En ağlanacak an! Girit’te Türk Bayrağı inerken! 2. Abdülhamid’in Teselya-Yenişehir’le (Larissa) ile 1898’de terk ettiği Girit’te bayrak inerken

2. Abdülhamid’in 1897 savaşı sonrası Teselya – Yenişehir’le (Larissa) birlikte 1898 anlaşmasıyla terk ettiği Girit Kandiye Kalesi’nde bayrak inerken

2. Abdülhamid’in En ünlü sözü:
Doğrusunu isterseniz ben Türküm ama Türkçe havalardan ziyade alafranga havalar, operalar hoşuma gider. Çünkü Türkçe minördür. İnsana uyku getirir. Hem de bizim Türkçe dediğimiz makamlar Türkçe değildir. Yunan’dan Acem’den alınmıştır. Türk çalgısı davul zurnadır.

34. Osmanlı padişahıdır.. 21 Eylül 1842’de doğmuştur. 10 Şubat 1918’de ölmüştür..

KAYBEDİLEN TOPRAKLAR

II. Abdülhamid Han’ın, ülke yönetimindeki başarıları günümüzde sıkça dile getiriliyor. Ancak o dönemde alınmış bazı kararlar tam olarak anlaşılamamakta ve çarpıtılmaktadır. Necip Fazıl’ın da dediği gibi “Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.” sözünden hareketle o dönemi, gelin birlikte analiz etmeye çalışalım.

II. Abdülhamid’in saltanatı boyunca tek karış toprağı istilacılara kaptırmadığı doğru değildir. Bu kayıplar onun iktidara egemen olmadığı veya kendi isteğiyle girilmeyen krizlerin neticesinde olmuştur. Aynı zamanda II. Abdülhamid, kendisinin hoşuna gitmeyen bazı kararlara gönülsüz de olsa imza atmak zorunda kalmıştır. 1878’de iktidarı tam olarak eline alarak, 1908’e kadar tek elden memleketi idare etmiştir. Hiçbir zaman diplomasinin gücünü elinden bırakmamıştır. İşte nedenleri ile birlikte o dönemin toprak kayıpları:

Osmanlı – Rus Savaşı (93 Harbi) (1877-1878)

Sultan II. Abdülhamid saltanatının yedinci ayında Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Osmanlı Devleti’ndeki azınlık isyanları, Rusya’nın Balkanlardaki genişleme siyaseti, Romanya ve Bulgaristan’ın bağımsızlık istekleri ve Panslavizm akımı savaşın sebeplerindendir. Avrupa Devletleri savaşı önlemek için Tersane Konferansı’nı toplamışlar ve Osmanlı’ya ağır şartlar sunmuşlardır. Osmanlı Devleti bu şartları kabul etmeyince, Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştır. II. Abdülhamid’in diplomasi yoluyla savaşı önleme çabaları parlamentonun ve devlet adamlarının tutumu yüzünden pek işe yaramamıştır. Mithat Paşa, Damat Mahmut Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta Ruslar Balkan ve Kafkas cephelerinde ordularımızı yenilgiye uğratmıştır. Savaşın getirdiği sorunlar nedeniyle, 14 Şubat 1878’de Sultan II. Abdülhamid meclisi kapatmış ve yönetimi tekrardan eline almıştır.

Rus Orduları Doğu’da Erzurum’u alırken, Batı’da ise Yeşilköy’e yaklaştılar. İstanbul’un işgal edilmesi tehlikesi ortaya çıkınca Osmanlı barış istedi. 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması imzalandı.

Antlaşma Şartları Çok Ağırdı

II. Abdülhamid antlaşma şartlarını ve ağır tazminatı kabul etmedi. İngiltere’yi Rusya’ya karşı kışkırttı. Rusya’nın Balkanlarda tek güç olması ve sıcak denizlere inebilme ihtimali İngiltere’nin Rusya’ya baskı yapmasını sağlamıştır. Diğer Avrupa devletleri ile savaşı göze alamayan Rusya antlaşmayı yeniden gözden geçirmiştir. Berlin Konferansı’nın ardından 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Anlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti 35 yıl daha Balkanlarda kalmıştır. Ancak Osmanlı, İngiltere’ye bazı tavizler vermek zorunda kalmıştır.

Kıbrıs İngiltere’ye Üs Olarak Verildi

Kıbrıs’ın üs olarak verilmesi hakkında çok tartışma var. Videolara yapılan yorumlarda bile bu durumun neden böyle olduğunu bilmeyen çok kişi var. Bu önemli durum “II. Abdülhamid Kıbrıs’ı İngilizlere verdi” diye geçiştirilebilecek bir durum değildir. Nedenleri iyi anlaşılmalıdır.

Ayastefanos antlaşması tam bir felaketti. Tazminatlar çok ağırdı ve kritik toprak kayıpları vardı. Bu durum düzeltilmeliydi. İngiltere ile yapılan diplomatik görüşmelerde, Osmanlı’ya yardım etmeyi kabul etmişlerdi. Ancak Kıbrıs’a göz dikmiş oldukları için burayı üs olarak istemişlerdir.

II. Abdülhamid, İngilizlere hayır dese, Ruslar Yeşilköy’de olduğu için, her an İstanbul’u işgal edebilirlerdi. Evet dese, İstanbul’u kurtarmış oluyordu fakat Kıbrıs çakalların eline düşüyordu. Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine ait olacağını, vermekte olduğu vergiyi Osmanlı’ya ödemeye devam edeceği, sadece askeri amaçlarla üs olarak kullanılacağı ve Rusların işgal ettikleri yerlerden çekildiklerinde, İngiltere’nin de buradan çekileceği maddelerinde antlaşma sağlanmıştır. Ayrıca İngiltere bu antlaşma kabul edilmezse Kıbrıs’ın işgal edileceğini belirtmiştir. İşte bu sıkıntılı durumda, devlet adamlarının da baskısıyla II. Abdülhamid antlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. İngilizler sözünü tutarak, Rusya’ya anlaşmayı değiştirmesi için baskı yapmışlardır. Ancak Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’na girdikten sonra İngilizler burayı ilhak etmişlerdir.

Fransa’nın Tunus’u İşgali (1881)

Fransa, bazı sınır olaylarını bahane ederek, Osmanlı’nın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan ve çeşitli bunalımlardan yararlanarak Tunus’u işgal etmiştir. Bu durum, o dönemde Yunanistan ile sınırların belirlenmesi sorunuyla uğraşan Osmanlı’yı zor duruma düşürmüştür. Diğer yandan mali sıkıntılar ve askeri açıdan hazırlıksız yakalanmak II. Abdülhamid’i sıkıntıya sokmuştur. Abdülhamid Tunus’a savaş gemileri göndermeyi düşünmüş, ama bu niyeti zamanında haber alan Fransızlar tehditkâr bir tavır almışlardır.

Sorun diplomatik açıdan da çıkmazdadır. Çünkü Fransa, İngiltere ve Almanya tarafından desteklenmektedir. Diğer güçler de bu olayla ilgilenmemektedir. Neticesinde duruma müdahale edilmekte geç kalınmıştır.

İstanbul’dan yardım alma umudunu kesen ve tamamen aciz kalan Tunus Beyi, 12 Mayıs 1881’de Bardo Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır. Bu antlaşma ile Tunus Beyi, siyasi ve ordu işlerini bir Fransız Genel Valisine bırakmıştır. İki yıl sonra da “La Marsa” sözleşmesiyle tamamlanmış olan bu antlaşmayla, Fransız himayesi resmen kurulmuştur. Bu duruma karşı çıkan ayaklanmalar insafsızca ve kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

Osmanlı Devleti, bu oldu bittiyi tanımayı reddetmiştir. Devlet Salnamelerinde Tunus, tıpkı Bosna veya Kıbrıs gibi, “imtiyazlı vilayetler” arasında sayılmıştır. Yaşanan kriz, Osmanlı İmparatorluğu’nun diplomatik açıdan nasıl tecrit ve askeri açıdan da ne kadar aciz olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır.

Fransız himaye rejimi 1956’da Tunus’un bağımsızlığını kazanmasına kadar devam etmiştir.

İngiltere’nin Mısır’ı İşgali (1882)

1878 Berlin Kongresi’nden sonra açık bir şekilde Ortadoğu politikalarında değişiklik yapmış olan İngiltere, Akdeniz’de kontrolü ele geçirmek için 1882’de Mısır’ı işgal etmiştir. İngiltere, Mısır’ı işgal ettikten sonra bunun geçici olduğunu bildirmiş, fakat hangi tarihte çekileceğini bildirmekten kaçınmıştır. Ayrıca Fransa ve Rusya gibi güçlerin tepkisinden çekindiği için Mısır’ı doğrudan yönetimine dâhil etme cesareti gösterememiştir.

II. Abdülhamid bu duruma karşı, dikkatli bir politika izleyerek bölgedeki egemenlik haklarını korumaya çalışmış, bölgenin sömürgeleştirilmesine yönelik İngiliz politikalarını engellemiş ve geciktirmiştir. Osmanlı’nın boyun eğmeyen tutumu ve İngiltere’nin uluslararası alanda yalnız kalmasına yol açan işgalin meşruiyeti sorunu, Londra hükümetini Osmanlı Devleti ile görüşme masasına oturmaya zorlamıştır.

Osmanlı tarafı Mısır’ın tahliyesini bir takvime bağlamak istedikçe İngiltere ayak diremiş, müdahale hakkının sadece kendilerinde bulunmasını istemiştir. Bu durum İngiltere’nin Mısır’ı boşaltmaya niyetli olmadığını göstermiştir. II. Abdülhamid, diplomatik kanalları kullanarak durumu değiştirmeye çalışsa da olumlu bir sonuç alamamıştır.

II. Abdülhamid, 27 Nisan 1909’da tahttan indirilse de, onun bu diplomatik direnişi sayesinde Mısır’da Osmanlı egemenliği I. Dünya Savaşı’nın çıktığı 1914’e kadar devam etmiş, bu tarihte İngiltere Mısır’ı himayesine almış, 1922’de ise tek taraflı olarak Mısır’ın bağımsızlığını ilan etmiştir. Ayrıca Lozan Antlaşması’nda da Mısır ile ilgili bir madde vardı.

I. Meşrutiyet’in Ardından Kaybedilen Topraklar

 1908 yılında Selânik’teki Üçüncü Ordu subayları ayaklanıp, askerî müfettiş Şemsi Paşa’yı vurmuştur. İttihat ve Terakki’nin büyük rol oynadığı bu olayla padişah yeniden meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmıştır. 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Devrimden iki ay sonra, Abdülhamid tartışılmaz bir şekilde zayıflamıştır. Güvendiği adamların çoğu kaçmış veya içeri atılmıştır. Ordunun denetimini de büyük ölçüde yitirmiştir.

Bu olayların ardından Osmanlı Devleti, diplomatik krizlerle karşı karşıya kalmıştır. 5 Ekim’de Bulgaristan Prensliği tek taraflı olarak tam bağımsızlığını ilan etmiştir. Ertesi gün Avusturya-Macaristan ise Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini açıklamıştır. Birkaç gün sonra ise Girit, Yunanistan Krallığına bağlandığını ilan etmiştir. Bu olaylar yeni rejimden kaynaklanmaktadır. Meclis-i Mebusan açılacağı için, imparatorluğa bağlı topraklarda seçimler düzenlenip söz konusu bölgelerin meclise mebus göndermeleri sağlanacak demektir. Bu durum söz konusu devletlerin özerkliğini ciddi bir tehlikeye sokabilir.

Hem Jön Türkler hem de İttihat ve Terakki Cemiyeti sert bir darbe yemiştir. Diplomatik açıdan hiçbir şey yapamamışlardır. Ülkede bu kayıplara karşı büyük üzüntü duyulmuş ve gerilim artmıştır. Sonrasında 31 Mart Olayının ardından padişah tahttan indirilmiştir.

Sonuç Olarak…

II. Abdülhamid’in toprak bütünlüğünü nasıl koruduğu ne yazık ki tahttan indirildikten sonra anlaşılmıştır. Görüldüğü üzere, daha ilk andan itibaren İttihat ve Terakki kayıplara başlamıştır. Tecrübesizlikleri ve ihtirasları ile memleketi savaşlara sürükleyip, felâketini hazırlamışlardır. Zaten sonrasında olan olayları siz zaten biliyorsunuz. Balkan Savaşları, İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali ve I. Dünya Savaşı’na girilmesi İttihat ve Terakki’nin adımlarıyla olmuştur.


Kaynaklar

  • François Georgeon, Sultan Abdülhamid (Abdulhamid II, Le Sultan Calife), Homer Kitabevi, 2006
  • Mustafa Armağan, İşte Abdülhamid’in Kıbrıs Notu, Zaman Gazetesi, 2011
  • Mustafa Armağan, Abdülhamid Mısırı Kaptırmamak İçin Diplomasi Savaşı Vermişti, Zaman Gazetesi, 2011
  • Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Kırılma Noktası: İkinci Meşrutiyet, Kişisel Web Sitesi, 2008
  • Mim Kemal Öke, Bir Hamid Var Hamid’den İçeri, Derin Tarih Özel Sayı 3, Temmuz 2015
  • Mehmet Ali Beyhan, Evet Şüpheciydi Ama Neden, Derin Tarih Özel Sayı 3, Temmuz 2015
  • Azmi Özcan, Tarafsızlıktan İttihad-ı İslama Dış Politika, Derin Tarih Özel Sayı 3, Temmuz 2015

……………………
Tarihe geçen sözleri:

– Biz İstanbul’u Rumlardan zapt ettik. Fetih günü onlar matem tutmak isterler. Biz tezahürde bulunursak onların hissiyatını rencide ederiz. Benim zamanımda bir kere İstanbul’un fethi günü merasim yapmak istediler. Ben bu hissiyat noktasını nazara alarak müsaade etmedim. Bunlar hikmet-i hükümettir. Çünkü hükümet tebaasının hepsinin hissiyatını da rencide etmemeğe çalışmalıdır.

– Doğrusunu isterseniz ben Türküm ama Türkçe havalardan ziyade alafranga havalar, operalar hoşuma gider. Çünkü Türkçe minördür. İnsana uyku getirir. Hem de bizim Türkçe dediğimiz makamlar Türkçe değildir. Yunan’dan Acem’den alınmıştır. Türk çalgısı davul zurnadır.

– Göreceksiniz yüzbaşım! İttihatçılar, İstanbul üzerine yürüyüşlerinden cesaret alarak bu devleti birtakım kötü serüvenlere sürükleyecekler, belki de Turancılık gayretiyle veya İslamcılık siyasetiyle korkarım ki hem Çarlık Rusya’sı, hem de Büyük Britanya İmparatorluğu ile aynı zamanda savaşa sokacaklardır.

– Beni evhamlı sanıyorlardı hayır! Ben sadece gafil değildim, o kadar.

– Millet birbirini kırıp geçireceğine bırakın beni öldürsün.

– Savaş yalnız sınırlarda olmaz. Savaş bir milletin topyekün ateşe girmesidir. Eğer bu bütünlük sağlanmamışsa zafer tesadüfi, yenilgi kaderdir.

– İcabı halinde donanmayı kaybetmemek için canımı vermeye hazırım.

– Ben Bizans İmparatoru Konstantin’den daha az haysiyetli değilim. Biraderim hazretlerine (V. Mehmet Reşat) bağlılığımı arz ediniz. İstanbul’dan çıkmam! Kendisinin de çıkmamasını atalarımızın şerefi adına istirham ederim!

(Çanakkale Savaşı sırasında her ihtimale karşı saltanatı Eskişehir’e taşımaya hazırlanan ve Abdülhamit’i İstanbul’da bırakmayıp yanında götürmek isteyen Sultan V. Mehmet Reşat’a, Başmabeyinci Tevfik Paşa aracılığıyla gönderdiği cevap.)

Milletler hakkındaki görüşleri

  • Rusya ile harp vukuunda, disiplinli bir şekilde yetiştirilen bu Kürt alayları bize çok büyük hizmetlerde bulunabilirler.
  • Orduda öğrenecekleri “itaat” fikri, kendileri (Kürtler) için de faydalı olacaktır.

Kişiler hakkındaki sözleri

  • Sen benim yüzümü ağarttın. İki cihanda da yüzün ak olsun! (Gazi Osman Paşa’ya Plevne Savaşı sonrası söyledi)

Hakkında söylenenler

  • Bu hain herif (II. Abdülhamid), istese, bir anda her şeyi yapar; memleketi bahtiyar eder; etrafındaki alçakları dağıtır; hem memleket, millet bahtiyar olur, hem kendisi diyordum. Fakat bu adamın senelerden beri kan içmeye alışmış olduğunu ve insanın itiyadından vazgeçemeyeceğini düşündükçe, şahsına karşı fevkalade bir adavet (hissediyor) ve herhalde bunun vücudunun ortadan kalkmasının en selim bir çare olacağını düşünüyordum. – Enver Paşa
  • Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus’i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: “Din ve fen,” derdi. “Bu ikisine de itikat etmek caiz” olduğunu söylerdi. – Ayşe Sultan
  • Hamidizm’den iki yol çıkar. Biri, Kemalizm ve diğeri Enverizm’dir. – Yalçın Küçük
  • Hamid, Mustafa Kemal ve II. Mahmut ile birlikte son iki yüzyıllık tarihimizin en önemli üç yöneticisinden birisidir. Yaratılmak istenen toz dumanın aksine, otuz üç yıllık saltanatında, siyasi ve adli sadece dokuz idam olmuştur; kuşkusuz, bunlardan birisi, büyük yenilikçimiz Mithat Paşa’dır. – Yalçın Küçük
  • Türk ilericiliğinin bête noire’ı Hamid, aşırı vesveseli, her türlü özgürlükten korkan, ancak imparatorluğu yaşatabilmek için büyük reformlar yapılmasına inanmış ve bunları başlatmış bir Osmanlı prensi idi. İmparatorluğun artık Batı’da kalamayacağını görebilecek kadar realist idi ve Doğu’ya kaydırmak istiyordu, bu amaçla, Şii imasından çekindiği için soyadını “Afgani” olarak değiştiren İrani Cemalettin ile Panislamizme sarılıyordu. – Yalçın Küçük
  • Hamid, bir politika okuludur ve soğukkanlı incelemeden bugünü anlamak zordur. – Yalçın Küçük
  • Dünya Yahudiliği’nin Filistin’e yerleşmesi Sultan Hamid zamanındadır. – Yalçın Küçük
  • Yahudiliğin Filistin’e yerleşmesinde “Mikve İsrael” çok çok önemlidir. “Mikve” İspanyolca’da, “umut” demektir, İbrani “Tikve İsrael” diyorlar; o zamanki Osmanlı memaliki ve bugünkü İsrail’de kurulan tarım okulu ve çiftliğidir. Benzeri Aydın’da da kurulmuştur. Hepsi, Hamid zamanındadır. İstememiştir, ancak kapıları açmıştır. Kuşkusuz Sultan Hamid, ürkmüştür, sonra önlemeye çalıştı. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmişti. – Yalçın Küçük
  • Kemalizm içe dönük ve kurucu idi. Enverizm dışa dönük ve yayılmacıdır. Hem Enver Paşa hem Kemal Paşa, kişiliklerini ve formasyonlarını, Hamid’in saltanatında buldular; Hamid, Ermeni Politikası’na kadar, hem içte hem dışta modern bir prens sayılıyordu. Daha sonraki yıllarda üstü örtülmesine karşın hep modernizatör bir despot olarak kaldı; özgürlüklerden korkuyor ve modernizasyondan vazgeçemiyordu. – Yalçın Küçük
  • Abdülhamit’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır. – Necip Fazıl Kısakürek
  • Sen bir anne gibi tuttun ufukları. – Sezai Karakoç
  • İlk şaşırmak ilk adımda başladı diyorum. Daire-i hususiye bu mu idi? – Halit Ziya Uşaklıgil
  • Bize ümmetin günahını kendinde bulmak, kendinde yenmek,kendisiyle fenaya erdirmek isteyen ruh dünyasının kahramanları lazımdır. – Nurettin Topçu
  • II. Abdülhamit, meziyet ve kusurları ile son imparatordu. Ondan sonra Osmanlı tahtının bir pırıltısı ve ağırlığı kalmamıştı. – Turgut Özakman (Diriliş/Çanakkale 1915’ten)
  • Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak, halbuki biz sussak tarih susmayacak, tarih sussa, hakikat susmayacak. – Sezai Karakoç
  • Sen değil naaşın hükümdar olsa elyakdır bize/Dönsün etsin taht-ı Osmaniye tabutun cülus – Ahmet Rasim
  • Abdülhamid’in yönetim tarzı azami müsamahadır. – Mustafa Kemal Atatürk
  • Padişah Abdülhamit sayesinde Batı âlemi, bilhassa Dışişleri teşkilatları; Halifeye, İslâm âleminin Papası gözüyle bakıyorlardı. Onun bu sıfatla kullanabileceği nüfuzdan çekiniyorlar, hattâ korkuyorlardı. – Wanbery
  • Abdülhamit devrinin her 24 saati bin muamma ile doludur. – Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu
  • Abdülhamid’i kötülemek cehalettir. – Ali Rıza Alp
  • 1908 Meşrutiyetine kadar İstanbul’da elektrik yasaktı. Sultan Abdülhamit’in vehmi yüzünden. 19 Ağustos’ta cülus donanmasını yağ kandilleri ve havai fişeklerle yapardık. Ertesi günden başlayarak bütün gazetelerde vezir ve paşa konaklarının donanma haberlerini görmeli idiniz. Sütunlarca. Ufacık mumlu kandillerin adı Kandil-i Süreyya Mesil idi. – Falih Rıfkı Atay
  • Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.– Nihal Atsız
  • Bu dünyada herkes birçok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille ispat etmiş bulunan Sultan Abdülhamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul ve hatta lise diploması yoktu. Fakat hususi öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti.– Nihal Atsız
  • Babam içki içmez, içenleri hoş görmezdi. Saraya sokulmasını da yasak etmişti. Sigara ve kahveyi severdi, hatta, sigarayı çok içerdi diyebilirim. (…) Babam, günün çalışma saatleri bittiği vakit, hareme gelirdi. Müzik dinlemek, Saray tiyatrosunda sahne oyunlarını seyretmek en ziyade sevdiği eğlenceleriydi. (…) Haremdeki kızlar tarafından icra edilen, piyano, keman ve sazlardan mürekkep küçük bir orkestrayı, babam sık sık dinlerdi, yine onlar tarafından yapılan İspanyol bale ve danslarını da alaka ile takip ederdi. – Şadiye Osmanoğlu

Kaynaklar

  1. Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri, Hususi Doktoru Atıf Hüseyin Bey’in hatıratı, editör: Metin Hülagü, Pan Yayınları, s. 216
  2. Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri, Hususi Doktoru Atıf Hüseyin Bey’in hatıratı, editör: Metin Hülagü, Pan Yayınları, s. 174
  3.  Turgut Özakman, Diriliş-Çanakkale 1915, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007, s. 126
  4. Bayrak, Falih Rıfkı Atay, 1970, s. 25
  5.  Abdülhamid Han (Göksultan)
  6. Ocak Dergisi, 11.Sayı, 11 Mayıs 1956
  7. Şadiye Osmanoğlu, Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri, İstanbul 1966, s. 22-23
  • Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu – II. Abdülhamid ve Osmanlı Devleti’ndeki Komitacılar
  • Mustafa Armağan
  • Mustafa Armağan – Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1-2
  • Yalçın Küçük – Aforizmalar, Aydınlık Zindan
  • Nihal Atsız – Ocak Dergisi, 11. Sayı, 11 Mayıs 1956
  • Necip Fazıl Kısakürek – Ulu Hakan II. Abdülhamid Han