Oysa o bir gazeteciydi.. Fosforlu Cevriye’yi hele Türkan’ın afişteki bacağını bilirsiniz. Ama onun yaratıcısı hatta onlarca kitabın yazarı Suat Derviş’i bilmezler. Resmi tarih hiç bahsetmez. Kendi eserinin afişlerine ismini bile yazmadılar

Suat Derviş Hanım

Oysa eserleri yabancı dillere çevrilen ilk Türk yazarlarından ve öncü gazetecilerindendir Suat Derviş Hanım…

Suat Derviş
(d. 1903, İstanbul – ö. 23 Temmuz 1972, İstanbul), Türk gazeteci, yazar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde gazeteciliğe başlayan Suat Derviş Hanım, ülkenin öncü gazetecilerinden biri ve döneminin en üretken yazarlarındandır.
Otuza yakın roman, pek çok hikaye, makale, eleştiri ve çeviriler yayımlanan Suat Derviş’in en bilinen eseri Fosforlu Cevriye’dir.
Eserleri yabancı dillere çevrilen ilk Türk yazarlardandır.
Adı, toplumcu gerçekçilik ile birlikte anılır.
Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazeteci, ilk basın sendikasının beş kurucusundan biri ve ilk başkanı, Devrimci Kadınlar Birliği’nin kurucusudur.
Kadın hakları, demokrası alanlarında mücadele etmiş bir aktivisttir.

1903 yılında İstanbul’un Moda semtinde dünyaya geldi. Varlıklı bir ailenin ortanca çocuğu idi.
 Ailesi ona Hatice Suat adını koydu ancak Suat erkek ismi olduğundan kayıtlara Hatice Saadet olarak geçti.
Babası, Darülfünûn’un kurucularından kimyager Müşir Derviş Paşa’nın oğlu tıp profesörü İsmail Derviş Bey, annesi Abdülmecid’in mabeyncilerinden Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım’dır.
Osmanlı’da Telefon İdaresi’nde çalışmaya başlayan ilk kadınlardan Hamiyet Hanım’ın kardeşidir.

Çocukluk çağında evde özel eğitim görüp Fransızca ve Almanca öğrendi.
Eğitimine Kadıköy Numune Rüştüyesi’ne, ardından Bilgi Yurdu’na devam etti.
Çocukluğundan itibaren yazmaya ilgi duydu.
Hezeyan başlıklı mensur şiirini, çocukluk arkadaşı Nâzım Hikmet 1918’de Alemdar gazetesinin edebiyat ekine göndererek yayımlattı.
Bu, onun yayımlanan ilk eseridir. Henüz çocuk yaşta olan Suat Derviş edebiyat dünyasına Mehmet Rauf tarafından hassas bir ruha sahip ve olgun bir müellifin habercisi olarak tanıtıldı.

Bu yıllarda Nâzım Hikmet ile arkadaşlığının şairin ona duyduğu tek taraflı bir aşka dönüştüğü iddia edilir.
 Şair Nazım Hikmet, 1920’de Gölgesi adlı şiirini Suat Derviş’e ithafen yazmıştır.

İlk eserleri

Suat Derviş’in ilk romanı olan Kara Kitap 1921 yılında basıldı.
Edebiyat dünyasında hayret ve şaşkınlıkla karşılanan bu eserde ölüme mahkûm güzel ve hassas bir genç kızın son nefesine kadarki yaşama arzusunu belirten iç seslerini ve duygularını anlattı.
1923’te yazdığı Hiç Biri romanını, Ne Ses Ne bir Nefes (1923), Bir Buhran Gecesi (1924), Fatma’nın Günahı (1924), Gönül Gibi (1928) ve Latin harfleri ile yazdığı ilk eser olan Emine (1931) romanları izledi.
Bu romanlarında İstanbul’un üst düzey yaşamından kesitler sundu; ilişkileri anlattı; kadının toplumsal konumunu özgürlük talebini irdeledi.
1925’te ilk hikâyeleri Almanca’ya çevrildi.

İlk gazetecilik deneyimleri

Derviş, ilk romanı yayımlandığı sırada Alemdar gazetesinde çalışmaktaydı. 1922’de Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul’a gelen Refet Bey’le ilk röportajı Alemdar gazetesi için yaptı.
Bir süre sonra Alemdar’dan ayrılıp İkdam’a geçti ve gazetede bir kadın sayfası hazırlayacak bu konuda öncü oldu.

Berlin yılları

1927’da konservatuvar eğitimi için kardeşi Hamiyet Hanım ile birlikte Almanya’ya gönderildi; Berlin’de Sternisches Konservatuvarı’nda piyano dersleri aldı.
Bir süre sonra ailesinden habersiz Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesi’ne kaydoldu.
Faşizmin yükselmesine tanıklık ettiği Almanya’da öğrenciliği sırasında gazete ve dergilerde çalıştı.
Yazıları çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinden siyasi gazetelere kadar pek çok yayın organında yayımlandı. 1932’de babasının ölümü üzerine fakülteden mezun olmadan Türkiye’ye döndü.

Yurda dönüş ve 1930’lu yıllar

Yurda döndükten sonra Babıali’nin başarılı muhabirleri arasına girdi; İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara’da çıkan pek çok gazetede yazılar yayımladı. Bir yandan da roman tefrika etmeyi sürdürdü.
Onu Bekliyorum (1934), Onları Ben Öldürdüm (1935), Baba Oğul (1936) romanları çeşitli gazetelerde tefrika edildi.

Resimli Ay’da çalışmaya başlaması ile solcu basın dünyasına adım attı.
1936 yılında Son Posta gazetesinde çalışırken Montreeux Konferansı’nı izlemeye gitmesi ona yurtdışına giden ilk kadın gazeteci unvanını getirdi.

1936 yılından itibaren çalışmaya başladığı Tan Gazetesi’nde kadın sorunlarına değindi ve dış siyaset olayları ile ilgili haberler yaptı.
Bu gazetede çalıştığı dönemde Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezi, düşünce dünyasını etkiledi.
 Dönüşünde yayımladığı röportaj dizisi, “kıpkızıl komünist” olarak damgalanmasına ve gazeteden ayrılmak zorunda kalmasına neden oldu.

Gezinin yapıldığı 1937’de tefrika edilen Bu Roman Olan Şeylerin Romanı görüşlerindeki değişimi yansıtır. Gazetelerde nazizme, faşizmin yükselişine ve adaletsizliğe karşı yazılar yayımlarken romanlarında köşklerde yaşanan aşkları, yemek ziyafetleri ve davetleri yazmayı reddeden yazar, artık toplumcu- gerçekçi bir edebiyat anlayışına yönelmiştir.
1938’de Bir İstanbul Gecesi tefrika edildi, 1939’da “Hiç romanı yayımlandı.

Politik yaşamı ve mahkumiyeti

Suat Derviş’in sol görüşleri, kısa süren ilk üç evliliğinin (Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet Sedes, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile) ardından 1941 yılında Türkiye Komünist Partisi (TKP) genel sekreteri Reşat Fuat Baraner ile yaptığı evlilik ile pekişti.
Baraner ve Derviş’i bir araya getiren, partinin talebi doğrultusunda çıkarttıklarıYeni Edebiyat Dergisi olmuştu. Çift, Türkiye’de toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan dergiyi 15 Ekim 1940-15 Kasım 1941 arasında yirmialtı sayı yayımladı.
Derviş, dergide kısa öyküler, fıkra ve eleştiriler yazdı.
Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Hasan İzzettin Dinamo gibi genç yazar ve şairlerin tanınmasına yardımcı oldu.

1944’te Zeynep İçin romanını yazdı. Aynı yıl Biz Üç KardeşizFosforlu CevriyeÇılgın Gibi” romanları gazetelerde tefrika edildi.

Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum? adlı incelemesinin 1944’te yayımlanmasından sonra gazeteci kimliği ile hiçbir yerde iş bulamayan Suat Derviş, gerçek ismi olan Hatice Saadet Baraner yerine takma adla yazılar yazmaya başladı.
Aynı yıl TKP Soruşturmaları ve tutuklamaları çerçevesinde eşi Reşat Fuat Baraner ile birlikte tutuklandı.
Sorgu sırasında çocuğunu düşüren yazar, Reşat Fuat Baraner’i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi’ne katıldığı gerekçesiyle yargılandı, 8 ay tutuklu kaldı.

Hapisten çıktıktan sonra büyük sıkıntı çekti..
Geçimini sağlamak için Almanca, İngilizce ve İtalyanca çeviriler ve editörlük yaptı.
Tiyatro piyesleri ve radyo skeçleri yazdı.
1947’de “Büyük Ateş”, 1950’de “Yaprak Kıpırdamasın” romanları tefrika edildi.

Paris yılları

1951’de tekrar tutuklanan eşinin 1953’te yargılanmaya başlaması üzerine kendisinin de tekrar tutuklanma olasılığına karşılık ülkeden ayrıldı; İsveç’teki ablasının yanına yerleşti.
Avrupa’da çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yayımladı; kendisini yurtdışında tanıtacak kitapları kaleme aldı.

Zeynep İçin romanını Ankara Mahpusu adıyla yeniden yazdı.
Romanı, ablası Hamiyet Hanım Fransızca’ya çevirdi.
1957’de Le Prisonnier d’Ankara adıyla yayımlanan eser on sekiz dile çevrildi ve o kadar beğenildi ki eleştirmenler tarafından Ivo Andriç’in Drina Köprüsü’nden bile daha iyi bulundu.
 Daha önce yayınlatamadığı Çılgın Gibi eserini Fransızca’ya çevirdi. Eser, Les Ombres du Yali (Yalının Gölgesi) adıyla 1958’de yayımlandı.

Yurda dönüşü

Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından 1963 yılında Türkiye’ye döndü.
Bu dönemde takma isimler roman ve hikâyeler, çocuk masalları yazdı, tercümeler yaptı.
Aksaray’dan Bir Perihan adlı romanı 1963’te Gece Postası’nda tefrika edildi.
Fosforlu Cevriye, öğrenci ayaklanmaları ve sert isyanların zirveye ulaştığı 1968’de May Yayıncılık tarafından Ankara Mahpusu ile birlikte yayımlandı.

Son yılları ve ölümü

1968 yılında eşini, 1970 yılında ise ablasını kaybetmesi onu derinden etkiledi.
İki gözünde de ciddi sağlık sorunları çıkana kadar yazmaya devam etti.
Moskova’da geçirdiği ameliyat sonrası gözlerinden birinin belli oranda düzelmesinin ardından arkadaşı Neriman Hikmet ile birlikte Devrimci Kadınlar Birliği’nin kuruluşunda görev aldı.
Derneğin kapatılması üzerine yeniden yazarlığa ağırlık verdi.
Sürekli göz altında tutulan Şişli’deki evini devrimci gençlere açıp onları gizledi.
1971’de evi basıldı, birçok solcu genci evinde sakladığı ortaya çıkınca tutuklandı.

Ertesi sene Fosforlu Cevriye ‘yi Gülriz Sururi için senaryoya dönüştürdükten kısa süre sonra şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribat sonucu hastaneye kaldırıldı.
23 Temmuz 1972’de Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde hayatını kaybetti.

Eserleri

Roman

  • Kara Kitap (1921)
  • Ne Bir Ses Ne Bir Nefes (1923)
  • Hiçbiri (1923)
  • Ahmed Ferdi (1923)
  • Behire’nin Talibleri (1923)
  • Fatma’nın Günahı (1924)
  • Ben mi (1924)
  • Buhran Gecesi (1924)
  • Gönül Gibi (1928)
  • Emine (1931)
  • Hiç (1939)
  • Çılgın Gibi (1934)
  • Yalının Gölgesi (1958)
  • Fosforlu Cevriye (1968)
  • Ankara Mahpusu (1968, ilk olarak 1957’de Paris’te Fransızca)

İnceleme

Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum? (1944, İstanbul, Arkadaş Matbaası,64 sayfa)
Kaynak: Vikipedi

Fosforlu Cevriye denince akıllara bu fotoğraf geliyor. Tabii Türkan’ın bacağı da.. Oysa ardında büyük bir edebiyat devi var. Suat Derviş.. Kadın gazeteci ve yazar

 


Afişte adını bile koymadılar