Dilleri olsa da konuşsalar!.. Hürriyet için en acı anlardan biriydi.. Cemil Özyıldırım yazdı

Baba Simavi; “Matbaamda, kağıdımda 1 kuruşluk yabancı sermaye yok!”
Oğul Simavi; “İnsan Hürriyetini satar mı? Satmaz!..”

Dilleri olsa da konuşsalar !..

Bir tarihi yansıtan binanın yıkılması, ahşap mimari örneği olan bir evin yanıp kül olması, bir koleksiyonun bozulması her insanın içini ne kadar sızlatıyorsa, Hürriyet Gazetesi’nin Babıali’den taşınırken dış cephedeki rölyeflerin sökülmesi de, gazetecilik mesleğine gönül verenlerin yüreklerini o kadar sızlatmıştı. Hürriyet 1994’de işadamı Aydın Doğan’a satılmış, Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın Sultanahmet ve çevresini turizm mekanı haline getirme projesi ile, gazeteler Babıali’den taşınmaya başlamıştı. Hürriyet, İkitelli’de mimar Aydın Boysan’a yaptırdığı Medya Tovvers’a taşınıyordu. Bu taşınma sırasında dış cephedeki rölyef de sökülerek Hürriyet’in yeni binasına taşındı. Rölyefteki insan figürlerinin ‘’Dilleri olsa da konuşsa’’ diyenler haklıydı. Kimbilir bu işlem sırasında ne kadar acı çekmişler, neler söylemek istemişlerdi. Aynı acıyı duyan, o binada ömür tüketmiş, yıllarını vermiş Hürriyetçiler dile getiriyor ve ’’ Bu bir sonun başlangıcıdır. Artık Hürriyetimizi kaybettik’’diyorlardı.

Tunçtan yapılan ve dev bir tablo olarak işlenen o rölyef, Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu Sedat Simavi’nin fikri ve mirası idi. 1948 yılında Acı Musluk adı ile bilinen, daha sonraları Cemal Nadir adı verilen sokaktaki iki katlı binada, Hürriyet Gazetesi’nin temellerini atan Sedat Simavi, ‘’Bu dar binaya artık sığamıyoruz. Hürriyet’e yakışır bir bina gerekli’’ diyerek 1950’de Ankara Caddesi üzerinde yeni bir binanın temelini attı. Cenevre’de görüp çok beğendiği sigorta binasının bir benzerini istiyordu. Bu binanın resimlerini çektirdi, çizimlerine bizzat nezaret etti. Bina inşaat halinde iken, dış cephede bir anlamı ve anlatımı olmasını istediği, figürleri tasarladı. Cumhuriyet’in önemli heykeltıraşlarından Hüseyin Anka Özkan’a fikrini açıkladı. Düşünceleri şöyle idi.

‘’Biz Hürriyet ile karanlıkları aydınlatacağız. Buna çalışacağız. Bu aydınlık, sulh, sükun ve özgürlüğün ifadesi olacak. Aydınlığa ilerleyen ile aydınlığı seçmeye çalışan halktan çocuk, genç, kadın, erkek figürleri ile düşüncelerimizin nakledilmesini istiyorum’’.

Sedat Simavi, Hürriyet binasının tamamlanmasına az bir süre kala, hizmete açılışını göremeden, 11 Aralık 1953’de vefat etti. Ancak heykeltıraş Hüseyin Anka Özkan, Simavi’nin istediği rölyefi tamamlamış, Hürriyet binasının dış cephesine monte edilmişti. Bu rölyefin hikayesini, Hürriyet Gazetesinin uzun süre Arşiv Müdürlüğünü yapan araştırmacı-yazar rahmetli Muzaffer Gökman, 1970 yılında basılan “Sedat Simavi. Hayatı ve Eserleri” kitabında şöyle anlatıyordu:

“Bâbı-Ali Caddesi’ndeki Hürriyet Gazetesi binası önünden geçenler bir kabartmayı (rölyef) daima merakla seyrederler. Bazı okuyucular bu kabartmanın taşıdığı manayı sık-sık sorup öğrenmek isterler. Tunçtan yapılan bu kabartmanın fikri, Sedat Simavi’nindir. Eseri heykeltıraş Hüseyin Anka yapmıştır. Manası (Karanlıklardan aydınlığa)dır. Ortadaki genç kadın ve erkek aydınlığı temsil etmektedir. Kadın, sağ eliyle karanlıkta kalanlara uzattığı tastan, alevli ışık saçmaktadır. Karanlık gruptan çocuk ve onun yanındaki erkek, ışığa yönelmişlerdir. Arkadaki üç kişi henüz kararsızdır. Sağ taraftakiler, aydınlıkta olanlardır. Oturan kadın kültürü, ortadaki genç çalışmayı, kadın ve çocuk ise sulh ve sükûnu temsil etmektedir. İşte bizim rölyefin anlamı budur’’.

Heykeltıraş Hüseyin Anka Özkan’ı da bu noktada unutmamak gerekiyor. Onu da anlatalım:

‘’1909-2001 yılları arasında yaşayan Cumhuriyet’in ilk kuşak heykeltıraşlarından olan Özkan en çok, Anıtkabir’in girişindeki kadın-erkek heykel grupları ve aslanların, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki ( DTCF) Mimar Sinan heykelleriyle tanınmıştır. Tarzının dışında olsa da, Gümüşsuyu Parkı’nda bir ara tahribata uğrayan 1973 de yaptığı “Yankı” heykeli de ona aittir. Rahmetli Sakıp Sabancı ile bir diyalogu da çok anlatılır. Sabancı,Emirgân’daki Atlı Köşk için atölyesi de Emirgân’da olan Hüseyin Anka Özkan’dan bir ön çalışma yapmasını ister. Özkan masrafları hesaplayıp getirince, Sakıp Bey “Yahu bu atın canlısı ne kadar ki?” diye şaka yollu isyan eder. Hüseyin Anka da bu şakaya, şu şaka ile karşılık verir:
-Sakıp Bey, o zaman bahçeye canlı at koyun !..
———————–
NOT: Bu tarihi resimleri çeken değerli ağabeyim hattat-kaligraf Etem Çalışkan’a, teşekkür ederim

Cemil Özyıldırım