Eşinin vefatı üzerine üzüntüden Makber’i yazan Abdülhak Hamit Tarhan, taziyede tanıştığı kadınla 2 hafta sonra evlendi

Eşinin vefatı üzerine üzüntüden Makber’i yazarı Abdülhak Hamit Tarhan, eşinin taziyesinde tanıştığı kadınla 2 hafta sonra evlenmiştir..

Abdülhak Hamit eşi Fatma hanımın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getiren meşhur Makber şiirinde şöyle yazmıştı:

Eyvâh!.. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.

Ben gittim o hâksâr kaldı,
Bir kûşede târumâr kaldı.
Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh!
Beyrût’ta bir mezâr kaldı.

Makber, sonudur dekaayıkın bu,
Bir sırr-ı garîbi Hâlikin bu.
Bir nûr ki meyl-edince hâbe,
İnmekte şu bir yığın türâbe,

En yükseğidir şevâhikın bu,
En müdhîşidir hakayıkın bu,
Bedbaht, o hakiykat anlaşılmaz,
Şânın bu, cihanda lâyıkın bu.

Gittî, nazarımdan âh, gitti…
Bî-maksad ü bî günâh gitti…
Her ferd cihanda birdir ammâ
Bir tâne değildir öyle, hâşâ,

Bir tâne idî o mâh, gitti,
Aylarca olup tebâh gitti.
Görsem yeridir senî karanlık,
Nûrum benim ey İlâh, gitti.

Bu dizelerde tanzimat öncesi görülmeyen bir yenilik vardır. Abdülhak Hamit Tarhan’ın ölüme bakış açısı önceki şiirlerden ve şairlerden farklıdır. İkinci dizede sevdiği kişinin günahsız ve maksatsız öldüğünü ifade ederek eceli (Allahın takdir i ilahisini) sorguluyor. Bendin son dizesinde ise Allah’a hitaben “Seni karanlık görsem yeridir, çünkü benim nurum gitti” diyerek öfkesini, isyanını dile getiriyor. Ve bu dizelerden sonraki dizelerde bu sözleri için Allah’tan af dilemiştir.

Türk edebiyatında ölümü çıplak gözle görmek, ölüm karşısında insanın acizliğini, korkularını, isyanını ifade etmek Abdülhak Hamit Tarhan’ın bu şiiiriyle başlamıştır. Hamitin bu yaptığı Türk edebiyatında bir yeniliktir ve tanzimat dönemine özgün bir şiirdir. 

http://www.kisiselgelisimveolumlamalar.com/edebiyat/makber-siirinin-incelemesi-t694067.0.html  

Çık Fâtıma, lâhdden kıyâm et,
Yâdımdaki hâlime devâm et!
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz,
Ben isterim âh öyle bir söz!..

Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et!..
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et!..

Bî-fâide gördü çok cefâlar,
Bîgâne bulundu âşnâlar.
Ben neyliyeyim büyükse devrân?
Taksîri nedir küçükse insan?

Kâr etmedi verdiğim devâlar,
Geçti yere ettiğim du’âlar;
Gördük seni ey Hâkîm-i mutlak!
Ey hastalara veren şifâlar! 

Sen Hâlıkımızsın, ettik iyman,
Bir sende bulur bu ye’s pâyan.
Sen varken olur mu âhiret yok?
Yok şüphe ki sende mağrifet çok.

Duydum, seni istiyor bu vicdan.
Bildim, sana vâsıl oldu cânan
Tekrâr buyur fakat hayatın,
Can ver ona vermedinse derman.

 Yâ Rab, bana bir inayet eyle,
Bir yol tutayım delâlet eyle;
Kaldımsa da ayrı, görmedim o nerde,
Sadme ile bir adım ilerde!..

Ey can, buna gel kanaat eyle,
Git makberini ziyaret eyle.
Kesme yolum ey hayat-ı katil,
Ey mevt, beni sinayet eyle…
Sâfil semavâtı cây edinsin,
Teşhir olunup ecel tepinsin.
Bin velvele, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele bir inayet olsun;
Mahşer tozarak mezara binsin,
Çarpıp küreler kırılsın, insin:
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût dinsin!..
Yâ Rab, öleyim mi neyleyim ben?..
Ayrı yaşayım mı sevdiğimden?..
Verdin bana böyle bir mûsibet,
Ettin beni düşmen-i muhabbet.
Ya bir kulu sevmiyor musun sen?..
Ya böyle bir ölüm değil mi erken?..
Hiç bulmamak üzre gâib ettim,
Mecnun gibi ben onu severken.

 

Her yer karanlık pür-nûr o mevkî?..
Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb!
Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb,
Rüyâ değil bu ayniyle vakî.
Kabrin çiçekten bir türbe olmuş,
Dönmüş o türbe bir haclegâhe,
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben.

Sen öldün, ölüm güzel demektir,
Ölsem yaraşır gamınla her gün.

Abdülhak Hamit Tarhan

( 1852 – 1937 )