Bireyin Yaşamına Devlet Müdahaleciliği.. Berk Ünlü yazdı

Bireyin kendi doğruları ve ahlak yapısı

Toplum içindeki en küçük azınlık ve özne kimdir? Elbette bu durumda bireyden bahsetmek zorundayız. Toplumsal yaşamın gerçek anlamda somut öznesi olarak birey azınlık olmasının getirdiği dezavantajlarla yaşamını devam ettirmek zorunda kalıyor. Özellikle totaliter kolektivist yapıların hakim olduğu siyasal alanlarda bireyin kendisini var etmek için olağanüstü bir çaba harcaması gerekiyor. Birey bu durumlarda bir anlamda varoluşunun mücadelesini verir. Bu birey için oldukça zorlu bir durum. Fakat özellikle devletin totaliter tabanlı yapıları bireyi özne olarak görmekten uzak duruyorlar ve varlıklarıya bireyin varoluşunu her zaman tehdit ediyorlar.

Birey toplumsal alanın otoriter-totaliter yapılanmaları içinde karşılaştığı zorlukları bertaraf etmeye çalışırken aynı zamanda hem kendi ahlak yapısını oluşturuyor hem de çevresinden etkilenerek dışardan ona doğru iletilen ahlak yapısıyla yaşıyor. Bu ahlak yapısı belirtildiği üzere ikili bir yapı içinde yaşanıyor. İnsan doğasıyla çevrenin getirdikleri arasındaki birey doğru ahlaki tercihler doğrultusunda yaşamına anlam katarak yaşama devam ediyor.

Birey iki türlü ahlak yapısı içinde kendini şekillendirirken bir yanda da ahlakla bağlantılı olarak değerler sistemini oluşturuyor. Bu alan kendisini açık bir şekilde ahlak ile belirliyor ve anlatıyor. Birey kendi değerler sisteminin onun önüne getirdiği seçenekler arasında yaşam tercihlerini yaparken kendi ahlak sistemini de görmezden gelemez.

Birey yaşamsal tercihlerini bir iyi-doğru birleşimi üzerinden ahlaki olarak var ediyor. Ahlak bireysel düşünce ve davranışın temeli haline geliyor. Birey hem kendi iç dünyasını hem de dış dünyadaki gerçeklikleri bu ahlak üzerinden şekillendiriyor. Üstelik bu bir zorunluluktur. Ahlak yapısına dayanmayan bir beşeri yaşam olamayacağı gibi bireysel bir yaşam da ahlaki içerikten uzak olamaz.

Birey kendi doğruları ve ahlak yapıları için geliştirdiği düşünce sistemiyle beraber (eğer bir özne halindeyse) yaşamını var edip yaşamaya çalışır. Birey dış dünyanın tüm dayatmaları karşısında kendisini kendi ahlak yapısıyla korumaya almaya çalışır. Bu konuda ne kadar başarılı olabildiği ve olabileceği tartışmaya açık olmakla birlikte bireyin elindeki en önemli unsurlardan biri olarak ahlak bireyin hem doğrularını belirliyor hem de bireye doğrularını benimsemesi için bir serbest alan oluşturuyor.

Bireyin öznel dokunulmazlık alanları ve devletin bireyi yönlendirme çabaları

Şunu kolaylıkla bilebiliriz: Devlet kendi özünde bir şiddet aygıtıdır. Bir devlet kendi sistemini oluşturmak ve yaşatmak için bireyleri kendi isteği doğrultusunda şekillendirme çalışır. Özellike otoriter ve totaliter devletler bu konuda kendilerini sorumlu hissederler ve kendi doğrularını bireye kabul ettirmeye çalışırlar. Dediğimiz gibi devlet bir şiddet aygıtıdır ve bu şiddet aygıtının siyasalın özneleri üzerinde güç kullanması belki de kaçınılmazdır.

Devlet ister bir ahlak üzerine kurgulanmış olsun ister kendisini nihilist bir olgu olarak tanımlasın kendisini bireyin karşısında bir yerde bulmak zorundadır. Birey ve devlet kavramları bir bakıma birbirlerinin zıttı olarak siyasal alanda var olmaya çabalarlar.

Devlet ile bireyin arası gittikçe açılıyorsa devlet burada müdahalecilik kartını oynamaya her zaman hazırdır. Bireye kendi sistemini benimseterek hem bireyi kontrol almayı hem de kendi ideallerini gerçekleştirmeyi umar. Birey ise eğer kendiliğini bireysellik düşüncesinden alıyorsa devlete karşı bağışıklığını elde etmeye çabalar.

Birey kendi öznelliğinden vazgeçerek devletin istediği bir nesne haline gelebilir mi? Bunu çeşitli siyasal yapılarda görebiliyoruz. Liberal bir bireycilik karşıtlığı üzerine kendini tanımlayanlar karşısında birey birey olarak var olmaktan uzaklaşabilir. Bu durum ayrıca bireyin bir tercihi gibi görülebilir. Üstelik birey de gerçekten böyle bir rolü kabul edebilir. Fakat böyle bir durumda birey yaşamından çok şey kaybeder ve öznelliğini de içeren tüm negatif özgürlüklerini yitirebilir.

Kendini gerçekten bir siyasal özne olarak görmek isteyen birey ise devletin dayatmaları karşısında kendini korumaya çalışacaktır. Devlet ise hala öznelliğini yitirmemiş bireyleri kendi yapısı içinde asimile etmeye çalışmaya devam edecektir.

Eğer birey devlet karşısında ahlaki dokunulmazlık alanı oluşturmaya çalışıyorsa devlet tüm müdahaleciliği ile bireyi siyasal, kültürel, ekonomik alanda kuşatarak bireyselliğinden uzaklaştırmaya çalışır. Bu durum bir özne olarak yaşamak isteyen bireylerle devlet arasında çözümsüz gibi görülen bir çatışma alanı olarak belirlenir. Çözümsüzlük ortamının belirsizliğinde birey ve devlet arasındaki mücadele daha da derinleşip mutlak bir karşıtlıkta kendini bulabilir.

Bireyin ahlak alanını devlet belirlememeli

Bireyin biricikliğini düşünürsek, bireyselleşmenin getirdiği ahlaki haklılık ve faydacılık anlamında doğrular birey için bir yaşama alanı oluşturur. Devlet eğer sağlıklı bir toplumda varlığını sürdürmek istiyorsa bireyin değerler sistemine müdahale etmekten ve bireyin ahlaki yapısından uzak durmalıdır. Devletin bireyin ahlak yapısına karışarak kendi istediği bireyi oluşturma çabaları bireysel bir perspektifin ahlaki bakış açısıyla yanlış olacaktır.

Bireyin değerler sisteminin toplamı olarak görülebilecek olan ahlak bireyin tüm öznelliği içerisinde sağlıklı bir yaşam için olmazsa olmazlardandır. Bireyin bu alanına getirilebilecek her devlet müdahalesi özne haline gelmiş bir bireyle arasına derin uçurumlar açacaktır.

Devlet öncelikle bir şiddet aygıtı olduğunu kabul etmeli ve bireyin ahlak alanından uzak durmalıdır. Üstelik onun bu şiddet içeren bir aygıt olan yapısı faydacılık açısından da istediğini elde edememe durumuyla karşılacaktır. Bu durum reel olarak bireyciliği öldüren siyasal sistemlerde özellikle tecrübe edilmiştir. Bu otoriter ve totaliter devletler içinde bireyin ahlaki bireyselliğinin yok edilmesi bu rejimlere fayda değil çok büyük zararlar getirmiştir. Ayrıca bu sistemler birçok sebepten arkalarında milyonlarca ölü de bırakmıştır.

Eğer siz devlet olarak bireyin ahlak temelinde bireyselliğini öldürmeye çalışırsanız aynı zamanda kendi varlığılığınızı da tehlikeye atarsınız. Bireyin ahlak alanını yok sayarak bireyi değersizleştirmeye ve yok etmeye kendini ayarlamış olan devletlerin “hazin” sonu bize bu durum hakkında bir bilgi vermektedir. Bireyin ahlaki yapısına müdahale ederek bireyi bitirmeye çalışan devletler ve siyasal sistemler, çok büyük maliyetlerle karşı karşıya kalmışlardır. Bireyin ahlaki dokunulmazlığı bize çok şey anlatmaktadır. Bunu unutmamak gerekir.

BERK ÜNLÜ