Çoğunluk onlardaydı ama Allah’tan gerçek Hakim ve Savcılar da vardı. Peki, FETÖ’ye o dönem kimler yardım etti? Cemil Özyıldırım kimse unutmasın diye yazdı.. (En acısı devletin en tepesinin “ilgileneceğim” demesi ama seyretmesiydi. O şimdi parti kuruyor)

Ergenekon - İlker Başbuğ

Gurur intiharı edenler ve o dönem hayatını kaybedenler şehit sayılmalıdır..

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ:  ‘’TSK ele geçirilmek istendi’’

“Hayatımda hiç hukuksuz davranmadım.
Demokrasiye olan bağlılığım da ortadadır.
Şahsımla ilgili bir yargılama yeri Yüce Divan’dır.
Bu nedenle mahkemenizin beni yargılamakta görevli olmadığını düşünüyorum.
Savunma yapmayacağım, hiçbir soruya da cevap vermeyeceğim”

Silivri 5 Nolu L tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan ve 26 Mart 2012 tarihinde hakim karşısına ilk kez çıkan eski emekli Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, mahkeme heyetine bu sözlerle kararlılığını bildiriyordu.
İrtica ile Mücadele Eylem Planı Davası’nın 30 Aralık 2011 tarihindeki duruşmasında, Beşiktaş’taki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının İlker Başbuğ hakkındaki suç duyurusu kabul edildi.
İlker Başbuğ, 6 Ocak 2012 tarihinde tutuklandı.
Duruşma savcıları Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın ve Murat Dalkuş,18 Mart 2013 tarihinde mahkemeye sundukları 2 bin 271 sayfalık esas hakkındaki mütalaalarında Ergenekon terör örgütünün varlığının sabit olduğunu belirtiyordu.
Aralarında İlker Başbuğ, Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Doğu Perinçek’in de bulunduğu 64 sanığın cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılması isteniyordu.
İddianame, 15 Şubat 2012’de İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
Çapraz sorgusu da yapılamayan İlker Başbuğ, duruşmalara 8 kez katıldı.
Öte yandan sağlık sorunları nedeni ile emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Prof. Dr. Mehmet Haberal ve Orgeneral Nusret Taşdeler’in savunmaları, tedavi gördükleri hastanede tele konferans yöntemiyle alındı.
Ergenekon davasında sanık olarak yargılanan ve hakkında ikişer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen İlker Başbuğ, bu süreçte yaşadıklarını ‘’Ergenekon’dan çıkış’’ adlı yazdığı kitabında topladı.
Başbuğ Ergenekon kumpas davasının Türk Silahlı Kuvvetleri üzerine kurgulandığını belirterek, şunları söyledi:

“Aslında komplonun ana hedefi Türk Silahlı Kuvvetleridir.
TSK ana hedef olmakla beraber bugün net olarak anlaşılıyor ki, aslında komplolar sürecinin ana hedefinde Atatürk ve Cumhuriyet de var.
Bu komplolar 2007 yılında başladı, 2014 yılına kadar sürdü.
Bunun bir de yargılama süreci var.
Ergenekon adı ile açılan davada düzenlenen komplonun ilk gözaltı tarihi dikkate alınacak olursa, 12 yıl devam eden bir dava süreci görülüyor.
Bugün komplolar çerçevesinde yapılan davalara baktığımızda, hemen-hemen hepsinin sonuçlandığını, suçlanan herkesin beraat ettiğini görüyoruz.
Sonuç olarak 1 Temmuz 2019’da da Ergenekon davasıyla ilgili mahkemenin kararı netleşti.”

TSK’ya sızma hareketi

‘’Kumpas deyin, komplo deyin fark etmez. İkisi de aynı amaca yöneliktir’’ diyen İlker Başbuğ, temel amacı Türk Silahlı Kuvvetlerine sızma girişimi olarak değerlendirdi.
Başbuğ bu konuda görüşünü şöyle açıklıyor:
“Bu temel amaca tabii ki Fettullah Gülen Terör Örgütü, dış güçler ve siyasi iktidar açısından bakacağız.
Bence temel nokta Fettullah Gülen örgütünün TSK’ya sızmaya başlamasıdır.
Esas ağırlıklı olarak karşımıza çıkan yıl, 1980 ve sonrasıdır.
2008’den sonra hızlandığını görüyorsunuz.
Askerlerin burada rolü olabilir.
Sivil iktidarı da unutmayalım.
Turgut Özal’ın da Fettullah Gülen cemaatinin büyümesinde rolü var.
Gülen cemaatinin silahlı kuvvetlere sızdırdığı kişiler, alt ve küçük rütbelerde olanlardır.
Oysa 15 Temmuz darbesine karışanların, daha ziyade Albay ve Tuğgeneral seviyesinde olduğu görülmüştür.
Amaç, silahlı kuvvetlerin komuta kademesindeki üst rütbelileri ele geçirmektir.
Önemli olan onların bulundukları makamları boşaltılmak, TSK’daki kilit görevlere kendi adamlarını getirebilmektir. Ne var ki siyasi iktidar da Fetö’nün bu maksadını anlayamadı.
Siyasi iktidar ile bu süreçte Türkiye-AB ilişkileri devam ediyor, askeri vesayet iddiaları ile TSK’nın etkinliği gibi tartışmalar da yaşanıyordu.
Neticede ortada askeri vesayet kavramı var.
Askeri vesayetten kastedilen TSK’nın kendi alanına giren, ülkenin güvenlik alanındaki etkinliğinin kırılması, sesinin kesilmesidir.
Sonuçta da bunun gerçekleştiğini görüyorsunuz.
Bu işin milâdını 1960 yılından itibaren alırsanız, 2010’a kadar 50 yıllık süreçte, askeri darbeler oldu mu? Oldu. Siyasete direk müdahale oldu mu? Oldu.
1971 12 Mart muhtırası, 1980 darbesi oldu mu?. oldu..
Bunlar siyasete TSK’nın direk müdahaleleri idi.
Biz bunlarla ilgili görüşlerimizi açık seçik kitaplarımızda yazdık.
Askeri müdahaleler Türkiye’de demokrasiyi zayıflatmıştır.
Bugün yaşadığımız sorunlara ana neden oluşturmuştur.
Bence TSK’nın sicili, bu bakımdan zayıf ve vukuatlıdır’’.

Erzincan ve Kayseri olayı

Başbuğ, Fetö’nün TSK içindeki yapılanmasının Kayseri soruşturmasıyla açığa çıktığını anlatarak şöyle konuştu:
“Erzincan Cumhuriyet Savcısı olan İlhan Cihaner, kendisine gelen bilgiler çerçevesinde 23 Şubat 2009’da başlattığı soruşturmalar kapsamında, ilk gözaltılar oldu.
Soruşturmanın odağında İsmail Ağa Cemaati vardı.
İsmail Ağa üzerinden başlayan olay, Fetö cemaatine kadar uzanmaya başlamıştı.
İşte olay burada kopuyor. Erzurum’daki özel yetkili savcı Osman Şanal, 10 Mart 2009’da (Bu silahlı örgüttür, senin yetkili alanına girmez, benim alanıma girer) deyip dosyaya el koydu.
Burada Fetö’ye yönelik bir hareketle karşı karşıyayız.
Bu olaydan 1 hafta önce bizim Kayseri’de Hava Kuvvetleri Savcılığının yürüttüğü bir soruşturma daha var.
Olayın bana gelen bilgisinde, 3-4 ast subayın ışık evlerinde yetiştikleri ve Fetö ile bağlantılı oldukları belirtildi.
Fetö örgütünü bir tarafından yakalıyoruz diye düşündük.
Özellikle Kara Kuvvetleri Komutanı iken, Fetö’nün TSK için ne kadar hayati tehdit olduğunun farkındaydık.
Ama somut deliller lazımdı.
Bunu Kayseri olayında yakaladık, bir yere ulaşıyoruz diye sevindik.
Ama bu sadece bizimde önleyeceğimiz olaylar değildi. Arkamızda duran olmadı.’’

Ceza evinde ölenler unutulmamalı

2007’den bugüne kadarki sürece bakıldığında, açılan komplo davalarında sanık olarak gösterilenlerin çoğunun beraat ettiklerine dikkati çeken İlker Başbuğ, ancak bu süreçte cezaevlerinde hayatlarını kaybedenlerin unutulmaması gerektiğine işaret etti.
Başbuğ’un, bu konudaki görüşleri şöyle idi:
“Türkan Saylan hastaydı, ölümünü hızlandırdılar.
İlhan Selçuk hasta değildi ama, belki de sağlığı üzüntüler ve karşılaştığı durumlar karşısında bozularak hayatını kaybetti.
Ali Tatar var. Gencecik bir öğretmen, deniz subayımız. Dayanamadı, gururuna yediremedi intihar etti.
Abdülkerim Kırca Jandarma subayı idi.
Terörle mücadelede benim yanımda da görev yaptı.
Alay komutanı iken PKK’lılarla mücadele sırasında maalesef yürüyemez hale geldi. Emekli oldu.
Ben onu Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği’ne aldım.
Tekerlekli sandalyesiyle geliyordu.
PKK karşısında kahramanca mücadele eden Abdülkerim Kırca Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından şeref madalyasıyla ödüllendirilmişti.
O da suçlanınca. onuruna yediremedi, intihar etti.
Muzaffer Tekin Silivri ceza evinde hastalandı, kanser oldu.
Onurlu çocuklar Kaşif Kozinoğlu, Cem Aziz Çakmak, Amiral Murat Özenak, Kuddusi Okkır unutulmamalı.
Şimdi ne olacak?..
Bu komploları düzenleyen insanlar, aslında bir insanlık suçu işledi.
Kaç kişinin hayatına mal oldular.
Özürle bu ölen insanları geri mi getireceğiz?
Gereken cezaları görmeliler.
Bu noktada şehit olan asker, sivil bu değerli arkadaşlarımızı ben şehit olarak görüyorum.
Bunların acısında özür dilemek hafif kalır.
Hayatını kaybedenlere neden olanlar mutlaka cezasını görmelidir.’’

TSK Anayasal bir kurumdur

TSK’nın Anayasal bir kurum olduğunu, görev, yetki, sorumluluklarının Anayasa ve yasalarla çizildiğinin belirten İlker Başbuğ “Bir kere bu sınırlar içinde olmanız lazım. Aksini düşünmek demokrasilerde mümkün değil’’ dedi.
Başbuğ şöyle devam etti:
“TSK’nın elbette ülkenin kendi yetki ve sorumlulukları alanına giren konular, ki bunlar özellikle güvenlik konularıdır, görüşleri, önerileri, teklifleri olması doğaldır.
Doğalın da ötesinde vazifesidir.
Bunlar ilk önce resmi makamlarla, resmi toplantılar kanalıyla TSK’nın görüşü olarak, ilgili makamlara anlatılır.
Son karar elbette siyasi otoriteye aittir.
Güvenlik konularıyla ilgili ABD ve İngiltere’deki Genelkurmay Başkanlıklarında olduğu gibi, elbette Türkiye’de tek yetkili makam Genelkurmay Başkanlığı’dır.
Görüş ve önerinizi siyasi makamlara arz edeceksiniz. Kabul eder veya etmezler. Bu onların sorumluluğu.
Ama konu önemli ise, ülkenin güvenliği açısından sizin bunu kamuoyu ile paylaşma göreviniz var.
Siyasi iktidar sizin açıklamanızdan rahatsız olabilir, beğenmeyebilir, yasalar çerçevesinde sizi görevinizden bile alır. Mesela Türkiye bir çözüm süreci yaşadı.
TSK endişelerini siyasi makamlara iletti. Sonra neler yaşadı Türkiye?
Bu konudaki endişeler uygun bir lisanla kamu oyu ile paylaşılsa, bazı önemli konuların düzeltilmesi mümkün olmaz mı idi?
Fetö’nün ilk denemesi 2005’de Şemdinli soruşturması ile oldu.
Hedefte Kara Kuvvetleri Komutanı vardı.
Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olması engellenmek isteniyordu.
Hedefte bazı üst rütbeli subay ve generaller de vardı.
Siyasi iktidarın bu davaya gerekli desteği vermemesi neticesinde sonuç alınamadı..”

Ergenekon şeması hazırlandı

“17 Mayıs 2006 yılında Danıştay cinayeti var.
Olaylar Hrant Dink cinayetiyle başlıyor.
Amaç bu cinayeti TSK üzerine yıkmaktı.
Hrant Dink 19 Ocak 2007’de öldürülecek, akabinde Emniyet Başbakan’ın önüne Ergenekon şemasını koyacak. Hrant Dink’in Ergenekon ile bağlantısını göstermeye çalıştılar.
Daha sonra 12 Haziran 2007 Ümraniye’de el bombaları bulunacak.
22 Temmuz’da genel seçim var. 27 Temmuz 2007’de Ergenekon düğmesine basılıyor.
1 Temmuz 2008’de generaller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon tutuklanıyor.
Fetö olayları tırmandırarak sürdürüyor. Bu önemli bir olay.
Ben 30 Ağustos’ta görevi aldım.
İlk yaptığımız iş, 3 Eylül 2008’de Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’u TSK adına yattıkları ceza evinde ziyaret etmek oldu.
Fetö bu davaları bir darbe zemini hazırlamak ve darbe olayını gerçekleştirmek olarak planladığı için, komplolarının içinde askeri bir kanadın olması gerekiyordu.
Burada esas olan Ergenekon devam ederken, yukarıda anlattığım Erzincan olayı çok önemlidir.”

Olayın kırılma noktası

“2003-2005 Genelkurmay İkinci Başkanlığı dönemimdi.
26 Ocak 2005’de Fettullah Gülen ile ilgili olarak ilk defa televizyonda canlı yayındaki basın toplantısında açık konuşan bendim.
2003 yılında davalar ertelendi, bir yasa çıktı.
Bu noktada iddianamede Fettullah Gülen ile ilgili öne sürülen suçlamaya dikkat edelim.
Laik devlet yapısını değiştirerek, yerine dini kurallara dayalı devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyette bulunmakla suçlanıyordu.
İddianamede yer alan suçlama, 2016’da karşımıza çıkıyor.
Harp Akademileri konuşmasında direk olarak Fettullah Gülen ismini zikretmiyoruz.
Prensip olarak isimlerden ziyade kurumsal isimleri söylemeyi tercih ederiz.
Ben orada Fettullah Gülen ismini söylemiyorum.
Ama, ertesi günü bütün gazetelerde ‘Komutan PKK sorununu çok iyi anlattı, Kürt vatandaşlarımızla ilgili çok sıcak mesajlar verdi ama, bir tek Fettullah Gülen cemaatini hedef aldı’ ifadeleri yer aldı.
Kırılma noktası 14 Nisan 2009 Harp Akademileri konuşmasıdır.
Bu arada Ergenekon ve özellikle Erzincan olayı da devam ediyor.
Biz ne diyoruz? (Bu cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak TSK’yı görmektedirler. Her fırsattan istifade ederek destekleyicilerin de yardımıyla TSK aleyhinde faaliyette bulunuyorlar.
Hukuk devleti kapsamında TSK’nın tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek en büyük yanılgı olur).”

Hakkım olanı alamadım

“Bu gelişmeler karşısında (Ben ne yapabilirim?) diye düşündüm.
MİT Yasası’na göre MİT Müsteşarı, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanının isteklerini yapmakla mükellef.
Bana bu konuda MİT yardımcı olacak.
MİT Müsteşarını çağırdım. (’Fettullah Gülen cemaatiyle ilgili olarak somut bilgilere ihtiyacımız var. TSK’da yapılanma varsa, isim istiyorum’) dedim.
Hakkım mı?.. Hakkım.
Peki alabildim mi ?
Bana sadece Fetullah Gülen’le bağlantılı olan polislerin isimleri verildi. 15-20 kişi kadardı.
Bunu başka kaynaklarla da teyit ettik.
O isim listesini Başbakana verdim.
Bana TSK’da Ahmet, Mehmet, Hüseyin Fettullahçı diye bir isim verildi mi? Verilmedi.
Sayın İlhan Cihaner Erzurum’da Fettullah Cemaatine dokundu, elinden dosya alındı.
Biz Kayseri’de soruşturmada Fetullah Gülen’in kuyruğunu yakalamışken, Jandarma Alay Komutanı. Albay Cemal Temizöz olayı çıktı..
1990’lı yıllarında Cizre’de idi.
Diyarbakır’da özel yetkili savcılık onu ifade vermeye çağırdı.
Terörle mücadelede yıllarca mücadele eden subayımız için asılsız ihbarlar üzerine soruşturma açıldı. Beraat ettiler, bu ayrı bir konu’’

PKK ile siyasi çözüm olur mu?.

ABD’nin PKK sorununun siyasi çözümle çözülmesini istediğine işaret eden İlker Başbuğ’un, bu konudaki görüşleri de şöyle:
“Peki, PKK sorununun siyasi çözümle çözülmesine engel olan kim?
TSK. Biz o zaman da kabul etmedik, bugün de kabul etmeyiz.
Ben emekli bir askerim, ama bunu kabul edemem.
Abdullah Öcalan 3 Mart 1993’de diyor ki, (Demokratik yoldan işbaşına gelmiş hiçbir iktidar, benimle masaya oturamaz, askerlerden hain damgasını yer).
ABD bu sorunun siyasi çözümlü olmasını istiyor. Çünkü büyük proje. Açılım süreci ortada. 4 Haziran 2009’da Washington’da basın toplantısında (Devlet hiçbir zaman terör örgütüyle ne diyalog kurabilir ne de ilişkiye girebilir) diyen de benim 2009’da İrtica ile Eylem Planı devreye girdi.
Aynı anda Erzincan’daki olay da bitti.
Siyasi makamlar şunu çok iyi araştırmalı. Yasa değişikliğini kim getirdi? Fetö getirdi.
Sayın Başbakana nasıl anlattılar bunu? Anayasaya aykırı yasa teklifinin bugün sorgulanması lazım.
Erzincan’da 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk de Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal tarafından ifade vermeye çağrıldı.
Ancak ortada elle tutulur bir suçlama olmayınca gönderemezdik, mümkün değildi.
17 Aralık’ta Trabzon’a gittik.
Aslında Trabzon’a gidişimizin amacı, 3. Ordu Komutanını Erzurum’a ifade vermeye göndermemekti.
Bir defa daha ifadeye çağrıldı, tekrar göndermedik.
Bu defa 8 Şubat 2010’da Kara Kuvvetlerinden bize bir bilgi geldi.
Elinde mahkeme kararı olduğunu belirten, Erzurum’daki özel yetkili savcı Osman Şanal’ın, bir astsubay için arama yapacağı söylendi.
Biz de (Hayır savcıyı içeri sokmayın) dedik.
Osman Şanal gelmiş nizamiyede bekliyor. (Giremezsiniz) diyorlar.
Savcının imzası olan bir tutanak tutuluyor.
Tutanakta (Emri veren kim) diye soruyor.
Bir arkadaşım o zaman tank çıkarıp savcıya engel olsaydı, açık söylüyorum onu alkışlardım’’.

Gerçek hakim ve savcılar

2008-2019 döneminde Fetö’nün özel yetkili mahkemelere ve savcılara yüzde yüz hakim olmadığını ifade eden İlker Başbuğ “Çoğunluk onlardaydı, doğru.
Ama o dönemde gerçek hakim ve savcılar da vardı.
Bu nüansı unutmayalım. Mesela İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin vardı.

Ben 1. Ordu Komutanlığından tanıyorum.
Aykut Cengiz Engin, silahlı kuvvetlerin bu ülke için önemini bilen bir isimdi.
Biz Balyoz tutuklamalarının gittikçe tırmandığını görünce, kendisiyle temas ettik.
Aykut Cengiz Engin Balyoz tutuklamalarına ilk müdahaleyi 27 Şubat’ta yaptı.
Merkez komutanlıklarına yazdığı yazıda (Ben ve yardımcım onaylamadığı sürece, diğer savcıların talimatını yerine getirmeyin) diyordu.
Mart ayından itibaren Balyoz’dan tutuklananlar tahliye edilmeye başladı.
Daha sonra 97 kişi hakkında yakalama kararı alındı.
Bunun içinde amiralimiz, generalimiz, subaylarımız var.
Ne yapacağız, teslim mi edeceğiz?
Açıklama yapıldı, gözaltına alınması istenen subayların 78’i muvazzaf, 25’ general ve amiraldi.
Böyle bir yakalama ve gözaltı sonuçlarını iyi değerlendirmeliyiz.
Bunu gerçek bir cumhuriyet savcısı söylüyor.
Yakalama kararı veren iki savcıyı başsavcı görevden aldı.”

Başbuğ devam ediyor:

“Köksal Şengün, Ergenekon davasının mahkeme başkanı idi..
Bütün tutuklamalara itiraz etti, şerhler yazdı. Ama ikiye birdi. Diğer iki üye Fetö’cü idi. Sonra görevden alındı.
Köksal Şengün hastalıkla uğraşıyordu.
Şeref Akçay diye hakimimiz vardı, o kadar direndi ki olmadı.
Oktay Kuban vardı. Bu isimleri hatırlamamız lazım.
Kasım İlimoğlu gibi hakikaten doğru insanlar çıktı.
Son olay 23 Temmuz 2010’da 102 kişi için yine yakalama kararı alındı.
İlk yaptığım şey Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gittim, bunları teslim edemeyeceğimizi söyledim. (İlgileneceğim) demekle yetindi.
Biz de (Haklarında yakalama kararı olan isimleri tutuklamaya gelen olursa, askeri birliğe sokmayacaksınız) diye emir verdiğimizi söyledik.”

1 yıl 9 ay beklenen dosya

“5 Temmuz 2017’de dava dosyasının Anayasa Mahkemesi’ne gittiğini, mahkemenin Genel Kurmay Başkanının ancak Yüce Divanda yargılanacağı hükmünden hareket ederek 12 Ekim 2017’de dosyanın Başbakanlık’a gönderildiğini hatırlatan İlker Başbuğ, Cumhurbaşkanlığı soruşturma izni verirse davanın açılabileceği bildirildi.
1 yıl 9 ay bu soruşturma izninin verilip, verilmeyeceği beklendi.
Bu konuyla ilgili olarak Ergenekon’dan çıkış kitabımızda şunu yazdık.
(Eğer bu davalarla bazı kişiler üzerinde baskı oluşturulması düşünülüyorsa, bu boşuna bir çabadır. Ceza evinde bile düşünce hürriyetinden vazgeçmeyenlere bir şey yapamazsınız. Bu soruşturma iznini ana davayla bağlantılı olduğu için beklettik denilebilir.
Şimdi dava bitti.
Ben sayın Cumhurbaşkanımızla 6 yıl çok yakın çalıştım.
15 Temmuz 2016’dan sonra bir görüşmemiz oldu.
6 yıl içinde beni tanımamışsa, söyleyecek bir sözüm yok.)
Bütün kurumlara sızma hedefinde olan Fethullahçı terör örgütü, Fenerbahçe spor kulübünü de ele geçirmek için uğraştı. Fenerbahçe sporda çok önemli bir güçtü.
İlk denemeyi 2011 Haziran’da yaptılar. Şike olayı ortaya atıldı. Kulüp Başkanı Aziz Yıldırım ifadeye çağrıldı ve tutuklandı. O dönemde Ali Koç da başkan yardımcısı idi. Bu süreçte çok önemli rol oynamıştır. Fenerbahçe kurumsal olarak, yönetim ve taraftarıyla muhteşem bir mücadele verdi. Türkiye’de hiçbir kurum Fenerbahçe’nin verdiği direnişi, mücadeleye vermedi.”

Cemil Özyıldırım