DARÜŞŞAFAKA ve tarihi kırgınlıklar…

155 yıldır Türkiye topraklarında en büyük hayrı işleyen bir vakıftır Darüşşafaka.

1863’ten beri, yoksul, yetim, öksüz, kolu kanadı kırık, muhtaç, kısacası dezatavantajlı kim varsa onların yavrularına kucak açan, adı üstünde, bir “Şefkat Kapısı” olmuştur.

Biz de, yaklaşık 80 kardeşimle birlikte sınavı kazanarak 1968 yılında o kapıdan girdik. O ulvÎ insanların, o elleri öpülesi bağışçıların sağladığı imkânlarla, bu topraklarda bizim yaşlarımızda çocuklara verilebilecek (iddia ile söylüyorum) en kaliteli eğitimi aldık. O bağışçılardan hayatta olmayanların ruhları şâd olsun. Olanların da ellerinden binlerce kez öpüyorum.

Bugün ne biliyorsak, bugün hangi olumlu vasıfları haizsek, bugün çantamızda bagajımızda ne varsa, en az analarımız babalarımız kadar o günlerde bu Şefkat Yuvası’nın bizlere kazandırdığı yeteneklere, zihinlerimize yüreklerimize doldurduğu hazine değerinde cevherlere borçluyuz. Milyonlarca kez müteşekkirim.

Bugün Darüşşafaka’da Geleneksel Pilav Günü vardı.

Ve bugün, benim gibi 1968-69 Eğitim Öğretim yılında o kapıdan içeri girenlerin “50. Yılını Kutlama Sertifikaları” dağıtılmış. Canımın içi sevgili kardeşlerimden gelen bazı fotoğrafları gördüm. Gözlerim nemlendi. Hepsini can-ı gönülden kutluyorum. Ama ben orada değildim. Okulun bahçesinden gelen sesleri duyacak kadar yakın oturan (belki de) tek Daçkalı olmama rağmen, gitmedim.

Bu, benim için çok iyi düşünülmüş bilinçli bir tercihti.

Çünkü o kurum (yukarıda minnetle andığım bağışçılarından ve kurumun manevi şahsiyetinden ayırıyorum) bizlere, benimle birlikte bir grup arkadaşıma tarihi bir özür borçludur. Nedenini bilen bilir. Bundan 42 yıl önce (1976), okul-vakıf yönetimi bizlerin eğitim-öğrenim hakkımızı elimizden almış, siyasi nedenlerle disiplin kurulu marifeti ile kapının önüne koymuştur. Hem de aralarında benim de bulunduğum 18 kişiyi, son sınıfta ders yılının bitimine (yani mezuniyetimize – yani Darüşşafaka Diploması almamıza) 10 gün kala kapının önüne koyuvermiştir.

10 gün için (sadece 10 gün) gidip, anacığım babacığımla, başka yerlerde yalvar-yakar okul arayıp, oralarda liseyi bitirip mezun olmuşuzdur.

Bunun ne anlama geldiğini bilen bilir. Bunun 19 yaşında bir gençte yarattığı travmayı tahmin eden eder. Başka bir ayrıntı vermeyeceğim. Buna rağmen, gittik lise diplomalarımızı kazandık, bazılarımız okuyup çok “büyük adamlar” oldular, bazılarımız olamadık filan. Bunlar önemli değil.

Ben, bu tarihi ayıp için kurumun bizden özür dileyeceği günü bekledim hep. Bu ülkede, faşist yönetimler bile (riyakârca da olsa) Dersim’in özrünü dilediler, 1915 olaylarının özrünü dilediler. Ama Darüşşafaka 1974’te, 1975’te, 1976’da olanların özrünü dilemedi. Böyle bir uygulama vardır yoktur bilemem. Ben hissiyatımı dile getiriyorum.

1968’de o kapıdan girmiş olmanın değil, 1976’da (mezuniyete 10 gün kala) o şekilde o kapının önüne koyulmuş olmanın anlamı önemli. O kırgınlık benden hiç gitmedi.

O nedenle bugün verilen 50’nci yıl Sertifikalarını alan arkadaşlarımı kutluyor, hepsini yanaklarından hasretle öpüyor, ama duygularımı da buraya not düşmek istiyorum.
Ben almaya gitmedim. Almayacağım.

Bu, ne Darüşşafaka’nın yüceliğine gölge düşürür, ne de benim şahsiyetimi zerre kadar etkiler. Kurumlar şahıslarla tartıya girmezler. Ama kayda geçsin istedim.

Hissiyatım budur.
6.5.2018

Zafer Arapkirli