Hürriyet Gazetesi’nin 12. sayfasının son sütununda en altta küçük bir haber: Pembe Köşk’te Çökme Tehlikesi. İnsanı dehşete düşüren minik bir fotoğrafla birlikte

Hürriyet Gazetesi’nin 12. sayfasının son sütununda en altta küçük bir haber: Pembe Köşk’te Çökme Tehlikesi. İnsanı dehşete düşüren minik bir fotoğrafla birlikte.

Bir dönem İttihat Ve Terakki’nin genel merkezi olan, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk tarafından Cumhuriyet gazetesine verilen, 1924-74 yılları arasında gazete tarafından kullanılan, 1977’de Anıtlar Kurulu’nca 1’inci Derece Tarihi Yapı olarak tescillenen, sonrasındaysa kendi yazgısına terkedilen Münif Paşa Konağı, bilinir adıyla Pembe Köşk…
Haberde kullanılan fotoğraf allak bullak etti beni.
Son gördüğümde – Cumhuriyet’ten ayrıldığım 1987 yılında, tüm eskiliğine, terkedilmişliğine karşın, yine de heybetinden, görkemliliğinden bir şey yitirmemişken, şimdi, geri getirilemeyecek şekilde bitmiş, tükenmiş, tümüyle bir yıkıntı…
İçim acıdı; geçmişimizi hiçbir şekilde koruyamadığımız, bırakın korumayı hoyratça yok etmekte neredeyse dünya birinciliğini kimselere bırakmadığımız gerçeği olanca çıplaklığıyla ortadaydı o fotoğrafta; kişisel tarihimin – mesleki tarihim – 45 yıl sürecek yolculuğuna başlangıç noktasının bir anda yokoluverişinin, paramparça oluverişinin acısıydı içime çöken.
İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nden bir grup genç gazeteci adayı, gazeteci öğretmenimiz Ziya Nebioğlu’yla birlikte adımımızı atmıştık Pembe Köşk’ten içeri. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, aynı yaştaki, aynı addaki gazetesinin bu eski ama hâla görkemini koruyan merkezinden içeri adımımızı attığımızda, kuşkusuz birlikte olduğumuz arkadaşlar hep birlikte bir gün burada çalışmanın, gazetecilik yapmanın düşlerini kuruyorduk. Ama talih kuşu, içlerinden yalnızca benim başıma kondu. – O gruptan bir çok arkadaş gazetecilik mesleğine başka kuruluşlarda başlayıp sürdürdüler. –
Bir yıl sonra, 1 Mart 1973’te, artık ben de bu yaşayan tarihin bir parçası gibiydim; yaklaşık 14 yıl boyunca.
İlkin, spor servisinde başladım göreve.
Rahmetli Genel Yayın Yönetmenimiz Oktay Kurtböke’nin talimatıyla, rahmetli Abdülkadir Yücelman’ın koruyup kollamasında.
Tavanları alabildiğine yüksek bir binaydı; spor servisi de maşallah bir basketbol alanı genişliğinde.
Biz de zaten aldığımız bir basket topuyla bunun hakkını veriyorduk doğrusu.
En uzunumuz Sadettin Ateş’i o kocaman kapıyı kale varsayarak dikip, basket topunu da futbol topu varsayarak tekmelediğimiz ve çıkardığımız korkunç gürültüler daha dün gibi usumda.
Sonrasında, düzenlediğimiz Liselerarası Satranç Turnuvası’nın ardından koca bir satranç salonu haline getirip, tahtaların başında gamlı baykuş gibi düşünüp durmalarımız…
Dahası, hemen hepimiz delikanlıyız ya, spor servisinin baktığı arka sokağın camlarından, çevredeki çoğu teksil atelyelerindeki kızlarla el edişlerimiz, zaman zaman da bir yolunu bulup Yeşildirek’e inen daracık yollarda buluşuvermelerimiz…
O günlerden kalan çok anı var kuşkusuz. Ama ilk başlangıcında…
Ayrıntıları usumdan çıkıp gitmiş ama; bir gün, sanıyorum arşiv olarak kullanılan bir üst kattaki bir salona çıkmıştım.
Yaşlı bir “amca”, ne aradığımı sordu, ancak konuşmaları oldukça alaylıydı; sinirlendiğimi anımsıyorum ve üstüne yürüdüğümü; dur, dur, dur, deyip beni sakinleştirip istediklerimi verdiğini sonrasında.
Bir süre sonra o “amca”nın rahmetli ünlü foto muhabiri Selahattin Giz olduğunu öğrenecektim; ve nasıl da utandığımı anımsıyorum, hâlâ da öyle…
Pembe Köşk’ten bugüne ulaşan üç fotoğrafım var ne yazık ki.
Biri yukarıda sözünü ettiğim, o ilk ziyarete ilişkin toplu fotoğraf.
Ötekiyse; binanın alt katındaki eski mi eski fotoğrafhanesinde Abdullah Gelgeç’le birlikte gazeteyi incelerken (!)
O binada bir yıl mı kaldık, tarihleri tam anımsayamıyorum şimdi.
Sonrasında, hemen arkadaki, eski bobinhanenin yenilenmesiyle oluşturulan yeni gazete binasına geçişimiz…
Benim Pembe Köşk’le ilgili kısa ilişki tarihim bu kadar. Ardından başka gazeteler, başka serüvenler…
45 yıllık gazetecilik yaşamımı noktalayıp Didim’e bordaladığımda, eh, dedim, yeter.
Ama bu fotoğraflı küçük haber…
İçimi acıttı o kadar…

Reha ÖZ

25.07.2018 – DİDİM