Arapları ayartarak Ortadoğu haritasını cetvelle şekillendiren kadın casus.. Akademik araştırması şöyle: (Okuyup öğrenin ki şimdiki casusları engelleyin

Winston Churchill, Gertrude Bell, T. E. Lawrence. Mısır, 1921

ORTADOĞU HARİTASINI CETVELLE  ŞEKİLLENDİREN KADIN CASUS GERTRUDE BELL

Tarihçi, yazar, dilbilimci, arkeolog, dağcı gibi birçok özelliğe sahip; Almanca, Arapça, İngilizce, Farsça, Fransızca, İtalyanca, Türkçe gibi dünya dillerini haznesinde bulundura, bütün bu birikimiyle krallar tahta çıkartıp, dünya haritasını şekillendiren ve sonunda da bütün zincir halkalarını tamamlayıp, yalnızlık ve umutsuzluk içinde intihar eden bir kadın casus: ‘Çöl Kraliçesi’ Gertrude Bell.

Historian, writer, linguist, archaeologist, mountaineer, has many features such as; In the world languages such as German, Arabic, English, Persian, French, Italian, Turkish, with all thisaccumulation, the Kings took the throne, shaped the world map, and eventually completed all the chain circles and a woman in despair spy: ‘Gertrude, Queen of the Desert’ Gertrude Bell.

Key Words: Gertrude, Queen of the Desert, King Faysal, Ottoman Empir                                                           

İletişim; toplumsal bir varlık olan insan yaşantısının kaçınılmaz ve en önemli öğelerinden birisidir. Her insan, farkında olsun veya olmasın; karşısındaki canlı ile iletişim kurmak, duygu ve düşüncelerini dile getirmek durumundadır. Bunu yapmak içinkullandığı unsurların başında da; lisan/dil gelmektedir. Lisan; insanlar arasında haberleşme, anlaşma, duygu, düşünce, yargı, eylem ve hükümleri ifade etme, iletme aracı olarak kullanılan,her toplumun kendi hançere, yaşama biçimi, kültürel değerleri, ses, kelime, şekil, cümle ve anlam yapısına göre şekillenmiş olan, seslerden örülü çok yönlü ve gelişmiş anlaşma sistemidir.

Lisan konusundaki bu kısa bilgilendirmenin konumuzla ilgisinine gelirsek… İnsanın insanla iletişiminin, toplumsal ilişkilerde ne denli önemli olduğunun en güzel örneklerinden birisi de; bugünkü Ortadoğu sınırlarının çizilmesinde büyük rol oynayan ve bu coğrafyada yaşayan insanların (bugün bile) kaderlerini belirleyen kadın ajan Gertrude Bell’in yaşam öyküsüdür.

Tarihe Queen of the Desert (Çöl Kraliçesi) olarak damga vuran Bell’in en önemli özelliklerinden birisi de ‘lisan’ konusuna hakimiyetidir. Bölgenin yeniden şekillendirilmesinde, özellikle de ‘petrol’ yataklarının kullanım hakkının elde edilmesinde kullanılacak argümanları inceleyen Birleşik Krallık (İnglitere) yöneticilerinin aklına gelen ilk isim Gertrude Bell olmuştur.Çünkü; bu isim tam 7 lisanı (İngilizce, İtalyanca, Almanca, Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca) ana dili gibi konuşmaktadır.Hatta Kürtçe’yi de bölgesel şivelerle konuştuğu bilinen bir gerçektir.

İngiliz Kraliyet çıkarları için göreve çağrılan ve tereddüt etmeden vazifesinin başına geçen Gertrude Bell’in; tarihe damga vurmuş koskoca bir imparatorluğun batışında oynadığı rolü ve Bölge halkının kaderinde nasıl bir etki bıraktığını aşağıdaki satırlarda göreceğiz. Lisan bilmenin ne denli önemli oluğunu, kurulan iletişimde ve olaylara hakimiyette bu özelliğin nasılavantajlar sağladığına; bilmeyenlerin ise nasıl gaflete düşüp, ülkelerini bir bataklığa sürüklediklerine şahit olacağız. Bell’i Irak’ta ziyaret eden yazar Vita Sackville-West, onu şöyle anlatır: ‘Dizginlenemez bir enerji. canlılığını, coşkusunu bir anda karşısındakine de aşılama yeteneği, yaşamın dolu dolu, zengin, heyecan verici olduğunu hissettirme gücü.” (1)

1-Wallach, J., Çöl Kraliçesi Gertrude Bell’in Olağanüstü Yaşamı,Çev: Püren Özgören, (s45) İstanbul:  Can Yayınları, 2015                                                        

  1. OSMANLI DEVLETİ 19.YÜZYIL SİYASETİ

1870’lerden itibaren Osmanlı Devleti ekonomik anlamda yavaş yavaş emperyalist devletlerin yarı-sömürgesi haline dönüşüyordu. Balkanlar’da ve Ortadoğu’da emperyalistlerarası (ekonomik) çekişmelerin keskinleşmesi; Osmanlı topraklarının paylaşılmasına bir süreliğine engel olmuştur. Osmanlı’nın dağılmasını ve finansal köleliğini hızlandıran eski faktörlerin yanına; Osmanlı’nın sadece dünya kapitalist pazarına değil,dünya kapitalist üretimine de zorla çekilmesi eklenince durum iyice çıkmaza girmiştir. İşin gerçeği; Osmanlı’nın ekonomisi tek yönlü gelişiyordu. Yabancıların imtiyazlı şirketleri sürekli büyüyor, yabancı bankalar art arda açılıyordu. Egemen devletleryeraltı kaynakları endüstrisine ve işleme sanayisinin ihraç edilen bitkilerin işlenmesi alanlarına sermaye yatırımı yapıyorlardı. Sanayi gelişim seviyesine göre Osmanlı, Avrupa’da sonuncu,  Asya’da ise sonlardaydı. Sanayi ve taşıma alanlarındaki işçi sayısı 40-50 bin kişiyi geçmiyor, kısacası; çember her geçen gün daralıyordu.

Ekonomik çöküntünün yanında; siyasal gelişmeler de hiç parlak bir görüntü vermiyordu. 1870’lerde ulusal kurtuluş ayaklanmaları Hersek, Bosna ve Bulgaristan’da patlak verdi. Tabii olarak da; finansal iflas meydana geldi. Büyük devletlerin yeniden işlere karışmasından endişe duyan Mithat Paşa, hükümetteki bazı kişilerle birlikte bir devlet darbesi tertipledi. Darbenin sonucunda Sultan Abdülaziz tahttan indirildi (intihar süsü verilerek öldürüldü), iktidar fiilen Mithat Paşa ve işbirliği içindeki Genç Osmanlılar’ın eline geçti. Böyle bunalımlı bir süreçte tahta oturan Sultan II.Abdülhamit, Mithat Paşa ve Namık Kemal’in geliştirdiği anayasa projesini kabul etti ve 23 Aralık 1876’da anayasa coşku içinde halka ilan edildi ( Kanun-ı Esasi).(2)

Ancak bir süre sonra; Mithat Paşa’yı vezirlik makamından indiren Sultan, Genç Osmanlıları sıkı bir denetime aldı. Şubat 1878’de Meclis’i dağıttı ve yetkileri kendisinde toparladı.

1877-78 Osmanlı-Rus savaşı yenilgisi, Balkanlarda Türk egemenliğinin neredeyse tamamen bitmesine sebep oldu. Berlin Kongresi’nde, çoğu Balkan halkının bağımsızlığı tanındı. (1878). Fransa 1881’de Tunus’u ilhak etti, ardından Büyük Britanya (1882) Mısır’ı işgal etti Ekonomide de tehlike çanları çalmaya başlamıştı; 1881’de yabancı kreditörler, Osmanlı’nın kamu borçlarını kendilerinin idare (kapütülasyonlar) edebileceklerini Sultan’a kabul ettirdiler.

  1. Britannica, Osmanlı İmparatorluğu maddesi: http://www.britannica.com/place/Ottoman-Empire                          

Yabancı etkisi ayrıca devletin ordu, jandarma, filo gibi kurumlarına da girdi. 19.yy sonunda Jön Türkler, Genç Osmanlılar’ın siyasi halefleri olarak ortaya çıktılar. Jön Türklerin ilk örgütü; 1899’da kurulan ‘İttihat ve Terakki’ adlı gizli komiteydi. Balkan halklarının 20.yy. başında güçlenen ulusal kurtuluş mücadelesi ve buna bağlı olarak Şark Meselesi’nin keskinleşmesi; 1905-1907 Rus Devrimi’nin etkisinde Doğu’da gelişen devrimci yükseliş, dolaylı olarak Osmanlı’da da devrimci durumun olgunlaşmasına yardımcı oldu. Bu gelişmeler ışığında harekete geçen Jön Türkler; Temmuz 1908’de silahlı ayaklanma yapınca; II.Abdülhamid, 1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe sokmak ve meclisi yeniden açmak zorunda kaldı. (3)

Ancak Jön Türkler, devrimin sınırlandırılması politikası yürüterek iç ve dış gericiliğin emellerini kolaylaştırdılar. Nisan 1909’da gerici çevreler İstanbul’da karşı devrimci bir isyan (31 Mart Vak’ası) örgütlediler, amaçları Sultan’ın sınırsız yetkisi olduğu bir iktidarı (veya öyle göstermeye çalıştılar ki; bu konuda hala karanlık noktalar vardır) yeniden kurmaktı. Ancak Hareket Ordusu olaya müdahele etmiş ve isyanı bastırmıştı. Sorumlular tek tek idam edilirken; olaylara sebebiyet verdiği iddiası ile II.Abdülhamid üzerindeki baskılar artırılmış ve bir oldu bitti ilede tahttan indirilmişti.

İşin ilginç yanı; o andan itibaren bu defa bizzat Jön Türkler gerici çizgiye yönelmeye başladılar. Bakanlıklarda, mecliste vb. kurumlarda mevki elde eden Jön Türker, diktatörlükle suçladıkları Sultan Abdülhamid dönemini aratacak bir dikta rejimi kurmakta gecikmediler. Jön Türklerin yarım reformları,düzeninin sınıfsal özünü değiştirmedi.(4)

  1. AŞKI UĞRUNA OSMANLI’YI BİTİREN KADIN

Osmanlı İmparatorluğu’nun bu çözülme sürecinde; ilginç bir kişiliğin ‘oyun kurucu’ olarak tarih sahnesindeki yerini aldığını görüyoruz: İngiliz kadın ajan Getrude Bell…

Devletinin çağrısına hiç tereddüt etmeden uyan ve görevini en iyi şekilde yapan Bell’in, Bölge’de onca erkek ajan varken neden tercih edildiğini, neler yaptığını, görevi kabul etmesindeki en önemli sebebin ne olduğunu anlamak için, onun ilginç yaşam öyküsüne göz atmak gerekiyor.

  1. Büyük Sovyet Ansiklopedisi, Türkiye maddesi http://slovar.cc/enc/bse/2050746.html
  2. Aris Nalcı, 20 Sosyalistin Darağacı Yolu (s44) http://t24.com.tr/yazarlar/arisnalci/20-sosyalistin-daragaci-yolu,12157                                                4

Asıl adı ‘Gertrude Margaret Lowthian Bell’ olan Gertrude Bell;14 Haziran 1868’de İngiltere’nin Durham şehrinde dünyaya gelmiştir. Demir ustası ve ikinci kuşaktan baronet olan Thomas Hugh Bell ve ilk eşi Maria’nın ilk çocuğudur. Sanayici büyükbabası Sir Isaac Lowthian Bell’in etkisiyle varlıklı bir ortamda yetişir. Ailesi, üç nesildir İngiltere’nin üst sınıfında yer alan varlıklı bir aile olmasına rağmen, kendisi İngiliz toplumundaki bu seçkin çevrenin dışında kalmıştır. Üç yaşındayken annesini kaybeden Bell’i üvey annesi büyütmüştür.

Annesinin erken ölümü Gertrude’a acı günler yaşatır. Bu yıllar onu ‘iradesi güçlü’ bir ergen olarak biçimlendirirken; bir yandan da örtük bir duygusallık ve kırılganlık içindedir. Bir sanayici olan ve o dönemde diplomatik bağlantıları kuvvetli olan babası Sir Hugh Bell, kızına bu yüzden hep özel bir ilgi göstermiştir.(5)

Küçük yaşta tutmaya başladığı günlüklerden ve yazmış olduğu mektuplardan çocukluğunu özel eğitimler alarak geçirdiği anlaşılmaktadır. Özel hocalardan piyano, dans, etkili konuşma ve dil dersleri almıştır. O dönemde bir kız öğrencinin girmesi imkansız olan Oxford Üniversitesi’ne girmeyi başarmış ve Modern Tarih Bölümü’nü ‘birinci sınıf derece’ ile bitiren ilk kadın olmayı başarmıştır. Bell’in bununla beraber daha birçok meziyeti vardır. Mesela; dağcılık… İsviçre’nin Alplerine tırmanan ve ardında ‘Gertrude Zirvesi’ni bırakan bir dağcıdır o… (6)

Sekiz dil bilen bir dil bilimci; Türkiye, Suriye ve Irak’ta kazılar yapan bir arkeolog, gezdiği bütün yerlerin fotoğraflarını çeken bir fotoğrafçı, İranlı şair Hafız’ın Divan’ını İngilizce’ye çeviren bir edebiyatçı, iki kez dünyayı dolaşan bir seyyah, en önemlisi de Ortadoğu uzmanı ve İngiliz devletinin çıkarları için çalışan bir ajan…

1892 yılında İran’da bulunan dayısı İngiliz bakan Sir Frank Lascelles’in yanına giden Bell, burada elçiliğin sekreteri Henry Cadogan ile tanışmış ve âşık olmuştur. Fakat babası, Cadogan’ı araştırmış ve onun bir kumarbaz olduğunu öğrenince Gertrude’nin ilişkisine onay vermemiştir. Bell’in evlilik hayalleri suya düşmüş, düzenli bir hayat düşüncesi yok olmuştur. Bundan yıllar sonra ise esas âşık olduğu ve unutamadığı evli olan Binbaşı Doughty Wylie ile tanışacak ancak bu aşk da hazin bir şekilde bitecektir. Çanakkale Cephesi’nde Yarbay olarak görevlendirilen Wylie; Gelibolu’da bir Türk nişancı tarafından vurulacak ve hayatını kaybedecektir.

  1. Sjoholm, B. (2008), The Wide Plain and The Limitless World, Women’s Review of Books,
  2. Berry, H., A female Pioneer, British History Magazine, (s.40-41) September: 2013                                                                     5

İşte böylece hazin şekilde noktalanan bu aşk hikayesinin, Getrude Bell’in hayatında keskin bir dönüm noktası olduşturduğu konusunda hemen hemen tüm kaynaklar birleşmektedir. Ortak nokta: Getrude Bell’in, cephede vurulan sevgilisi Binbaşı Wylie’nin mezarı başında, Türkler’den intikam alacağına dair yemin ettiği doğrultudadır.

Bu ‘yemin’ olayının kanıtı olmamasına rağmen, daha sonra yaşananlar; Bell’in Türkler’den ne kadar ‘nefret’ ettiğini kanıtlar niteliktedir. Zira; koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflatmak, yıkmak ve parçalamak için gösterdiği çabanın (her ne kadar devlet çıkarları olsa da) başka bir izahı yoktur.

  1. YARBAY WYLİE GERÇEK BİR TÜRK DOSTUYDU

Bu hazin aşk hikayesinin kahramanı olan ve Getrude Bell’in mektuplarında ona ithafen; ‘‘…Sadece senin için yaşıyorum’’dediği Binbaşı Wylie’nin gerçek bir Türk dostu olduğu ve mezarının halen Çanakkale’de bulunduğu yapılan araştırmalarda ortaya kondu.

Bilindiği gibi; Çanakkale Savaşları sırasında İngiliz ordusunda Yarbay olarak görev yapan Charles Hotham Montagu Doughty Wylie, 26 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir bölgesindeki çıkarma sırasında hayatını kaybediyor. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mithat Atabay:“  Gelibolu Yarımadasında dolaşırken Seddülbahir Kalesi’nin yakınında ki bir tepede Doughty Wylie’nin tek başına mezarını görürsünüz” diyor.   Doughty Wylie’nin Osmanlı İmparatorluğu’nda çeşitli hizmetlerde bulunmuş bir kişi olarak karşımıza ilk defa olarak 1896-1897 Girit Krizi sırasında Türklerle tanışarak çıktığını dile getiren Atabay: “ Bundan sonra da hayatının son aşamasına kadar hep Türklerle beraber oldu. Baktığımız zaman kendisi 1904’ten itibaren Osmanlı İmparatorluğunda konsolos ve konsolos yardımcısı olarak görev yaptı. Özellikle Konya ve Mersin çevresinde bu görevi sürdürürken Adana’da Ermeni olayları ortaya çıkmıştı ve bu Ermeni Olayları sırasında Türk görüşlerini savunan bir kişi olarak Adana’ya gidipincelemelerde bulundu” diyor. Wylie’nin Balkan Savaşları sırasında ise İngiliz Kızılhaç’ında görevli olarak Osmanlı askerlerine yardım eden bir kişi olarak tarih sahnesine çıktığını belirten Doç.Dr. Atabay, Wylie’nin bu süreç içinde çok iyi derecede Türkçe öğrendiğini de vurguluyor. Atabay vurulma anını ve sonrasında yaşananları da şöyle dile getiriyor:

6

‘‘Tabii deniz savaşları olduktan sonra İngilizler Kara Muharebeleri ile Gelibolu Yarımadası’nı geçmek istediler. Doughty Wylie’de burada bir Kara Subayı olarak Yarbay rütbesinde Seddülbahir Bölgesinde görevlendirildi. Savaşın birinci günü Ertuğrul Koyu’na yapılan çıkarmada başarısız oldular, İtilaf Devletleri; ikinci günü yani 26 Nisan tarihinde bu defa Seddülbahir Kalesi’ni ele geçirmek için mücadele ederken Doughty Wylie’de elinde tüfeksiz bir vaziyette sadece bir şemsiyesi ve bu şemsiye aynı zamanda da baston olarak kullanılıyordu. Bu vaziyetteyken alnından vurularak hayatını kaybetti. Hemen yanındaki askerler oraya gömdüler kendisini ve savaş süresince de onun mezarı orada kaldı.

Doughty Wylie’nin eşi Lilian Wylie’nin eşinin mezarının tapusu almak için 3 defa girişimde bulunduğunu yazışmalardan anlıyoruz. Gelibolu Yarımadası tahliye olduktan sonra; 1916 yılında eşi Lilian Doughty Wylie, Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı’na ve Harbiye Nezaretine Amerikan Büyükelçiliği vasıtasıyla müracaat ediyor. O mezarın kendisine tapusunun verilmesi konusunda girişimde bulunuyor. Ancak o sırada herhangi bir sonuç alınamadığını görüyoruz.

Mütareke döneminde yani Birinci Dünya Savaşı bittikten Mondros Mütareke Anlaşması imzalandıktan sonra Lilian’ın tekrar ikinci bir girişim yaptığını bu sırada Padişah ile görüştüğünü, Padişah’ın şifai olarak “Evet, o mezar yerini size verebiliriz” demesine rağmen Osmanlı Genelkurmay Başkanı olumsuz cevap vermiştir. Şifai bir şekilde ancak kayıtlarda kalmıştır. Cumhuriyet ilanından sonra 1924 yılında tekrar bir girişim içerisinde bulunduğunu görüyoruz. O sırada Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı böyle bir şeyin mümkün olmayacağını belirterek yazılı bir şekilde Lilian Doughty Wylie’ye bildirdi. Bayan Wylie daha sonraları da birkaç kez girişimlşerde bulunduysa da bir sonuç elde edememiştir. Ancak orası mezarlıklar komisyonu tarafından, etrafına başka bir mezarlık yapılmadan korunmuş ve tek başına günümüze kadar gelmiştir. Türk dostu komutan, bugün Çanakkale Boğazı’na nazır ebedi istirahatgahında tek başına yatmaktatdır. Bayan Lilian Wylie ise o tarhlerde Türkiye’den ayrılmadı ve 1924 yılında Gebze yakınlarında bir dispanserde Türklerin, fakir olan Müslümanlara yardım için oluşturdukları bir dispanserde çalışmalarını sürdürdü. Daha sonra ülkesine döndü ve oradahayatını kaybetti.’’ (7)

  1. Boğaz Gazetesi:httpr://www.bogazgazetesi.com.tr/haber/11499-tarihi-alanda-tek-bir-mezar%20%20classs=
  2. ORTADOĞU VE ANADOLU SEYAHATLARI

Binbaşı Doughty Wylie’nin ölümünden sonra Bell, Orta Doğu’ya kalıcı olarak yerleşmiştir. Bunun doğal sonucu olarak da; Gertude Bell ile Araplar arasında sıkı bir bağ oluşmuş ve 1915 yılında ‘Arabistanlı Lawrence’ olarak tanınan Thomas Edward Lawrence ile birlikte Kahire’de bulunan İngilizler’in ‘Arap Bürosuna’ katılmıştır. İngiliz hükümetinin Bell’i tercih etmesindeki en büyük etken; onun daha önceki yıllarda Anadolu’da ve Ortadoğu’da yapmış olduğu çalışmalar ve Bölge halklarının dillerine olan hakimiyetidir. Getrude Bell, Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe’ye olan hakimiyeti ve müthiş analiz yeteneği ile öylesine iyi ilişkiler kurmuş, öylesine detaylı raporlar hazırlamıştır ki; bu durum yetkililerin, özellikle de Başbakan Winston Churchill’in dikkatinden kaçmamıştır. Bunun sonucu olarak Bell göreve çağrılır ve o da bunu (intikamı için iyi bir fırsattır) anında kabul eder. O döneme ilişkin birçok kaynağın araştırmacılara açık olduğu, hatta Bell’in hemen hemen bütün mektupları incelenebildiği halde; onun bu görevi ‘neden kabul ettiğine’ dair bir belgeye, mektuba ulaşılamaması ise ilginçtir.

Gertrude Bell’in hem tarihsel kimliği, hem de seyyah ve arkeolog kimliği; bulunduğumuz coğrafyada ve günümüzdeki siyasi etkileri nedeni ile uluslararası alanda büyük önem taşımaktadır. Anadolu’da düzenlemiş olduğu seyahatler geniş bir alana yayılmakta, bu nedenle seyahatleri temel alınarak, turistik rotalar oluşturulmasına imkan tanımaktadır. Onun çizdiği bu rotalar sayesinde İngiliz Krallığı’nin çıkar haritası belirlenmiş ve bu çalışmalar doğrultusunda hareket edilmiştir. Bu bağlamda; ‘doküman inceleme’ yolunu seçen ve Getrude Bell’in günlüklerinden yola çıkan araştırmacılar, ciddi veriler elde etmişlerdir. Burada kullanılan yol ise; ‘Doküman İncelemsi’ yöntemidir. (8)

Buradan hareketle, Gertrude Bell’in 1877-1919 yılları arasında tutmuş olduğu günlüklerin sistemli bir şekilde incelemesinin yapılmış olduğu araştırma modelinin; doküman inceleme (belge tarama) modeli olduğu söylenebilir. Araştırmalarda; Bell’in hayatı hakkında daha önce hazırlanmış olan yayınlardan elde edilen ikincil verilerden de yararlanılmıştır.

  1. Doküman incelemesi; araştırılacak konular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin analizini kapsayan mevcut kayıt ya da belgelerin, veri kaynağı olarak sistemli incelenmesidir.           Karasar, N. Bilimsel Araştırma Yöntemleri, (s22) Ankara: 2007, Nobel yayınları

8

3.1 BELL’İN ANADOLU GEZİLERİ

Gertrude Bell, ilk olarak gezilerine 1893 yılında Romanya’dan başlamış 1899 yılına kadar Fransa, İtalya, İsviçre, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa’nın çeşitli yerlerini dolaşmıştır. Buralarda ziyaret ettiği katedraller, manastırlar, kaleler, antik kentler ve müzelerden günlüklerinde söz etmektedir. İkinci kez seyahate çıkışı ise 1902-1903 yılları arasındadır. (9)

Birkaç örnek vermek gerekirse:

                                Tablo1. 1899 Yılı Anadolu Gezileri

Tarih Yer
01.05.1899 (Dardanelles) Çanakkale
03.05.1899 (Constantinople) İstanbul
07.05.1899 (Brusa) Bursa
09.05.1899 (Mondania) Mudanya
10.05.1899 (Constantinople) İstanbul

Bell’in Türkiye’ye ilk kez gelişi 1 Mayıs 1899 tarihine rastlamaktadır. Bu dönemde gittiği yerleri gösteren tablo yukarıda verilmiştir (Bkz. Tablo1). İlk olarak Çanakkale’ye gelmiştir. Burada, “Minareleri ve örtülü kadınları tekrar görmekten memnunum. Deniz boyu saatlerce gittikten sonra dik bir tepeye tırmandık, yol çok kötüydü. Bizimle beraber atlı bir asker ve bir zaptiye (*) vardı. Tepenin üzerinden Çanakkale Boğazı ile Gökçeada’yı ve ötede Semadirek’i, sonrasında Ilium ve Bozcaada’nın ötesindeki Truva düzlüğünü gördüm.” şeklinde ifadeleri bulunmaktadır.

Truva Antik Kenti’ni gezmiş burada akropolün harabelerle kaplı olduğunu söylemiş, ikinci şehirden ve kare Roma duvarlarından bahsetmiştir. “Kazıların derinliğini göstermek için harabelerin üzerinde, atık topraklardan oluşan küçük tepecikler yükseliyor; sanki Ilium’un tepesiz kuleleriymiş gibi görünüyorlar.” diyerek bir betimleme yapmıştır. Ertesi günü 2 Mayıs’ta Bell, Menderes Nehri’ne gittiğinden bahsetmektedir.

  1. Gertrude Bell Archive: 2018; gerty.ncl.ac.uk
  2. Diaries, 2/5/1899, 2018; gerty.ncl.ac.uk

* Osmanlı’da toplumun güvenliğini sağlamakla görevli er, polismemuru. (Türk Dil Kurumu)

3 Mayıs 1899’da İstanbul’a geçen ve Pera Palas Otel’de konaklayan Bell; şehirde 4 gün kalmış, bu süre zarfında 3. Ahmet Çeşmesi, Bab-ı Ali Kapısı, Çemberlitaş, Küçük Ayasofya Camii, St.Maria Diaconessa (Santa Maria Draperis Kilisesi), St Theodore Tyrone (Vefa Kilise Camii), St Savior Pantocrator (Zeyrek Kilise Camii), Kariye Camii, Süleymaniye Camii, Rüstem Paşa Camii, Bayezid Camii ve sarnıçlardan birini ziyaret etmiştir.

7 Mayıs 1899’da Bursa’ya geçmiş, günübirlik Mudanya’da dolaşmış ve Bursa Otel Anatolie’de kalmıştır. Mudanya’dan Bursa’ya dönerken güzel yeşil alanlar, zeytin ağaçları, mısır ve gelincikler, dut ağaçları; leylekler ve başka pek çok kuş türü gördüğünü belirtmektedir. 8 Mayıs günü Bursa Ulu Camii’ni ziyaret etmiştir. “Ortada büyük bir çeşme, çevresinde bir halka biçiminde oturan ve Kuran şerhi dinleyen genç ulemalar.” şeklinde gördüklerini ifade etmiştir. Camideki ışığın esas olarak kubbede yer alan merkezî bir pencereden sağlandığını belirtmektedir. Aynı gün Yeşil Camii’ni ziyaret etmiştir. Burası için “bir vizyon” ifadesini kullanmıştır. Daha sonra “Güzel oyma kapıdan önce büyük bir çınar, nefis oyma kemerler ve içeride fayanslar!” ifadeleri vardır. Caminin mavi çinilerini “harika”, caminin görünümünü ise “nefis” ifadeleriyle niteleyerek buradaki hayranlığını belli etmektedir. Sonrasında II. Murad Camii’ni gezdiğinden ve

Theodore Tyrone’dan söz ederken de “A miserable place (perişan bir yer)” ifadesini kullandığını görmekteyiz. (11)

Tekrar Avrupa’ya dönen Bell’in bir sonraki Türkiye’ye gelişi 1905 yılında olmuştur. Önce Beyrut ve Kudüs’e gitmiş ve Arapça’sını geliştirmek amacı ile bir süre burada kalmıştır. İkinci kez Türkiye’ye geldiğinde uğradığı yerleri gösteren tablo aşağıda verilmiştir (Bkz. Tablo2.)

11 Nisan 1905’teki günlüğünde Bell, İskenderun yolu üzerinde kamp kurduklarını belirtmiştir. Günlüklerde çok söz etmese de fotoğraflarına bakıldığı zaman Antakya’yı geniş bir alanı gezdiği görülmektedir.

Bölgede bir süre dolaştıktan sonra 17 Nisan’da Osmaniye’ye geçmiş, burada Toprakkale Kalesi’ni ve Ceyhan Nehri üzerinden feribotla geçtiğini belirttiği Bodrum Kalesi’ni gezmiştir. Burası için “Bir kayanın üzerinde yükselen, kayalıkların arasına güzelce yerleştirilmiş kale.” ifadeleri vardır. Bodrum Kalesi’nin yanında gördüğü bir kilisenin malzemeleri, taşları, kapıları ve sütun başlıkları hakkında detaylı bir analiz yapmaktadır.

  1. Diaries, 18/4/1905, 2018; gerty.ncl.ac.uk

                             Tablo 2

Tarih Yer
11.04.1905 (Alexandretta) İskenderun
17.04.1905 (Osmaniyeh) Osmaniye
18.04.1905 Osmaniye, Kadirli
19.04.1905 Anavarza
23.04.1905 (Atania) Adana, Seyhan
24.04.1905 Tarsus
25.04.1905 (Mersina) Mersin
29.04.1905 (Corycus) Kızkalesi
01.05.1905 (Seleucia) Silifke
05.05.1905 (Laranda) Karaman
06.05.1905 (Iconium) Konya
19.05.1905 Afyon, Eskişehir
20.05.1905 (Constantinople) İstanbul

 

Aynı gün Kadirli’ye gittiğinden bahsettiği günlüğünün son cümlelerinde; “Bu garip topraklarda onlar olmadan ne yapmam gerektiğini merak ettiğim ve durumumu sempatik Polis Efendi’ye Türkçe anlattığım, ızdırap dolu bir saat geçirdim.” diyerek o anki ruh halini ve beklediği birileri olduğunu ortaya koymuştur.

Gertrude Bell, daha sonra Adana Anavarza’ya gelmiş, burada gördüğü Ermeni kilisesinin fotoğraflarını çekmiştir. Ayrıca buradaki stadion, tiyatro ve muazzam sütunlardan söz etmektedir. 20 Nisan 1905 tarihli günlüğünde gezdiği Ermeni kulelerinden bahsederken bir anekdot aktarmaktadır.“Yakınımızda küçük bir çadırda kamp kuran bazı tüccarlar vardı. Beni kahve içmeye davet ettiler ve Türkçemden övgüyle söz ettiler. Tanrı yardımcıları olsun. Onlar Kayseri’den Müslümanlar ve Ermenilerdi, işleri koyun sürüleri ve yünleri idi. İnançlarından dolayı aralarında bir fark olmadığını söylediler. Bu duygularını alkışladım.” (12

  1. Diaries 20/4/1905, 2018; gerty.ncl.ac.uk    

11

Süleyman Demirel Üniversitesi araştırma görevlisi Mustafa Celalettin Hocaoğlu; 2013 tarihli “Gertrude Bell’in 1907 yılı Batı Anadolu Seyahati” başlıklı makalesinde, Bell’in bu gezileri yaparken Osmanlı Devleti’ni parçalamak için ileride kendisine lazım olabilecek bilgileri topladığı bilgisini veriyor. Hocaoğlu, İzmir tüccarlarından E.Whithall’den naklen şunları yazıyor: “Türk ekonomisi gittikçe bozulmuş, saray casusları yüzünden merkezi bütçe giderleri oldukça artmış, vergisini ödeyemeyenlere eskiden gösterilen hoşgörüden artık eser kalmamıştır.’’ (13)

1909 yılına gelindiğinde; Gertrude Bell’in Arap ülkelerinde bulunduğu sırada, sık sık G.Doğu Anadolu’ya girip çıktığını görüyoruz. İlk durağı; Şırnak/Cizre’dir.

O dönemdeki gezi rotasını gösteren tablo aşağıda verilmiştir (bkz. Tablo 4.)

                     Tablo 4.

Tarih Yer
15.05.1909 (Jezireh) Cizre
17.05.1909 (Basbirin) Haberli
18.05.1909 (Nisibin) Nusaybin
19.05.1909 Midyat
31.05.1909 (Amida) Diyarbakır

15 Mayıs 1909’daki günlüğünde Cizre’de gördüğü bir kaleden bahsetmektedir. Annesine yazdığı mektupta kale ile ilgili “Selçuklu mu yoksa Kürt eseri mi bilmiyorum” şeklinde ifadeleri bulunmaktadır. (14) Cizre’den sonra bölgedeki Süryani köylerini gezdiği görülmektedir. Köyleri Süryanice isimleri ile belirtmektedir. Örneğin; ‘Basbirin’ adıyla bahsettiği yer Şırnak’ın İdil ilçesine bağlı bugünkü adı ‘Haberli’ olan bir bucaktır. ‘Badibbe’ ismindeki yer ise Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı bugün Dibek Köyü olarak bilinen yerdir. 31 Mayıs 1909’da Diyarbakır’a gitmiştir. Burada, “Diyarbakır’ın minarelerini uzaktan zaten görmüştük, şimdi onlar oldukça yakınlar ve büyük duvarlar, yüksek Dicle kıyısında ayakta.” ifadeleri vardır.

  1. Mustafa Celalettin Hocaoğlu, “Gertrude Bell’in 1907 yılı Batı Anadolu Seyahati” Isparta: 2013
  2. Diaries 15-31/5/1909, 2018; gerty.ncl.ac.uk

2 ORTADOĞU GEZİLERİ

Gertrude Bell’in Doğu’ya ilgisi bölgeye yaptığı yolculuklarla artar. 1900’lerin başında Alman konsolosu Friedrich Rosen’in daveti üzerine gittiği Kudüs’te Arapça bilgisini geliştirir; Petra, Palmira ve Baalbek gibi antik kentleri keşfetmek üzere at sırtında saatlerce dolaşır. Bunlar Bell’in ilk çöl yolculuğu serisi olur ve Suriye arkeolojisine duyduğu merakını harekete geçirir. Anadolu’daki Bizans kiliseleri üzerine yoğunlaşan ilgisi nedeniyle; 1905’in Haziran ayında Kudüs’e döner ve Suriye Çölü-Konya arası bir yolculuğa girişir. Arkeolog Sir William Ramsay ile tanıştıktan sonra daha kapsamlı araştırmalar yapmak üzere bölgeyi tekrar gezmeye karar verir: Bu bu sırada ilk bulguları ‘Revue Archéologigue’de yer alır.. Yolculuğunun Suriye kısmına ait izlenimleri de “Suriye: Çöl ve Savan” (Syria: The Desert and The Sown, 1907) başlığıyla yayımlanır ve 1. Dünya Savaşı öncesi gezi literatürünün klasiklerinden biri haline gelir. Kitap politik olarak Osmanlı’nın Arap kentleri/kasabaları üzerindeki ağır etkisini ve bu ağır etkinin Bedevilerden kaynaklandığını anlatır. Kitabı, Bell’in Ortadoğu gezilerinin Batı’daki ev ve aileyle ilgili yaşama özgü kısıtlamalardan bir kaçış olduğunu da ortaya koymaktadır.

Gertrude Bell’in bir sonraki araştırma gezisi, 1909’da Fırat Nehri kıyılarındaki Roma ve Bizans hisarlarını incelemek üzere Mezopotamya’ya olur. Bell’in bu gezisi daha öncesinde Batı dünyasının tanımadığı bir bölgeyi kapsadığından, büyük bir başarı olarak saygı görür. Yolculuğuna Halep’ten başlar, Mart 1909’da Ukhaidir Sarayı’na ulaşır ve Bağdat- Musul yolu üzerinden Anadolu’ya varır. Bu yolculuk Bell’in en ünlü eserlerinden biri olacak olan “Amurath to Amurath” (1911) (Shakespeare’in King Hanry oyunundan bir replik) adıyla kitaplaşır. Kitap, İngiliz ajanı ve 1907’ye kadar Mısır Başkonsolosu olan Evelyn Baring’e (first earl of Cromer) ithaf edilmiştir. Kitabını “imparatorlukların yükseldiği ve yok olduğu boş bölgeyi devralanların ağzından gündelik hayatı kayda alma girişimi” olarak tanımlar. Bell’in bu eseri; 1908’de Jön Türkler’in politik yükselişiyle birlikte fikirlerinin imparatorluk coğrafyasına yayılması ve Osmanlı İmparatorluğu himayesindeki Arap bölgelerinde yaşanan değişim (yabancı kitapların ve çalışmaların yayınlanabilmesi, ifade özgürlüğü ve bağımsızlık hareketlerinin -özellikle Müslüman olmayan azınlıklar için- yükselişi gibi diğer gelişmeler) açısından da önemlidir. Evelyn Baring’e İngiltere’de Jön Türkler hareketine sempatiyi artırma hususunda kendisine yardım etmesi için tavsiyede bulunur.

1911’de Mezopotamya’ya yaptığı bir sonraki keşif gezisinde Bell, Ukhaidir Sarayı’na ilişkin daha ayrıntılı bir inceleme yapma imkânı bulur. Bu incelemeyi, kişisel eskiz ve çizimlerini bir Alman akeoloji grubuyla değiştokuş ederek zenginleştirir. Bell’in Hellenic Journal’da (1910) yayımlanan bulguları, “Ukhaidir Camisi ve Sarayı: Erken İslam Mimarisi İçin Bir Çalışma” (The Palace and Mosque of Ukhaidir: A Study in Early Mohammadan Architecture, 1914) isimli arkeolojiye önemli katkısı sayılan eseri için bir ön çalışma niteliğindedir. Bell’in mektuplarında Ukhaidir, Antik Mezopotamya ile modern Irak arasındaki tarihsel sürekliliğin ulusal bir sembolü olarak belirir. Bell 1909-11 arası Osmanlı Mezopotamyası’ndaki arkeolojik gezisinin sonuçlarını da (Erken Dönem Hıristiyan Mimari Örneği: Tur Abdin) çeşitli yerlerde yayınlar. (15)

Aralık 1913’te Bell, Şam’dan deve kafilesiyle yola çıkar. Diğer yolculuklarında olduğu gibi, Arap rehberlerden oluşan heyetin içindeki tek Avrupalı’dır. Amman üzerinden Nefud Çölü’nü geçerek Şubat 1914’te Hail’e ulaşır. Bell, Amir İbn Rashid’in yokluğunda şeyhleri tarafından 11 gün tutsak edilir. Bağdat’a dönerken, Mayıs 1914’te, Şam’a varır. Yolculuk notlarını yayınlamak niyeti savaş nedeniyle sekteye uğrasa da, 1918’de Kraliyet Coğrafya Topluluğu tarafından altın madalya ile ödüllendirilir. Ölümünden sonra D.G. Hogarth, Bell’in notlarını ‘Geographical Journal’da yazar. (Hogart, Dr. D.G, Gertrude Bell’s Journey to Hayil, Royal Geographical Society, London:1927)

Doughty-Wylie yararına yayımlanan bir derginin Amman-Şam bölümü ile birlikte Bell’in yolculuk boyunca tuttuğu günlüğü 2000 yılında basılır. Yolculuğa ait günlükleri ve mektupları 1. Dünya Savaşı arifesindeki Arabistan’da şehir yaşamının ve gelenek-göreneklerinin renkli tasvirlerini içerir.

  1. KADINLARIN OY KULLANMASININ KARŞISINDA OLAN BİR KADIN

1914 öncesi yıllarda Bell’in, göze çarpan sosyopolitik çalışmalara da imza attığını görüyoruz. İngiltere’de kadınlara oy hakkı tanınmaması için kampanyalar düzenler ve 1908’de bu anlayışın ürünü olarak kurulan Kadınların ‘Ulusal Anti-Oy Hakkı Birliği’nin önce kurucu üyesi 

  1. Bilim ve Gelecek: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2018/05/11/ortadoguda-bir-ingiliz-arkeolog-ve-ajan-gertrude-bell//                                                

14

daha sonra da kuzey bölgesi başkanı olur: Birlik, 1910’da Lord Cromer başkanlığındaki Kadınlara Oy Hakkına Karşı Ulusal Birlik’in (National League for Opposing Woman Suffrage) çatısı altına girer. (16)

Bell’in ailesi de bu konuda ikiye bölünmüştür: Babası ve üvey annesi kadınlara oy hakkı tanınması fikrine karşı çıkmaktayken,üvey kız kardeşi Molly ise bunun anayasal hak olduğunu savunmaktadır. Gertrude “anti-oy hakkı” görüşünü benimseyen varlıklı, imparatorluk taraftarı bir kadın grubunun içinde yer alır. ‘Mary Ward’s Yerel Yönetimler İlerleme Komitesi’ni desteklemektedir. 1912’de kurulan bu komite, kadınların yerel hükümet içinde uzmanı oldukları alanlarda (sağlık, eğitim, sosyal yardım gibi) etkin biçimde çalıştırılabilecekleri iddiasını savunur.

  1. AJAN GERTRUDE BELL

1915 sonbaharında Kahire’deki ordu istihbarat biriminin; İngiliz unsurlarına destek verecek savaş öncesi Arabistan’ı bilen bir uzman arayışı, Bell’in karşısına bölgeye dönüşünü sağlayacak fırsat olarak çıkar. Arkeolog Dr. D. G. Hogarth’ın davetiyle,1915’te Kahire’ye ulaşır.

Takip eden yıllarda resmen ‘Arap Bürosu’ ismiyle anılacak bu istihbari organizasyon, 1916’da Britanya’nın bölge politikasını yeniden oluşturmak üzere ordu genel karargâhı istihbarat bürolarına ek olarak kurulur. Başlangıçta Hogarth’ın yönetiminde; görevliler arasında Ronald Storrs, Kinahan Cornwallis, G. P. Dawnay ve T. E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence) bulunur. Amaçları Osmanlıların bölgeden ayrılışını hızlandırmak ve savaş bittiğinde Ortadoğu üzerinde hegemonyasını sağlamak üzere Britanya ile Araplar arasında bağ kurmaktır.

Gertrude Bell; “Mezopotamya’da Kendi Kaderini Tayin Hakkı” (Self-determination in Mesopotamia, 1919) ve ‘Suriye Ekim 1919’ (Syria in October 1919) başlıklı iki hatıratında da, Arap özyönetiminin uygulanabilir seçenek olduğunu savunur. Bölge’deki önde gelen İngiliz ajanlarından biri olan Wilson tarafından oluşturulan heyetin resmi raporu olarak hazırladığı belgedeki “Mezopotamya’da Sivil Yönetimin Gözden Geçirilmesi” (Review of the Civil Administration of Mesopotamia) metniyle övgü toplar. Bu çalışması Irak’ın aşiret bölgerinin sosyal koşullarını geniş biçimde ele alan bilgi kaynağı olarak öne çıkar.  

  1. Of Sacrifice In The Scope Of Innovation, (s31) Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 15

“1917’de Bağdat’a gelen Bell, orada Arap halkıyla ilişkilerden sorumlu bir kurtarıcıdır. Sonunda Türkler’den kurtarılmış bu toprakların siyasi haritacısı, ingiliz kraliçesidir. Mektuplarında ailesine Irak haritasını çizdiği uykusuz gecelerden söz ederken,Alice’in kupa kraliçesini hatırlatır. Lawrence’ın can dostu Faysal’ın; yeni kurulan, sınırları kendisi tarafından çizilen Irak’a kral ilan edilmesinden sonra, Bell, “Bir daha kral yaratma işine katiyen bulaşmayacağım.

Sinirleri çok yıpratan bir iş” diye yazar. Bu sözlerinde, geldiği kültürün benzersiz özelliklerinden olan sek mi sek bir mizah duygusundan eser yoktur. O, gerçekten de, dünyanın bu tarafında işlerin böyle gitmesi gerektiğine inanmakta, mezopotamya’da herhangi bir söz üretecek uygarlık iradesiolmadığından dem vurmaktadır. Bütün adetlerin farklı olduğu bu şehirdeki gözlemleri oryantalizmin kolaycılığından nasibini almıştır. Bir hastane ziyareti sonrası, Yüzbaşı Doktor Evans’ın aktardıklarından etkilenir. Tıbbi hizmetin önemi konusunda basit insani kaygıların ötesine geçen saptamaları vardır. “Tıbbi örgütlenme birincil öneme sahip, sadece yapılacak çok iş olduğundan değil, aynı zamanda çok iyi karşılandığından. Bu açıdan bakacak olursanız paha biçilmez bir siyasi değeri var. Hastane ve dispanserler insanların dile getirdiği ilk ihtiyaç, kadın erkek üşüşüyorlar, üstelik her tür tedavi ve ameliyatı tereddütsüz kabul ediyorlar. Yüzbaşı burada ortalama yaşam süresinin Avrupa’dakinden çok daha uzun olduğunu söylüyor. Bizim memlekette yapmaya cesaret edemeyeceği ameliyatlardan sağ çıkıyorlarmış. Sinir sistemleri çok daha güçlü. Şoka girmiyorlar…” Ne var ki Bağdat’a vurulmuştur. Oranın halkından gördüğü yakınlık, bütün dünyayı elinin altındaki bir satranç tahtası gibi algılayabilmenin böbürlü ferahlığı bütün yazdıklarından okunur. Deliler gibi çalışır. Bağdat’a Arkeoloji müzesi’ni kurar. Ama Bağdat; o bin bir gece masalının, bin bir desisesi üstüne kurulu sinsi canavar, Bell’i de usul usul zehirlemektedir. Mektupları gitgide hastalık ve depresyonların damgasını yer. Sonunda ‘çölün kızı’, ‘Irak’ın taçsız kraliçesi’, Bağdat’ta onuncu yılını dolduramadan, 1926 yılında hastalıklar ve en önemlisi yalnızlık sonucu uyku haplarının şefkatine sığınır. ” (17)

Irak’ı kuran, sınırlarını cetvelle çizen ve Kralını tayin eden Gertrude Bell’in mektuplarında bir başka dikkat çeken nokta da; Kerkük’ün bir Türkmen şehri olduğunu açık bir dille ifade etmesidir. Bell, 14 Ağustos 1921 tarihinde babasına yazdığı mektubunda “Irak’ta Referandum

  1. Türker,Yıldırım, Radikal Gazetesi, 7 Ağustos 2006

16

yapıldı ve Kral Faysal oy birliği ile seçildi ama Kerkük, Kralın lehine oy kullanmadı. Kerkük’ün içi ve ilçeleri Türkmenler’den, bazı köyleri ise Kürtlerden oluşuyor.’’ diyor. (18)

Gertrude Bell, bugünkü Irak’ın sınırlarının çizilmesinde belirleyici isim olmuştur. İsmi Arap dünyasında efsane halini alan Bell, Araplar arasında ‘Çölün Kızı’ ‘Irak’ın Taçsız Kraliçesi’ ve ‘El Hatun’ diye biliniyordu. Nisan 2003 tarihinde Bağdat’ta işgal sırasında yağmalanan Irak Müzesi’nin kurucusu (1923) Gertrude Bell’dir. Irak’ın ilk Eski Eserler Genel Müdürü de odur. Bu görevde üç yıl çalışmış ve bugün Mezopotamya medeniyetinin en önemli ve eski eserleri merkezlerinden sayılan Bağdat Müzesi’ni kurup başına geçmiştir.

Ünü dünya sınırlarını aşan kadın casus Gertrude Bell, babasına yazdığı son mektupta, “Sevgili baba, artık durmalıyım. Daha fazla yürüyemeyeceğimi hissediyorum…” diyerek belki de intiharının ilk ipucunu verir. 12 Temmuz 1926’da 58 yaşındayken, aşırı dozda uyku ilacı alarak (bu ölümle ilgili de şüpheler vardır) hayatını noktalar, Bağdat’ta gömülür. Bıraktığı vasiyetinde; 50 bin Sterlin tutarındaki parasını, Bağdat Müzesi’nin geliştirilmesi için bağışlar.

Gertrude Bell arşivi; anne-babasına yazdığı 1600 detaylı ve canlı ifadeli mektuptan, gezi sırasında tuttuğu 16 günlükten ve 40 diğer (kitap, makale) kalemden oluşur. Arşivinde ayrıca; 1900-1918 tarihlerinde çekilmiş 7 bin fotoğraf da vardır. Ortadoğu tarihi eserlerine ait olanları paha biçilmezdir, çünkü bunların çoğu aradan geçen sürede yıkılıp gitmiş ve bazen de tamamen izleri silinmiştir Diğer yandan; çöl kabileleri ile ilgili çektiği fotoğrafları antropolojik ve etnografik açıdan oldukça kıymetlidirler. Bell aynı zamanda; yedi kitabın, akademik bültenlerden The Times’a kadar pek çok ciddi yayın organında yayımlanan sayısız makalenin, Britanya hükümeti tarafından bir başyapıt olarak değerlendirilen Beyaz Kitap’ın da yazarı.

Çok farklı bir kültürden gelen, o dönem için bir kadından beklenmeyecek başarılara imza atan ve yaptığı akılalmaz işlerle tarihe damga vuran bu ünlü kadın casus için söylenen şu sözler oldukça ilginçtir: ‘‘Ortadoğu haritasını cetvelle yeniden şekillendirecek kadar güçlü, ünlü casus Lawrance’a hocalık yapacak kadar yetkin, kadınların üniversitede okuyamadığı bir dönemde Oxford’u birincilikle bitiren ilk kadın olabilecek kadar donanımlı…  Böyle bir insan nasıl olur da aşkı uğruna koskoca bir imparatorluğu parçalamak için canhıraş mücadele edebilir?’’

  1. El-İrak Fi Resail el-Miss Bell (Bayan Bell’in Mektuplarında Irak), Tercüme ve yorum: Cafer el-Hayyat, (s38) Arap Ansiklopediler Yayınevi, Beyrut: 2003.

Sonuç

Bugüne kadar hakkonda binlerce makale yazılan, tezler hazırlanan, hayatı fimlere ve kitaplara konu olan İngiliz kadın Ajan Gertrude Bell, namı diğer ‘Çöl Kraliçesi’ günümüz Ortadoğusu’nda yaşananlara bakıldığında, bundan sonra da çok konuşılacağa benziyor.

Newcastle Üniversitesi tarafından yayınlanan ‘Gertrude Bell Arşivi’ o dönemdeki ülkelerin hem sosyal durumunu görmek hem de tarihi eserlerin o günkü durumlarını bakıp bugün ile bir kıyaslama yapabilmek açısından önemli bir kaynak konumundadır. Ancak arşiv incelendiğinde günlüklerin ve mektupların tamamının paylaşılmamış olduğu fikri uyanmaktadır. Bakıldığı zaman ilk günlüğünü dokuz yaşında yazdığı, yirmi beş yaşına kadar geçen zamanda arada bir boşluk olsa da bundan sonra düzenli bir şekilde günlük tuttuğu anlaşılmaktadır. İncelendiğinde; bazı yılların ve aylarıngünlükler içerisinde yer almadığı görülmektedir. Günlüklerin tahrip olduğu, sağlam bir şekilde hepsinin günümüze ulaşmadığı fikri hakim olsa da; var olan günlüklerin durumuna bakınca,bunun pek mümkün gözükmediğini söyleyebiliriz. Çünkü paylaşılmış olan aylar içerisinde o ayın tüm günlerine ait notlar yer almaktadır. Yani verilen günlükler düzenli bir şekilde atlamadan sunulmaktadır. Bu durumda da; günlüklerin yer yer tahrip olması pek akla yatkın gelmemektedir.

Her ne olursa olsun; gerek kendi mektuplarından, gerek günlüklerinden, gerekse kendisi hakkında yazılanlardan yola çıkılırsa, Gertrude Bell’in üzerine aldığı ‘görevi’ layıkı ile yerine getirdiğini kabul etmek gerekiyor. Arkeolog kimliği ile yapmış olduğu geziler, gözlemler ve Bölge halkının dillerine hakimiyeti ile elde ettiği bilgiler sayesinde öylesine bir konuma gelmiştir ki; sınırlar çizmiş, ülkeler kurmuş, krallar atamıştır. Ama ülkesinin çıkarları, ama ‘aşkının intikamı’ için olsun;  yaptıkları insanlık tarihi açısından unutulmayacak şeylerdir.

Çünkü; onun çizdiği sınırlar ve kurduğu ülkelerde bugün bile kan ve gözyaşı hakimdir. Örnek vermek gerekirse: Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü, Suriye’de 2011’den bu yana devam eden iç savaşta ölenlerin sayısının 500 bini geçtiğini açıkladı. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi verilerine göre ise; Suriye’de 6.1 milyon insan yerinden oldu, 4.8 milyon insan da yurtdışında. sığınma talebinde bulundu. BM Soykırım Konvansiyonu’na göre; Irak’ta ise 2,3 milyon ölüm ve 6 milyon göç olayı yaşandı.(19)

19.UN Genocide Convention:  http://www.edwebproject.org/sideshow/genocide/convention.html 

Ama şu bir gerçek ki; Gertrude Bell’in ‘kan ve gözyaşı’ üzerine kurduğu her şey, ‘mazlumun ahının tutması’ misali yok olmaya başlamıştır. Önce kendisi vatanından, ailesinden, sevdiklerindenuzak, yalnız, mutsuz, keder içinde yaşamına son vermiş; bin bir zahmetle ve kendi parası ile 4 yılda kurduğu ‘Irak Ulusal Müzesi’ 2003’teki ABD işgali sırasında yağmalanmış, yerle bir edilmiştir.

Onun entrikaları ile Türkleri sırtından hançerleyen ve ‘krallık tahtına’ oturanlar da bu ‘lanettten’ paylarını aldılar. Arap coğrafyasını Osmanlı’dan koparan Şerif Hüseyin sürgünde öldü. Irak Kralı yapılan oğlu I.Faysal basit bir ameliyatta masada kaldı; biri otomobil kazasında ölürken, bir diğeri isyan sırasında paramparça edildi.

Kurşunlanan da oldu deliren de…

Yani; ‘Çöl Kraliçesi’ Gertrude Bell ülkesine yer altı zenginlikleri’ ile dolu toprak parçalarını kazandırırken, ne kendine ne de çevresindeki hiç kimseye ‘hayır’ getirmedi…

KAYNAKÇA

  1. Aris N., 20 Sosyalistin Darağacı Yolu (s44)  http://t24.com.tr/yazarlar/aris-nalci/20-sosyalistin-daragaci-yolu,12157
  2. Bilim ve Gelecek:  https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2018/05/11/ortadoguda-bir-ingiliz-arkeolog-ve-ajan-gertrude-bell//
  3. Berry, H.,  A female Pioneer, (s40-41) British History Magazine,  September: 2013
  4. Britannica, Osmanlı İmparatorluğumaddesi:   http://www.britannica.com/place/Ottoman-Empire
  5. Boğaz Gazetesi: http://www.bogazgazetesi.com.tr/haber/11499-tarihi-alanda-tek-bir-mezar%20%20classs
  6. Büyük Sovyet Ansiklopedisi, Türkiye  maddesi  http://slovar.cc/enc/bse/2050746.html
  7. Diaries 2/5/1899, 18-20/4/1905, 15-31/5/1909, 2018; gerty.ncl.ac.uk
  8. El-İrak Fi Resail el-Miss Bell (Bayan Bell’in Mektuplarında Irak), Tercüme ve yorum: Cafer el-Hayyat, /s38) Arap Ansiklopediler Yayınevi, Beyrut: 2003.
  9. Gallagher, N., Review of Gertrude Bell: Queen of the Desert, Shaper of Nations, Georgina Howell, (s108-114) Journal of Historical Biography: 2007 
  10. Gertrude Bell Archive: 2018; gerty.ncl.ac.uk
  11. Hocaoğlu, M.C., “Gertrude Bell’in 1907 yılı Batı Anadolu Seyahati” Isparta: 2013
  12. Iraq’s Founding Mother , (s32-34) The Nation, July, 2007
  13. İpçioğlu, M., Gertrude Bell’in Anılarında Konya, (s250-253) Selçuk Üniversitesi Sosyal. Bilimler Enstitüsü Dergisi, Konya:2009
  14. Karasar, N. Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Ankara: 2007, Nobel yayınları
  15. Of Sacrifice In The Scope Of Innovation, (s31) Selçuk Ünv. Sosyal Bilm. Enstitüsü Dergisi
  16. Sjoholm, B., The Wide Plain and The Limitless World, Women’s, (s28-29) Review of Books, 2008, (January-February, Vol.25, No.1)
  17. UN Genocide Convention:http://www.edwebproject.org/sideshow/genocide/convention.html
  18. Wallach, J., Çöl Kraliçesi Gertrude Bell’in Olağanüstü Yaşamı, (s45) Çev: Püren Özgören, İstanbul:  Can Yayınları, 2015
  19. Yıldırım, T., Radikal Gazetesi, 7 Ağustos 2006