.
Ne görelim? Sekiz on kişilik 2 aile uçakların altında oturmuş piknik yapıyorlardı.
Bu arada mangal kıvamına gelmişti. Yani duman azalmıştı.
Yakalarımızda apron kartını gören piknikçiler, izahat verme gereği hissettiler.
Tel örgülerden geçecek kadar küçük bir delik açıp oradan girmişler.
Meğer bu ilk piknikleri değilmiş.
Kimse kendileri ile ilgilenmeyince bu kez mangal da getirmişler. Tabii hanım ve çocukları da.
Her ne ise oturduk bizde köfte ekmek vb. yedik birlikte. On, on beş dakika sonra ayrıldık.
Geri dönerken arkadaşlarımızdan biri emniyete haber vermemiz gerektiğini söyledi.
İyi de otur adamların ikramını kabul et ve sonra dön onları ispiyonla. Olacak şey değildi.
Havalimanı Emniyet Koruma Şube Müdürlüğüne insanlar orayı terk ettikten sonra tel örgüdeki hasarı haber verme kararı verdik.
Bir arkadaşımız gözlemleyecek ve pikniği sonlandığını bize bildirecekti.
Daha sonra emniyete haber verme görevi ise benimdi.
Bu bildirim bir türlü gelmedi.
Ben aradım arkadaşları “bu piknik halen devam ediyor mu?” diye sordum.
Evet; şimdi jandarma orada ve onlarda köfte yiyor cevabını aldım.
Daha sonra, hanımlar ve çocuklar serbest bırakılmış aile reisleri emniyete götürülerek ifadeleri alınmış ve de havalimanında uçuş görevi verilmek üzere yatmakta olan uçakların boş güvenlik aramaları tekrar yapılmış ve bu uçaklar kalkana kadar iki ailenin reisi emniyette alıkonulmuş ve de park halindeki son uçağın kalkmasını takip eden 2-3 saat sonra uçağın varış noktasına inişini takiben salıverilmişler.
Nasıl bırakıldılar diye sorarsanız, 8-19 kişilik bir grubun elini kolunu sallayarak tel örgü kesip havalimanı sahasına girebilmesinin her ne kadar o dönemde terör olayları yok’a yakın derecedeyse de yine de güvenlik açısından çok büyük sorumluluğu vardı ve herhangi bir olay vuku bulmadığı için ilgili kurumun / kurumların bu sorumluluğu üstlenmek istememesi bizim piknikçileri serbest kıldı diye düşünmüştük.. Grup iki aileden oluşuyordu galiba, hangisinin eşinin marifetiydi bilemiyorum ama doğrusu köfteler enfesti.”