H’ARAP İSLAMBUL.. Yavuz Can Yazıcı’dan muhteşem bir tespit

H’ARAP İSLAMBUL

Patlamış nüfus ile beton yatırımlarına odaklanıp trafik keşmekeşi arasına sıkışıp kalmış İstanbul’u, sözde kalmış “dünya kenti” kimliğinden çıkarıp daha da h’Arap etmişsin, ekranlara çıkanlar turizm adına 2019’a ümitli baktıklarını zorlama bir iyimserlikle ifade ediyorlar.

Uzunca bir aradan sonra, gitmeyi sürekli reddettiğim Taksim’i geçtiğimiz gün bir toplantı nedeniyle zorunlu olarak gördüğümde o çirkinliğe bakıp gözlerime inanamadım. Meydanından ara sokaklarına, toplu ulaşım araçlarından taksilerine, otellerinden lokantalarına kadar tam bir pespayelik ve keşmekeş hakimdi. Taksim’den Şişli istikametine uzanan alandaki açık hava festivali şeklinde sergiledikleri de tam evlere şenlikti. Güya Türkiye’nin çeşitli yörelerinden el sanatları diye bir şeyler getirmişler ama kimi stantların önünde göstermelik el emeği, göz nuru zanaatkarlık bile sahteydi.

Beyoğlu’na girmek bile istemedim, yürüyüşüme devam edip trafiğe kapalı, oteller bölgesi Talimhane’ye vardığımda, ihtiva ettiği turist kılıklı figürleri, paçoz cafe’leri, garson müsvettesi restoranları ile berbat görünüyordu.

Ya Tarihi Yarımada Sultanahmet, Taksim ve Beyoğlu’nun pespayeliğinden çok mu farklı?

Karaköy’ün kıyı kesiminde, özellikle Fransız Geçidi tarafında bir hevesle açılmış, nispeten şık gibi görünen kahve ve restoranlar dışında etraf tam bir curcuna… Bir yemek için gitmeye kalkın toplama garsonlarla nasıl servis verildiğini görün, paranızla rezil olun.

Karaköy’den Eminönü’ne mecburen Galata köprüsünden geçerken heybetli duruşu ile ilk gördüğünüz Yeni Cami diye bilinen 350 küsur yıllık Valide Sultan Camii’nin sağ tarafındaki Mısır Çarşısı ve etrafındaki derme çatma yapıların çirkinliği tarihi yapıyı gölgede bırakacak kadar pespaye bir halde. Bu hal ve görünüm hiç değişmediği gibi her yıl artan trafik keşmekeşi ve sözde düzenlemelerle daha da beter bir çirkinliğe bürünüyor.

Oysa tarihi doku etrafındaki yeni gibi duran süprüntü yapıların çoktan temizlenmiş olması gerekmez miydi?

Sirkeci ve Eminönü’nden Boğaz’a uzanan kıyı şeridinin bakımsızlığına, Bebek, Ortaköy, Beşiktaş, Ortaköy’ün pespaye keşmekeşliğine, Etiler, Şişli ve Nişantaşı’nın aleladeliğine, Fatih’in pejmürdeliğine, yan yana AVM’leri ile Levent’in kuru kalabalığına, sokak ve caddelerinin pisliğine değinmiyorum bile…

Anadolu ve Avrupa yakalarının ötesine uzanan çarpık yerleşimleri ile her kentten, Ortadoğu’dan göç ve göçmen çeken abartılı nüfusu ile 4 ayrı il olması gereken İstanbul’un bu rezil haliyle neresinden tutsanız, elinizde kalır.

Girilemez denizi, bitmeyen inşaatları ve motor gürültüleri ile dev bir şantiyeden başka hiçbir özelliği olmayan İstanbul’a Avrupalı, nitelikli, zengin turist niye gelsin?

Betona yatırım yapacağına kanun hükmünde kararnamelerin, kamulaştırma olanaklarınla, sözde değil işin özünde yatan tarih ve kültür mirasına önem verseydin 8 bin yıllık geçmişinde üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış İstanbul, dünyanın dört bir yanından turist çeker, böyle h’arap olmazdı…

Yavuz Can Yazıcı