‘Bir ara cüssesi dev bir adam salona girdi. Çocukluk kahramanımdı. Bir görevli, “Tarık Hoca sizi bekliyor ” dedi’

Severdim. Bir abi gibiydi.
Mesleğimden ötürü çok kez karşılaşmış ama sevgili sevenlerinin yumağına hiç dolanmamıştım.
Kalabalık arasında kaybolup gidiverirdi. Kendine has bir adamdı…
Aradan yıllar geçti.
Sonra bir gün Gülşah Çınar arkadaşım beni onun sahibi olduğu Taş Mektebe davet edip,
“gel çocuklara bir şeyler anlat” dedi.
Kırmadım gittim. Konu Atatürk idi.
Vardım. anlattım. Bir ara cüssesi dev bir adam salona girdi. Çocukluk kahramanımdı.
Az sustum. Yutkundum. Sonra anlatmaya devam ettim.
Uzaktaydı ama kahramanımı görerek anlattım çocuklarına.
O çocuklar O’nun çocuklarıydı. O’nun yetiştirdikleriydi.
Anlattıklarımdan çok daha fazlasını O’nun sayesinde çoktan öğrenmişlerdi…
Anlatacaklarım bitti.
Bir görevli, “Tarık Hoca sizi bekliyor “ dedi. Sevindim.
Odasına gittim. Ayakta karşıladı.
Yanaklarımdan öptü yerine geçip oturdu.
“Çocuklarıma anlattıklarınızı dinledim, herbirini ilk kez duydum. Helal! Yaşayın!” dedi.
Mutlu oldum. Mutluluğunu yüz ifadesinden anladım…
Çocukluğumun kahramanı bu kez yürekli bir dev olmuştu.
Üstelik, “Bana abi de…” dedi, birçok kişinin bilmediği 3 belgeselinin cd’lerini verip okulun kapısına kadar uğurladı.
Son sözü, “Kazanacağız!” oldu. Birbirimize baktığımızda, içimden, “elbette!” dedim.

Sonra, O gitti.
Bense, annemle yıllar önce gittiğimiz Bakırköy Tren istasyonundaki büfeye gidip tek bir lahmacun yemek istedim.
Ama hiç keyif almadım.
Üzüldüm. Çok üzüldüm.
Artık çoktan büyümüş, üzülmenin bir fayda getirmeyeceğini çoktan öğremiştim.
O gitmiş, yavruları büyümeye, O’nun gibi düşünmeye devam ediyordu.

İyi ki doğdun Tarık Abi!

Yaşar Gürsoy