“Büyük Devletin büyük sarayı olur..” Ne kadar da tanıdık bir söz değil mi? Ama durun, bunu söyleyen aklınıza gelen kişi değil

“Büyük Devletin büyük sarayı olur..” Ne kadar da tanıdık bir söz değil mi?
Ama durun,bunu söyleyen aklınıza ilk gelen kişi değil..

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Adolf Hitler, Sovyet birliklerinin hemen iki sokak arkasında olduğu sığınağında intihar ettiğinde belgesellere ve tarih kitaplarında konu olarak bugüne kadar sürecek bir tartışma da başlamış oldu. Sığınağın hemen yanında bir çukurda gömülü olarak bir köpek ile yanmış bir kadın ve erkeğin cesedi bulunmuştu. Ancak bu iki kişinin cesetlerinin Hitler’e ait olduğu yakınında bulunan iki kişinin Rus birlikleri tarafından yakalanmasından sonra ortaya çıkmıştı. Bu iki kişi onun son anlarına tanıklık eden ve cesetleri yakan Otto Günsche ve Heinz Linge’ydi. İki isim de Hitler’in yakın koruma ekibinde ve özel yaverleri düzeyindeydiler.
Ancak Nazi İmparatorluğu’nun yıkılacağının anlaşıldığı 1944 sonlarından başlayarak birçok üst düzey Nazi ülkeden kaçmaya başlamıştı. Üstelik bu kişilerin bir kısmını o dönemin müttefikleri ABD ve İngiltere himayeleri altına alırken bazıları da Katolik kilisesinin oluşturduğu bir ağ sayesinde Latin Amerika ülkelerine kaçıyordu. Bu yüzden o sığınakta cesetleri bulunan kişilerin Hitler ve sevgilisi Eva Braun’a ait olup olmadığı, cevabı kesin olmayan bir soruydu. O dönemde bu sorunun cevabını hemen almak isteyen bir kişi daha vardı. Josef Stalin o günlerde kendisine Hitler’in öldüğünün bildirilmesinden tatmin olmamıştı. Bu yüzden o dönemki adıyla İç İşleri Halk Komiserliği, yani Sovyet gizli servisi, NKVD’ye kesin bir emir vererek bu konuda kapsamlı bir rapor hazırlanmasını ve net bir cevap vermelerini istedi.
Stalin yalnızca Hitler’in ölüp ölmediğini de merak etmiyordu. Savaş devam ederken ve öncesinde ABD ve İngiltere’nin Nazi Partisi ile olan ilişkilerinin de açığa çıkmasını istiyordu.
Bu yüzden Sovyet Gizli Servisi kod adı “Mitos” olan bir operasyon başlattı. 1945 ortalarında başlayan bu operasyon tam dört yıl sürdü. Özellikle bu iki ismin sorgulanması, anılarını yazmalarının istenmesi ve diğer savaş esirleri ile açık ve gizli kaynaklardan bu bilgilerin sağlamasının yapılmasının ardından ortaya çıkan rapor Stalin’e sunuldu. Rapor, Stalin tarafından okunduktan sonra onun özel arşivine 462a numaralı dosya olarak kondu. Hitler konusundaki en sağlam kaynak olabilecek bu rapor 1991 yılında Sovyetler’in yıkılmasından sonra bu kitabın araştırmacılarınca keşfedildi.
Bugün rapor hala Rus Devlet Başkanı’nın kişisel arşivinde bulunuyor ve yabancı ziyaretçilerin okumasına izin verilmiyor. İçinde çok sayıda istihbaratçının, çevirmenin görev aldığı bu raporu hazırlayan komisyonun başında ise 30’lu yıllarda Almanya’da istihbarat faaliyetinde bulunmuş ve Nazi Partisi içinde çok sayıda köstebek bulmuş Yarbay Fyodor Karpoviç Parparov vardı.
Alman faşizmi ve Adolf Hitler üzerine en sağlam kaynaklardan biri olabilecek bu kitapta tarihin bu dönemine ışık tutabilecek çok önemli bilgiler yer alıyor. Bildiğimiz birçok olayın arka planına Hitler’in bu meselelere ilişkin yaklaşımına dair de önemli anekdotlar var. Alman faşizminin ve Hitler’in iktidara gelişinden sonra onu Alman halkı açısından önemli kılan Birinci Dünya Savaşı’nın alçaltıcı yenilgisinden sonra gururunu tekrar kazanmasını sağlayan önemli olaylar zinciri gerçekleşti. Bunlardan en önemlisi Avusturya’nın ilhakı, Çekoslovakya’nın işgali ve nüfusu Alman olan bazı başka bölgelerin neredeyse tek kurşun atmadan Hitler’in düşündeki Nazi İmparatorluğu’na katılışıdır.

İktidara kıl payı gelen meclisteki üçüncü partinin tam bir iktidar olmasının mihenk taşları bu olaylardır. Bütün bu gelişmelerin arka planını gördüğünüzde dönemin süper gücü başta İngiltere ve onun müttefiki Fransa’nın stratejisinin Hitler’i doğuya yöneltme olduğunu görüyorsunuz. Hitler Sovyetler Birliği topraklarını “Lebensraum” yani Almanya’nın yaşam alanı olarak görüyor.
Ancak sınır Polonya ile geçiliyor. Hitler’in Polonya’nın işgaline de ses çıkartılmayacağı düşüncesinde olduğu görülüyor. İngiltere savaş ilan ettiğinde büyük bir şaşkınlık yaşıyor. Bunlar elbette şimdiye kadar bildiğimiz gerçekler. Dönemin önemli olaylarına ilişkin yakın tarih uzmanlarının ilgisini çekecek bir çok ayrıntı kitapta var.
Kitabı dikkat çekici kılan bütün bu tarihsel olayların dışındaki ayrıntılar. Hitler’in kitleleri etkilemek ve kendisine sadakatla bağlı bir bürokrat eliti yaratmak için kullandığı yöntemler belki günümüzü de anlamak açısından kitabı daha ilginç hale getiriyor.
Örneğin iktidara geldikten bir iki yıl sonra ilk yaptığı işlerden birisi büyük bir saray kompleksi yaptırmak oluyor. Hitler bunu pek de yabancısı olmadığımız bir şekilde “büyük devletin büyük sarayı” olur diyerek açıklıyor. Onu sarayda ziyaret eden devlet başkanları, büyükelçiler, diplomatlar uzun koridorlarda birkaç yüz hizmetçinin arasından geçerek huzuruna çıkabiliyor. Özellikle yaşlı ziyaretçiler için tam bir işkence oluyor.

Fakat iktidarın tek kişide toplanması aynı zamanda sistemin en önemli handikapı oluyor. Kişisel takıntıları, hata yapmadığı düşüncesi faşizmin yenilgisinde de önemli rol oynuyor. Bir süre sonra hiçbir generaline güvenmeyen en ufak ayrıntıyı kendi düzenlemeye çalışan Hitler başarısızlıkları faciaya çeviriyor. Generalleri ordunun tamamen yok edilmesini önlemek için Stalingrad’dan çekilmeyi savunduklarında “geri çekilmeden ilk söz eden generali kurşuna dizme” emri veriyor. Ya da artık savunulması güç hale gelen bir bölgeyi bırakmak isteyen genelkurmayını “demir madenlerinin Alman sanayisi için öneminden” bahsederek ret ediyor.
Kitabı yayına hazırlayan Alman editörler Henrik Eberle ve Matthias Uhl’ün ayrı bir kitap sayılabilecek son sözde işaret ettikleri noktalar, raporun önemli eksikliklerinden. Şüphesiz bunda sorguları yapanların Stalin’in bakış açısını dikkate almalarının etkisi var.
Onların da dikkat çektiği gibi kitapta İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli olaylarından Yahudilerin toplu yok edilmesine ilişkin çok az ayrıntı yer alıyor. Sadece bir yerde, özellikle Doğu cephesinde seyyar gaz odaları kurulmasına ilişkin talimatlara yer verilmiş. Tartışmalara yol açan Alman-Sovyet saldırmazlık paktına ilişkin ayrıntılar da yer almıyor. Ama yine de Stalin’in Alman saldırısını bu kadar erken beklemediğini görüyoruz.

Üstelik son derece sağlam kaynaklardan gelen uyarıları da İngiliz ve Amerikalıların istihbarat oyunları olarak görüyor. Bunların en önemlileri ise Komintern’in istihbarat örgütü sayılabilecek Kızıl Orkestra’nın Alman genelkurmayındaki en önemli adamı Schulze Boysen’den ve saldırıyı günü gününe Tokyo’dan bildiren Richard Sorge’den gelenler.

Sonuçta bir kitap olarak değil de Stalin’e sunulan bir rapor olarak düşünülse de Alfa Yayınları’ndan çıkan ‘Hitler Kitabı’ diktatörün son anlarını ve yakın çevresini anlatan en önemli çalışmalardan biri. Kitap daha önce bir başka yayınevinden de yayınlanmış ancak gerekli ilgiyi görmemiş. Fakat yakın tarihin bu en önemli olayını bilmek isteyenler açısından önemli bir kaynak olma özelliği taşıyor.

Fahrettin Boskurt

Kaynak: Facebook