“Yine dellendim.. 7 Kemal Kınacı beni arıyor…” Değme köşe yazarlarından daha şahane kalemi olan adam yazdı

Yine dellendim 7

Kemal Kınacı beni arıyor

TAN-Günaydın gazetelerinde 3.5 yıl çalıştım, adeta okul gibiydi. Genel Müdür Kemal Kınacı’nın odası birinci katın hemen ucunda, merdivenlerin başında, kapı sürekli açık. İnip çıkarken kapıya bakmadığı anı kollayıp inip çıkıyoruz, sankim askeri yönetim, o kadar sert bir kişilik.

Bir gün sabah gazeteye gideceğim, ev Bakırköy sahilde otobüs durağına gittim. O dönemler sahil yolunda yeni başlayan bir uygulama var. Trafik sabah Sirkeci yönüne iki yön, akşam terse Yeşilköy yönüne iki yön verilmeye başlandı. Durakta beklerken Bakırköy yönünden eşofmanlı bir adamı sabah koşusu yaparken gözüme ilişti, kısa süre sonra ciyak uzun fren sesi ve bir baktım az önceki adam 10 metre havada.
Uçtu ve kendisine çarpan aracın ön camına çakılıp yere düştü. Çift yön yüzünden karıştırdığı için ikinci yola yine sağa bakarak geçince araç çarptı.

Koştuk, adam ağır yaralı, hemen çarpan aracın arka koltuğuna koyduk. Çarpan kişi, ‘Ben araç kullanamam, biriniz kullanın’ deyince ortalık çil yavrusu gibi dağıldı. Kimse başı belaya girmesin diye araca geçmiyor, adam kan kaybediyor ölecek. Bin deyip geçtim direksiyona. Ön cam patlak, sol köşeden az yolu görüyorum. Yeni de ehliyet almışım, flaşörleri yakıp topukladım, kaza nedeniyle yönüm zaten boş, 2 dakikada Yedikule’ye geldim. Adam arkada inliyor ve koltuktan araya düştü. Ben hem gidiyorum hem amca bak sana çarpan ben değilim haa diyorum iyi mi !…

Sahilden sola Yedikule yoluna sapıp Topkapı’ya oradan Çapa Acile. Çarpan kişi sağımda tutamağı tutarak, biraz yavaş gitsek derken, adam inledikçe ben köklüyorum. Yolda çarpan şahıs kendisinin Çapa’da hoca olduğunu oraya gitmemizi söyledi, yani doktor çıktı, hatta adam Profesör.Acile giriş yaptım, hoca çıkar çıkmaz millet seferber, hemen sedyeye yaralı alındı, direk ameliyata. Ben aracı park edip, anahtarı teslim etmeye geldim, polis kapıda içeri almıyor. Kardeşim aracın anahtarını verecem. Öyle mi, şahsa sen çarptın demek?. Buyur buradan yak.

Yahu ben çarpmadım aracı kullandım, yaralıyı getirdim, çarpan şahıs içeride, anahtarını vericem. İnanmıyor. Yahu aç kapıyı gel görürsün dedim ve girdim içeri, polis arkamda. Hocayı buldum elleri kanlı, yaralı ameliyata alınmış. Bak mevzu bu, polis ensemde. Tamam ben çarptım genç yardım etti dedi ve bana teşekkür etti. Çıkıp gazeteye gittim. Aradan bir ay geçti, gazeteye gittiğim bir gün, ‘Seni Kemal Kınacı arıyor’ Hee cık cık, ter bastı. La beni Kemal Kınacı tanımaz var bir bokluk, niye arasın?. ‘Bana Genco’yu bulun’ demiş. Ulan taşra teşkilatına kadar 800 kişi çalışıyor, personel servisi bu değildir deyip çalışanların isim listesini taramış. Yok başka Genco. Sonunda bana geliyorlar, galiba seni arıyor git diye.

Yeminle ter bastı.

Kış aylarındayız, yeminle ter içinde kaldım. Bir gün tam gaz merdivenden çıkarken ikişer üçer basamak tırmanıyorum, Haldun Simavi’ye çarptım, tanımıyorum, pardon deyip devam ettim Haldun Simavi’den çok, Kemal Kınacı’dan tırsıyoruz, adam hiç gülmüyor birader. Gittim zaten kapı açık, girdim, baktı buyur dedi. Ben Genco beni arıyormuşsunuz dedim, alnımda ter damlacıkları. ‘Hah evladım senmisin. Bir ay kadar önce bir trafik kazasına şahit olmuşsun’?. Evet, kimse ilgilenmeyince müdahale edip yardım etmişsin, hastayı Çapaya götürmüşsün’?. Evet, ‘İşte o kazayı yapan Profesör benim aile dostum ve sana teşekkür etmemi söyledi’. Ohh bee, serinlik geldi, adam beni teşekkür için aratmış.

Neyse bir iki ay daha geçti, Bakırköy adliyesinde ikinci kata çıktım, haber peşindeyim. O da ne? Kaza geçiren adam karşımda sapa sağlam. Hemen yanıma geldi teşekkür etti, muhabbet ettik. Adam kısa sürede iyileşmiş, hasar yok. Çarpan hoca Çapa’nın Göz Klinik şefiymiş, geceli gündüzlü bakılmış, tedavi süper yani. Adliyeye duruşmaya gelmiş, şikayetçi olmasa da çarpan hoca hakkında prosedür gereği yaralamalı trafik kazası olduğu için Kamu Davası açılmış, sonra takip etmedim dava düşmüştür.

Bobinlerin üzerinden karanlık odaya

Gazeteye akşamları gider kapıdan girer, sola dönüp matbaaya girer, gazete bobinlerinin üzerine çıkıp atlayarak geçer, demir merdivenlere ulaşır, karanlık odaya çıkıp 36 karelik dia pozitif filmleri veya parça filmleri banyoya verip, tekrar aynı güzergahı takip ederek, girişe ulaşıp, tekrar merdivenleri arşınlayıp çatı katındaki Tan’a ulaşır, sonraki yıllarda ikinci kata inmiştik, haberleri yazar, bir saat sonra filmi banyodan alıp, haberin ardına veya sayfaya yapıştırıp, tek tek resim altlarını yazardık. Başlık, spot, haber ve resim altı ve fotoğraflar. Lup’la fotoğrafları tek tek incelerdik. Tüm bunlar eksiksiz olacak, hele haberde cümle düşüklüğü vs, olmaz. Olursa yeniden yazarsın kardeşim.

İlk dönemlerde bir haberi 3 kez yazdığımı hatırlarım, olmadı deyip çöpe atılırdı. La niye olmadı?. Söylenmez, tekrar yaz. Yazarsın, yine olmadı tekrar çöpe. Adama düzgün haber yazmayı öğretirler böyle!…

Fotoğrafı flu çekersen zaten kapıdasın. O dönemler de şimdiki gibi elektronik fotoğraf makinesi yok. Mekanik, dia pozitif film takarsın, ayarlarını kendin yaparsın, netliği objektifte ayarlarsın ve çekersin. Objektif te 55 mm, şimdiki gibi zoom alacak para yok, çok pahalı. Adliyede 55 mm objektifle bakmadan boynumda asılı, çekeceğim kişiyi hesaplayıp metrajını, netlik yapıp çekiyorum. Öyle ki vizörden bak çek aynı, alışkanlık oldu, böylece saldırı girişimlerini azalttım. Makineyi kaldırıp çektiğin an, ortalık karışıyor. İki yıl sonra Canon AE-1 yarı otomatik fotoğraf makinesi alabildim. woswostan inip yeni reno ts’ye binmek gibi. Siyah kasa, hariçten ek motor ekleniyor, programı var ancak yine film çekiyoruz ve netlik yapıyoruz. Bir yıl sonra makineye ek motor aldım, seri çekimde 36 kare 14 saniyede bitiyor. Dehşet bir şey. Şimdi dijitallerin hızını görünce insan gülüyor. Nikon F3 almak, muhabirliğin nirvanası nerede?…

27 Aralık 2017

NOSTALJİ…
Günaydın Gazetesi. Yıl 1987, mesleğimin ilk yılları.
Cağaloğlu. Günaydın Gazetesi ve sözünü ettiğim karanlık oda, arka planda o dönemin İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Boğaz.
Gömleğimin cebinde Günaydın film zarfı.