Bir gazeteci daha Facebook mezarlığını terk etti.. Ahmet Ravalı’nın veda yazısı..

Facebook denen meret icat edildiğinden beri buralarda dolanan birinin, yani benim, sosyal aleme VEDA yazımdır bu…

Artık buralarda olmayacağımı söylemektir niyetim. Bu yazı yayınlandıktan kısa bir süre sonra, onca yılın birikimleri dosyaları, fotoğrafları da arşive kaldırılıp kapanacak bu hesap hiç açılmamacasına…

ÇÜNKÜ;

Aynı kafa yapısındaki insanların biribirilerini ‘like’layıp, oturdukları yerden kendi kendi kendilerini tatmin etmesinden, küfürü edebi maharet zannedip her lafın başı ağzından köpükler saçarak sağa-sola saldırmasından, anlamsız doğum günlerinden, içki masaları görüntülerinden, meze tabaklarından, yemek tariflerinden, ‘hayırlı cumalar’dan, sanal ‘amin’lerden, ‘dua’lardan, kutsal günlerden, gecelerden, sahte dindarlıklardan, misyoner tavırlardan, yenilen haltların ulu orta paylaşılmasından, riyakalıklardan, sahtekârlıklardan, yalanlardan, korkaklar ve korkaklıklardan, içinde sevgi barındırmayanların hümanist geçinmesinden, şiirlerden, şarkılardan, anlamsız ‘anlamlı sözler’den, ders verenlerden, aşkın anlamını bile bilmeyen ‘sevgi pıtırcıkları’ndan, ne kadar çok ‘elegance’ olduğu havası yaratan haddini bilmez ‘avam’lardan, satır aralarına yerleştirdikleri yabancı kelimelerle farkındalık yaratmaya çalışan sözde filozoflardan, teolojinin ‘t’sinden bihaber ateistlerden, tatil maceralarından, gezelim-görelim tarzı anılardan SIKILDIM, YORULDUM, BIKTIM artık…

Bütün bu bıkıp, usandığım şeyleri ben de yapmadım mı? Yaptım tabii ki!.. Hem de o kadar çok yaptım ki… Sonunda en çok da kendimden sıkıldım, bıktım işin gerçeği!.. Bırakıp gitmelerim de bu yüzden zaten!.. Artık çocukluk, gençlik hayalim motorum ve ben yollarda olacağız çoğunlukla!.. Belki bir köy kahvesinde çayımı yudumlarken bulurum huzuru… Belki de bir su kenarındaki salkım söğütün gölgesi altında uzanıp dinlenirken… Nazım’ı bile yadederim belki de… Kim bilir Jax Teller’ın sonu gibi olur belki de bu filmin finali…

Tıpkı Can Yücel’in dediği gibi; “Gitmek gerekir bazen / Fazla yormadan, daha çok bıktırmadan / Eğer vaktiyse ardına bile dönüp bakmadan…

Sonuç olarak; hayat gerçekten yaşamaya değecek çok az şey barındırıyor içinde… Ve bunlara sahipseniz o zaman başka hiç bir şeyin önemi yok. Ama sahip değilseniz… İşte o zaman her şey çok anlamsızlaşıyor… Benimki de böyle bir şey herhalde…

Yine de Herakieitios’un dediği gibi; her sabah güneş, yeni bir güneş olarak doğar… Dünün telafisi yok, bugünün ve yarınların tadını çıkaralım”… En azından gayret edelim…

Belki de böylesi daha hayırlıdır!…

Behçet Necatigil’in, “Asıl söylenecekler hep sonradan hatırlanır” deyişini doğrularcasına, naçizane bir kaç küçük dost tavsiyesi ile bitirelim bari bu zulmü!…

Hayatınız boyunca size değer verenlerin kıymetini bilin…

Hayallerinizin peşinden gidin ama hayal peşinde koşmayın…

Yalanlardan kaçının… Bile bile yalanların peşinden gitmeyin…

Ne kadar seviliyorsanız o kadar sevin…

Kimseye hakettiğinden daha fazla değer vermeyin… Sevin… ama sevildiğinizden de emin olun…

Sizinle birlikte yürüyenleri asla yarı yolda bırakmayın…

Kendinizin değerini bilin… Siz çok değerlisiniz… Ve; hiç kimse ama hiç kimse vazgeçilmez değildir…

Sizi seviyorsa tutun… Bırakmayın… Unutmayın ki günümüzde gerçek aşk bulunmaz bir nimettir…

Eline dokunanın değil, yüreğine dokunanın peşinden gidin…

“Unutmayın ki, dünyada en korkunç şey, ümidi kaybetmektir” demiş ya Sabahattin Ali… O yüzden siz siz olun ümidinizi kaybetmeyin…

HOŞÇAKALIN.