“Bir ay içinde birbirine taban tabana zıt iki Avrupa ülkesinde bulundum” İbretle okuyacaksınız

Bir ay içinde birbirine taban tabana zıt iki Avrupa ülkesinde bulundum.
Gördüklerimi paylaşmanın yararını düşündüğüm için bu yazıyı yazmayı uygun buldum.
İsviçre sanırım Avrupa’nın en zengin bizler için de en pahalı ülkesi.
Adamlar müthiş bir sistem kurmuşlar.
Her şey kurallar dahilinde işliyor. Örneğin devlet sizi çevreci olmaya mecbur ediyor.
Nasıl mı? Hemen izah edeyim.
Evlerde ve iş yerlerinde biriken çöpleri atmak için, belediyelerden her biri 3.5 frank değerinde olan sarı yapıştırma kağıtları almak zorundasınız. Atacağınız her çöp poşetine bu stickereri yapıştırmak zorundasınız. Bu stickerlerde sizin tüm bilgileriniz yer alıyor. Yani konteynere atacağınız her çöp torbası için 3,5 frank ödemek zorundasınız.
Ancak belediye; pet şişeler, gazete kağıtları, cam şişeler ve doğal atıklar için (Sebze ve meyve çekirdekleri, koçanları, kabukları) için ayrı yerler yapmış. Bu atıkları oralara ücretsiz atabiliyorsunuz.
Kısacası evlerde yaşayan aileler ve iş yerleri çöp torbalarına cam şişe, pet şişe, kağıt gibi atıklar koyarsa gereksiz yere poşette yer kaplayacağı ve torbanın çabuk dolmasına neden olacağı için bunları bir kutuda biriktirip ardından bu atıklar için ayrılmış toplama kutularına atıyorlar. Daha doğrusu atmaya mecburlar. Zira bu çok daha akılcı ve ekonomik İsviçre’de yaşayanlar için.
Yani devlet sana ‘akıllı ol paranı çöpe atma; hem sen kazan hem çevre hem ülke ekonomisi kazansın’ diyor.
Marketlerde hemen her ürün dilimli ve gramajlı satılıyor.
Poşet her Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da ücretli. İnsanlar bizdeki gibi ekmeğe ayrı, bibere ayrı, yumurtaya ayrı sonra da hepsini içine koyacağı şekilde poşet çılgınlığı yaşayamıyor.
İnsanlar markette parayla satılan poşetlerden almak yerine alışverişe gelirken evinden torbasını da getiriyor. Gördüğünüz gibi ya çevreci olursunuz ya da iki yakanız bir araya gelmez.
Konteynere her gün bir torba çöp atarsanız 3,5 frank yani ayda 105 frank ödersiniz. Evdeki çöpü dikkatli kullanırsanız bir rakamı aşağı çeker önemli bir tasarruf sağlarsınız.
Sakın ‘Bizde de çöp vergisi var’ demeyin. İsviçre’de de evler ve iş yerleri bizdeki gibi aylık çöp vergilerini de ödüyor. O apayrı bir şey.
İsviçre de trafik kuralları çok katı, cezalar ise akıl almaz düzeyde. Kırmızı ışıkta bir kez geçenin o gece gözüne uyku filan girmez zira ceza yaklaşık 300 frank. Sürat aşımı ise daha feci. Bir arkadaşım kuralların bu kadar set olduğunu bilmediği için 20 günlük bir süre zarfında 2500 frank trafik cezası ödemek zorunda kalmıştı. Bu kurallar şehir dışındaki küçücük köy yolarında dahi uygulanıyor. Yaşamak için ya kuralara uyacaksın ya da uyacaksın başka yolu yok.
Yol demişken hemen belirteyim otobanlarda tünellerde köprülerde ücret ödemiyorsunuz. Zira otomobil alırken veya kiralarken yıllık kullanım vergi olarak aracın ön camına işlenmiş, İster geç ister geçme aracın varsa bunu ödüyorsun.
Bu ülkede tek şaşırdığım şey otobanların iyi şekilde aydınlatılmaması. Şehirler arası yolda resmen zifir karanlıkta gidiyorsunuz.
Yeni model otomobiller çok ekonomik tüketim sağladığı için benzin ücreti sizi pek sarsmıyor ama otoparklar inanılmaz pahalı. Bir tam gün otomobilinizi park ettiğiniz zaman 30-40 frank ödemek zorundasınız. Otelinizin veya tuttuğunuz apartın park yeri yoksa yandınız.
Kiraladığınız araca otel ücretinden çok park ücreti ödersiniz. Uygunsuz yere park etmeyi aklınızdan bile geçiremezsiniz zira bedeli çok ağır olur. Yani devle sana ‘mecbur değilsen arabanı kullanma. Yürü ya da toplu taşımaya bin’ diyor.
Kurallar böyle zor, hayat böyle pahalı olunca yollarda dilenci, cam silen, mülteci, evsiz filan göremiyorsunuz. Zira bu insanların Avrupa’da tercih edeceği en son ülke İsviçre. Maçlarda da sahaya kimse para atmıyor ebette. Zira para değerli, halk mecburen tutumlu.
İsviçre’nin hemen ardından Beşiktaş kampını takip etmek için İspanya’nın tatil beldesi Marbella ve Malaga’ya geldim. Burada 10 gün içinde ne trafik polisi gördüm ne radar.
İsteyen arabasını bulduğu yere park ediyor. Denizi kayalık. Otelleri eski.
Tam ‘Bizim Bodrum, Antalya buraya yüz basar’ diyordum ki dün gece antrenmandan sonra Marbella Port’a indik. Aman Allahım ne göreyim inanılmaz bir araba şovu.
Marbella Belediyesi arabayla limana girmek isteyenlerden yılda bin Euro peşin para alıp kart veriyormuş. Tamamına yakını Suudi, Katarlı, Kuveytli, Dubaili zenginler. Kartlarını göstererek girdikleri bu yolda sonuna kadar açtıkları müzik eşliğinde ultra lüks otomobilleriyle kasılarak geçit töreni yapıyorlar.
Her birinin arabasında yarı çıplak Rus, Litvanya, Ukraynalı bebekler. Araba diyorum ama siz öyle bakmayın üstü açık Lamborghiniler, Jaguarlar, Ferrariler, Roce Roceler, Maserattiler, Jeepler, Bentleyler, Hummerler. Hepsi homor homur bağırıyor. Hayatımda bu kadar lüks, özel üretim otomobil görmedim ama paranın ve arsızlığın gerçek gücünü burada gördüm.
Tamamı Arap coğrafyasının insanları. Genç Arap kızlarını görseniz yolda resmen yarı çıplak dolaşıyorlar. Tabii ki anneleri ise türbanlı.
İnsanlar pizza yemek veya krep yamak için kuyruklarda bekliyorlar.
Oysa bizim kaldığımız otel sahile çok yakın ve buraların en büyük mütevazı oteli. Müşteriler de mütevazı elbette.
Buradaki kadınlar da aynı Türkiye’deki gibi davranıyor.
Erkenden kalkıp deniz kenarındaki şezlonglara bir havlu; havuz kenarına bir havlu bırakıyor. Deniz soğuk olduğu için tüm şezlonglarda havlu var ama hepsi bomboş. Bizim gibi erken kalkamayıp şezlong tutamayanlar ise anca ayakta güneşlenebiliyor.
Yemekte da anneler yine çocuklarına ve masalarına karınca gibi yemek taşıyorlar. Her masada yemeklerden tatlılardan meyvelerden oluşan Pisa kuleleri var.
Buraya tatile gelen çoğu Suudi Arap, Katar, Kuveyt, Fas, BAE vs turistlerin eşleri onca üstsüz, onca bikinili kadına rağmen iğrenç haşemalarla kumsala iniyorlar.
Bu kadınların mutsuzluğu suratlarından akıyor. ‘Karını madem naylon poşete sokacaksın niye buralara tatile getirirsin be adam’ dememek elde değil. Git dağ turizmi yap o zaman.
Bu zavallı kadınların kocaları ise rengarenk bermuda tişörtler, pahalı güneş gözlükleri ellerinde deniz yataklarıyla kumsala iniyor. Haşemalı gariban ne yapsın kıyıda çimiyor sonra da üç dört çocuğunun peşinden koşturarak kan ter içinde sözüm ona tatil yapıyor.
İnsan kendi kendine sormadan edemiyor.
Neden dindarlık sadece kadınlar üzerinden yapılıyor.
Belki de kadınların itiraz etmemesi yüzünden olabilir mi?
Mesela benim İtalyan mı, Fransız mı, Mısırlı mı olduğum hatta hangi dinden olduğum dışarıdan bakınca belli değil ama Müslüman kadınlar hem kendilerini hem de ailelerinin dış görünümlü pasaportu gibi.
Yağma yok. Dinimiz adaleti emrediyor.
Madem öyle bu erkeklerde haşemayla girsin denize kardeşim. Belki o zaman kadınlara yaşattıkları zulmü anlarlar.
Öyle ya belki Avrupalı bir kadın o herifin kıllı vücuduna bakar da nefsi uyanır!.. O da önlemini alsın bence.
Sözün özü İspanya Arap turizmine kapılarını sonuna kadar açmış. Hiç bir görüntü bozukluğunu önemsemiyor, Euroları sağdıkça sağıyor.
Burası Arabistan yarımadası gibi olmuş.
On binlerce zengin Arabın burada villa aldığı söyleniyor. Resmen sektör oluşmuş burada.
Şimdilik bu kadar…

Sevgiler…
Süleyman ARAT