35 yıl önce (16 yaşımda) elimde fotoğraf makinesiyle Güneş Gazetesi’nin binasının önündeydim.. Görüşmek üzere ULVİ BABA, görüşmek üzere.. Yaşar Gürsoy (Öğrencin)

35 yıl önce (16 yaşımda) elimde Canon Automatic marka fotoğraf makinesiyle, Güneş Gazetesi’nin (gerçek olan) Laleli’deki binası önünde, soğuk bir Mart günü, uzuuun bir kuyrukta tirtir donmayı göze alarak bekliyordum. Altı yaşımda damarıma zerk edilen gazetecilik aşısıydı belkide üşümememi sağlayan.
Kuyruk çook uzundu. Gazete binasına gruplar halinde alınan ve kimisi kısa sürede üzülerek, kimisi sevinçle çıkanlar “Öğrenci Muhabirler” idi. Gazete gençleri gazetecilik mesleğine teşvik için bir uygulama başlatmıştı.
Kadro müthişti. Hatırladığım kadarıyla sahibi Mehmet Yılmaz, yazar Mete Altan, Haber Müdürü Altan Aşar, fotoğraf editörü Gündüz Serdengeçti’ydi…
Vee Ulvi Baba! Ulvi Yanardağ…
Az önceki satırlarda adları geçenlerin hiçbirini tanımıyordum o soğuk mart günü. Meğer ne “ULVİ” gazetecilermiş! Meğerse, ben o kuyrukta beklerken o gün itibariyle hayatımın 35 yılını ne de ulvi yaşayacak, iki evladımı büyütecek ve her türlü güçlüğe rağmen ne de güzel ve onurlu anılar biriktirecekmişim…

Kuyruk uzundu. Beşyüz öğrenci vardı desem abartmış olmam. Sıra bana geldiğinde saatlerdir üşümemin titrettiği dizlerimin heyecandan titrediğine mani olamamıştım…

Rahmetli Altan Aşar’ın karşınındaydım. “Neden gazeteci olmak istiyorsun?” diye sorduğu hiç aklımdan çıkmaz. “Heyecanlı…” demiştim yanıt olarak. Heyecanı severdim. Tren raylarında büyütmüştüm çocukluğumu. Altı yaşımda istasyonlarda akşam saatlerinde “meyhane baskısı gazete” satan yaşça büyüklerimden heves etmiştim gazeteci olmayı. Heyecanlıydım. 8 yaşımda inşa halindeki binaların iskelelerine çıkıp 4. Kattan kuma bedenimi bıraktığımda olmuştu…

Altan Aşar mülakatını aşmış olacağım ki, sırada fotoğraf üstadı yakışıklı ustam Gündüz Serdengeçti vardı. Kısa bir konuşmanın ardından kendimi Topkapı Surlarının tepesinde buldum. Gündüz abinin verdiği siyah-beyaz parça filmle (36 kare olmayan) o zamanlar inşa halinde olan kavşak çalışmasını (eski Anadolu-Trakya Otogarı) görüntüleyecektim.

Kar ve buz vardı. Surlara tırmanmak hiç kolay olmamıştı. Dondum, çektim, döndüm.
Filmin banyosu için, gazetenin mis kokusunu içime sindirirken bir saatten fazla sabrımla didiştim…

Film çıktı, görüntü yoktu. Gündüz abinin kaşları çatık, az muzip gülüşü “hüsran, buraya kadar” diye düşünmeme yolaçtı.

Ama öyle olmadı!
O surlara gün içinde 4 kez çıkıp indim, fotoğraf çektim, görüntü her defasında berbat çıkıyordu…

Meğer ne kadar “ulvi gazetecilerle tanışmışım!
Meğerse fotoğraf makinem her seferinde ayarını bozmuş (!), meğerse filmi banyo eden aletler her seferinde arıza yapıyormuş(!)

Ve günün sonunda gazeteye Öğrenci muhabir olarak kabul edilsin. Sonraki günlerde yaşadığım bölgedeki haberleri fotoğraflayıp, sözüm ona yazısını yazardım…

Mete Altan’ın ayakkabılarını boyacıya götürdüğümde oldu, yanlışlıkla özel daktilosunda habet yazdığımda fırçasını yediğim de…

Günler geçmişti. Ulvi bir gazeteci abimle daha tanıştım. Sonrasında adının ardına Baba denilecek bir usta ile! ULVİ YANARDAĞ…

İlk tanışmamızda, gazetecilik mesleğiyle ilgili bana, “hemen kaç, kurtul bu meslekten!” demişti. Ve yıllar sonra mesleğe her yeni başlayana da aynını söyledi şaka yollu..

Ulvi Baba gazeteciliği sevmişti, ben ve benim gibi köpükler de Onu çok sevdik. Ama en çok SAYGI duyduk!..

Bugün boğazımda kocaman bir düğümle gezdim. Ama çok da mutlu hissettim bir yandan. Meğer ne “ulvi” gazetecilerin tezgahında yoğrulmuşum…

Görüşmek üzere ULVİ BABA, görüşmek üzere…

Yaşar Gürsoy
(Öğrencin)

15 Mayıs 2019