“Ayrıldık dostlar. Mecburen” Bab-ı Ali’nin Nail abisinin tüm öyküsü.. Cemil Özyıldırım yazdı

“Ayrıldık dostlar. Mecburen”

İnsanın gücünü göstermesinin iki yol vardır. Ya üstüne basarak, ya da yukarı kaldırarak. Rahmetli Nail Güreli, yaşamı boyunca gücünü üstüne basarak göstermekten uzak duran bir insandı.
Onun için hayatın sırrı, başkasına özenmek veya benzemek, ya da taklit etmek yerine, kendi güçlü yönlerini geliştirerek ayakta durabilmekti.
O nedenle prensiplerinden asla taviz vermeyen, çalışmaktan vazgeçmeyen, zihinsel enerjisini boşa harcamayan, hayli inatçı, doğru bildiği yoldan asla şaşmayan bir karakter yapısındaydı.
Bu karakter yapısını, nezaket, yardım severlik, meslek etiğine sıkı sıkıya bağlılık ve yeri geldiğinde mizah kültürü ile yoğurunca, onun yaşam felsefesi ortaya çıkardı.

26 Ekim 2016’da kaybettiğimiz Güreli, 13 Şubat 1932 İstanbul doğumlu idi.
Göbek adı Ahmet olan Nail Güreli, Kabataş Ortaokulunu bitirdikten sonra Sultanahmet Erkek Enstitüsünde eğitimine devam ederken, 1950 yılında Kahkaha dergisinde gülmece yazılar yazmaya başladı.
1952 yılında da Hizmet Gazetesi’nde stajyer muhabir olarak mesleğe adımını attı.
Mesleğin daha 7.‘nci yılında iken, ‘’Yılın Gazetecisi’ seçildi. Meslek yaşamını Son Posta, Son Telgraf, Tan, Akşam, Vatan, İkdam, Hürriyet, Hürriyet Haber Ajansı, Güneş ve Milliyet Gazetelerinde, İstihbarat Şefi, Haber Müdürü, Yazı İşleri Müdürü, Genel Yayın Yönetmeni ve köşe yazarlığı görevleri ile sürdürdü.
20 yılı aşkın Türkiye Gazeteciler Sendikasının (TGS) çeşitli kademelerinde görev aldı.
1982 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde (TGC) 18 Mart 1994 ve 3 Nisan 2001 yılları arasında, Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı.
Başkanlığı döneminde TGC’nin günlük yayın organı ‘’Bizim Gazete’’yi yayımlandı.
Hürriyet Gazetesi’nin hayata geçirdiği Sedat Simavi Ödülleri, Cemiyet bünyesine alındı.
Basın Senatosu ve Başkanlık Konseyi oluşumu gerçekleştirildi.
Türkiye Gazeteciler Hak ve Sorumluluk Bildirgesi hazırlanarak yayınlandı.
Konrad Adenauver Stiftung kuruluşu ile basın meslek içi seminerleri ve yerel basın ödülleri projesi imzalandı. Öldürülen gazeteciler günü ilan edilerek, toplu anma törenleri düzenlendi.
7 Meslek kuruluşu ile işbirliği içinde Gazeteciler Dayanışma Platformu kuruldu. Babıali’de iz bırakan bir duayen ve basın emekçisi idi.
O yüzden meslek yaşamı içinde aralarında, Türk Dil Kurumu Röportaj Ödülü, Sertel Gazetecilik Vakfı ve Orhan Apaydın Vakfı Demokrasi Ödülünün de bulunduğu 12 ödülle taçlandırıldı.
Nail Güreli 6 Haziran 1983’de Erdal İnönü önderliğinde kurulan SODEP’ten (Sosyal Demokrat Parti) milletvekilliğine adaylığını koyarak siyaset kapısını açmak istedi.
Ancak Kenan Evren Başkanlığı’ndaki Milli Güvenlik Kurulu, partinin başta Erdal İnönü olmak üzere 21 kurucusunu veto edince, Güreli de 1983’teki milletvekili seçimlerine katılamadı ve bir daha da siyaseti denemedi.
Nail Güreli’yi hepimiz ‘’Nail Ağabey’’ diye ünlerdik. Çok çalışır, çok kitap okurdu.
Kişisel olarak sahip olduğu 8 bin adet kitabını, öğrencilerin yararlanabilmeleri amacıyla Maltepe Üniversitesi’ne bağışladı. Çalışmayı ve başarıyı tanımlarken gülerek ‘’Çalışırken değil de, yemek yerken terliyorsan, başarılı olmuşsun demektir’’ diye bir felsefe ortaya koyardı. Nail Ağabey, çevreye de duyarlı idi. Nerede çevreyi tehdit eden bir olay yaşanıyorsa, ya oradaydı, ya da gazetedeki köşesinde yazardı. Bir gün Hürriyet Gazetesi’nde birlikte yemek yerken, onun mizah kültürünü de ortaya çıkaran çevre ile ilgili şöyle bir fıkra anlattı.
‘’Şehirli bir rahip kırda giderken bir çiftliğin doğal güzelliğine hayran olmuş.
Dört tarafı beyaz bir çitle çevrili otlak, yemyeşil ve bakımlı, otlayan hayvanlar baştan ayağa tımarlanmış gibi temiz bir görüntüde imiş. Rahip, çiftliğin sahibini ziyaret ederek, (Tanrı sizi çok güzel bir çiftlikle ödüllendirmiş) diye iltifat etmiş.
Çiftçi teşekkür edip, şöyle demiş: (Evet bunun için minnettarım. Ama siz keşke onun zamanında bu çiftliği görseydiniz)

Nail Ağabey, içinde espri ve mizah olmayan her şeye pek gülmeyen, son derece ciddi tavırlı, ancak sohbetine doyum olmaz bir insandı. Randevu saatlerine çok dikkat ederdi.
Evi Anadolu yakasında Kadıköy Çiftehavuzlar’da olmasına rağmen, Avrupa yakasındaki gazetesine erken gelenler arasındaydı.
Nail ağabeyin, kendisi ile özdeşleşmiş, meslektaşlarınca da benimsenmiş hal-hatır sorma ve selamlaşma şekli vardı. ‘’Nasılsınız’’ diye lafa giren meslektaşlarına ‘’İyiyiz. Mecburen’’ karşılığını verirdi.
Rahmetli şair Atilla İlhan’ın ‘’Ben sana mecburum’’ diyerek sevgilisi için bir aşk mecburiyetini ortaya koyduğu gibi, Nail Ağabey de demokrasiye mecburdu, basın özgürlüğüne mecburdu, basında örgütlenmeye mecburdu, mesleğin etik değerlerine mecburdu.
Bu mecburiyetlerini yansıtan, 21 Ekim 1997’deki toplantıda yaptığı konuşmasında, Atatürk’ün ‘’Ey Türk gençliği’’ diye başlayan nutuktaki söylemini çevirerek, genç gazetecilere şöyle seslenmişti:

Ey Türk Medyası’nın evladı
‘’Senin bağımsızlığına ve tarafsızlığına kastedecek düşmanlar bütün dünyada emsali görülmemiş bir kudretin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile ticari kredilerle, denetim dışı reklamlarla, promasyon kampanyaları ile ve siyasi baskılarla aziz medyanın bütün sayfaları, ekranları, mikrofonları zapt edilmiş, bütün iletişim kanallarına girilmiş, bütün savunma güçleri dağıtılmış ve medyanın her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Ey Türk Medyası’nın evladı
İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, medyanın bağımsızlığını ve tarafsızlığını kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, gönül verdiğin meslek ilkelerinde mevcuttur.”

Nail Güreli, gerek basın özgürlüğü, gerekse gazetecilerin yaşam ve özlük haklarına yönelik yılmaz mücadelesini, gazeteci Metin Göktepe davasında gösterdi.
Bu olayda Nail Güreli’nin bir gazeteci olarak ‘’Fikri takip’’, ‘’Meslek mensubuna sahip çıkma’’, ‘’Mesleğin saygınlığını koruma’’ gibi sergilediği mücadele, Metin Göktepe olayının hatırlanması için önemlidir.
Göktepe, 8 Ocak 1996 tarihinde Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen iki tutuklunun cenazesini izlemek üzere Alibeyköy’e gitmişti.
Ancak, “Sarı Basın Kartı” olmadığı gerekçesiyle cenaze alanına sokulmadı.
Haberi izlemekte “ısrarcı” davranınca da, gözaltına alındı.
Yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü.
Devlet yetkilileri çelişkili açıklamalar yaparak cinayeti gizlemeye çalıştı.
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını açıklarken, Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını, ancak çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düşüp başına taşa çarptığını, İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise, spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.
Davayla ilgili çarpıcı detaylardan birisi de, Metin Göktepe’yi öldürdükleri iddia edilen polisleri, yargılayacak yer bulunamamasıydı.
Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar, 25 bin polisin görev yaptığı İstanbul’dan, güvenlik gerekçesiyle davayı Aydın’ a nakletti. Orası da beğenilmedi, Afyon’’a gönderildi.
Duruşma günlerinde Susurluk davasından mahkum olmuş Korkut Eken ve 12 Mart dönemini yaşayanların adını bildiği Necdet Küçük Taşkıner, sanık polislerin avukatıydı. Ama onların karşısında da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli, yıkılmaz bir kale gibi duruyordu.
Gazeteciliğin fikri takip kuralını bizzat uygulayarak, dava sürecini yerinde izleyip raporlaştırdı ve basının sesi oldu. Göktepe’ye şiddet uygulayan beş polis, ‘kastı aşan şekilde insan öldürmek’ (öldürme niyeti bulunmadan, taksirle) ve ‘faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek’ suçlarından yedi yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldı.
Bir polis memuru ise, Yargıtay’ın kararı bozmasından sonra, 20 ay hapis ve 5 ay kamu hizmetinden uzaklaştırma cezası aldı. Sanık polislerin bir kısmı, 1,5 yıldan az bir süre cezaevinde tutuldu. Zira 2000 yılında yürürlüğe giren Şartlı Af Yasası, hapis cezalarının tamamlanmasına engel oldu.
Öldürülmesinden sorumlu diğer polisler, kamuoyunda “Rahşan affı” diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanarak toplam 1 yıl 8 ay hapis yattı. 1998’de birincisi düzenlenen Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü, davayı izleyen tüm Gazeteciler adına Nail Güreli’ye verildi.
Hürriyet Gazetesi’nde, 1972 yılında Hürriyet Haber Ajansı Genel Müdür Yardımcılığı görevinde bulunan Nail Güreli, çalışacağı odadan çıkıp, editörlerin bulunduğu salonda küçük bir masayı tercih etti.
Hermes marka küçük yeşil daktilosu ile Anadolu muhabirlerinin haberlerinin redaksiyonunu yapıyordu.
Ajansa gelen genç gazetecileri, masasının kenarındaki sandalyeye oturtarak, haber yazımını öğretmeye çalıştı.
Daha sonra Hürriyet Yazı işlerine geçti.
Burada da ‘’Bir günün hikayesi’’ köşesini yazıyordu. 12 Eylül 1980 sabahı, Hürriyet Gazetesi sabah toplantısındaki bir Nail Güreli anısı da, Ömer Asan’ın kaleme aldığı‘’12 Eylül Sabahı’’ adlı kitapta şöyle anlatılıyordu: ‘’Radyolardan numaralandırılmış bildirilerin okunduğu, Hasan Mutlucan’ın evlerinden çıkmaları yasaklanmış ahaliye kahramanlık türküleri söylediği 12 Eylül günü, en bildik imajlardan biri, Hürriyet Gazetesi’nin o günkü 1’nci. sayfasıdır. Nail Güreli, Hürriyet’te çalıştığı günlere denk gelen o sabah, ilgisiz bir sürü kişinin yazı işleri toplantı salonunu doldurduğunu söylüyor. Merak içinde son haberleri almak isteyenlerle, gazete manşetini merak edenlerin doluştuğu salonda Genel Müdür Nezih Demirkent, ‘’Manşeti ne yapacağız çocuklar’’diye sorduğunda, en radikal öneri Nail Güreli’den geldi. Güreli ’’Millet Meclisinin kürsüsünün arkasındaki (Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir) yazısının fotoğrafını koyalım’’ deyince, herkes askeri darbeyle alay eden bu manşet önerisine gülmekle yetindi. Hürriyet o gün yaptığı yıldırım baskıda ‘’Ordu yönetime el koydu’’ manşetiyle çıktı

Marmara Üniversitesi’nde Basın Tarihi dersleri veren Nail Güreli’nin öğrencilerine, gazete haberi yazımında kuralları anlatırken gösterdiği yol, dikkat çekiciydi:
‘’Benim için çalışan 6 dürüst adam var. Ben bugün ne biliyorsam her şeyi onlardan öğrendim. Bu dürüst adamlarım 5n 1k’dır. Onları Ne, Neden, Nasıl, Nerede, Ne zaman, Kim diye çağırabilirsiniz. Bu dürüst adamlardan (Ne) konudur, (Neden) amaçtır, (Nasıl) yöntemdir, (Nerede) mekandır. (Ne zaman) tarihtir, (Kim) ise, ilgili kişidir. Gazete haber yazımında bunları doğru sıra ile çağırabilirseniz, gazeteciliğe adım atabilirsiniz’’
Meslek yaşamı boyunca Nail Güreli, gazeteciliğe adım atan bir çok gencin yetişmesini de sağlamıştı.
Çalıştığı gazetelerde masasının önünde değil de yanında, boş bir sandalye bulundurur, genç gazetecileri bu sandalyeye oturtarak, haber yazımında dikkat edilecek noktaları anlatırdı.
O sandalyeye ‘’Sanık sandalyesi’’ adını takmıştı. Özellikle dikkat edilmesi gereken noktanın, haber ile fotoğrafın bütünleşmesi olduğunu söylerdi. Bu nedenle önüne gelen bir haberde, önce fotoğrafa bakar, sonra haberi incelerdi. Hürriyet Gazetesinde fotoğraf servisinin çalışkan muhabirlerinden Hüsnü Savaş’ı da o yetiştirmişti.
Hüsnü, gazetenin resimlerin basıldığı laboratuarda çalışırken, Zenit marka bir fotoğraf makinası almış, foto muhabiri olma hayalini gerçekleştirmek istemişti.
Bu arzusunu Nail ağabeye açmış ve ‘’Çektiğin fotoğraflarını bana getir’’ cevabını almıştı. Nail ağabey in gözetiminde süren bu ilişkiyi de, Hüsnü Savaş anlattı:
‘’Nail bey çektiğim resimleri beğeniyordu. Ben bir yandan resim çekiyor, bir yandan da laboratuarda çalışıyordum. Nail ağabey, çektiğim resimlere resim altı haber yazarak, yazı işlerine servis ediyordu.
Çoğu zamanda, elindeki bir haberi verip, (Buna uygun bir resim çek getir) diyordu. Sonbaharın son günleriydi. Mesai çıkışı Eminönü’ne indim. Kalabalık ara sokaklara daldım. Sobacıların bulunduğu sokakta, bir adamın sırtına saç sobayı yükleyip, elinde de borularla yürüdüğünü gördüm. Çeşitli cephelerden resimler çektim. Ertesi gün Nail beye götürdüm.
O da ‘’Kış kapıda’’ başlığıyla bir haber yazdı. Haber gazetede çıktı ama, yine imzam yoktu. Derken, bir gün Mecidiyeköy’den geçerken, otomobilin açık camından yarı beline kadar sarkmış sevimli bir köpeğin sağa-sola havlayarak yol aldığını görünce, birkaç kez denklanşöre bastım. Nail ağabey resmi çok beğendi. ‘’Minnoş’tan korkmayın’’ başlığı ile bir haber yazdı.
İlk defa imzamla çıkan bu haber, beni çok mutlu etti.
Yine Nail ağabeyin referansı ile beni laboratuardan foto muhabirleri arasına aldılar.
Onun öğrettiklerini uygulayarak, salıncakta sallanan bir kız çocuğunun bacakları arasından çektiğim boğaz köprüsünün resmi ile, gazetecilik fotoğraf ödülü aldım. Onu rahmetle anıyorum’’

Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra, kısa bir süre Güneş Gazetesinde yayın yönetmenliği yapan ve daha sonra da Milliyet Gazetesine geçen Nail Güreli, çeşitli görevler üstlendi ve köşe yazarlığı yaptı.
35 yıllık bir süreci kapsayan Milliyet Gazetesindeki meslek yaşamına, 2012 yılının 10.’ncu ayında, ansızın istifa ederek son verdi.
Onun ayrılık haberini okuyucuları ve dostları, son köşe yazısında paylaştığı bir veda notu ile öğrendi. Kısa ve öz, veda notu şöyleydi:
“Biliyorsunuz eşyanın tabiatına uygun diye bir deyim vardır. Biz de medyanın tabiatına uygun olarak Milliyet’ten ayrılıyoruz. Sevgiyle esen kalın!”.
Nail Güreli, iki dünyalı bir insandı.
Bir iç dünyası, bir de dış dünyası vardı. İç dünyasını kimse bilmezdi.
Çünkü güven duymadığı insanlarla asla paylaşmazdı.
O yüzden bu istifasının nedeni, uzun süre anlaşılamadı. Odatv, Milliyet genel yayın yönetmeninin değişmesinden kısa bir süre sonra gerçekleşen bu istifanın nedenini sormak için, Nail Güreli’ye ulaştı.
Gazeteci Güreli, iç dünyasında sakladığı gerekçeyi şu sözlerle yanıtladı: “Bence çok sıcak olduğu için şu an konuşmayı doğru bulmuyorum. Arkadan konuşmayı kendime yakıştırmam. Demirören Grubu ile ilgili değil istifam. Yazılarıma müdahale de edilmiş değil. Ayrıntılı açıklama için, olayın biraz soğumasını bekliyorum.”
Ancak bu ani istifanın nedeni, Milliyet Gazetesi’nde kadim dostu Nazım Alpman’ın, onun ölümünden sonra yazdığı yazıda açıklığa kavuştu. Alpman, bu istifayı şöyle açıklıyordu:
‘’Neden istifa ettiğini, ona sebep olan bile bilmez. Belki burada okursa öğrenecektir. Nail Abi Milliyet’in o dönemde genel yayın yönetmeni Derya Sazak’tan randevu ister. Özel bir konu hakkında değildir bu isteği. Milliyet Ödüller Komitesi Başkanı olarak, 2012 yılı ödüllerinin organizasyonu hakkında bilgi vermek ve görüş almak istemektedir.
Derya Sazak biraz dalgın, çokça yoğun olduğundan, Nail Güreli’nin odasının önünden bile geçerken, bu isteği hatırlayamaz.
Nail Abi, bunun bir “yönetim tavrı” olduğu kanısına varır. Çeketini alır ve çıkar gider. Nail Abinin istifasından, Derya’nın bile, okurla birlikte haberi olur. Kaldı ki Nail Abinin ona karşı bir “tavrı” falan da yoktur. Ama kararını vermiştir ve gitmiştir. O kadar!..’’

Nail Güreli 2012’den sonra, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin etkinlikleri, gazetecilikle ilgili panel, konferans ve oturumların dışında, Babıali’nin parke taşlı dik yokuşunda artık pek görünmez oldu.
Kitap yazıyordu. Oğlu Gür Güreli adına kurduğu ‘’Gür Yayıncılık Şirketi’’nde yazımını bitirdiği kitaplarının baskıları ile ilgileniyordu.
Bu arada Okan Üniversitesi’nde, daha sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde ders verdiği öğrenildi. En son Maltepe Üniversitesi’nde de, sağlık sorunları ortaya çıkıncaya kadar, Basın Tarihi derslerini sürdürdü. Nail Güreli, 39 yıllık eşi Mine Güreli’nin 13 Ekim 2009 yılında vefatından sonra çok sarsıldı, adeta içine kapandı. Yalnızlığın ördüğü dört duvar arasında, tek tesellisi oğlu Gür ve eşi oldu.
Gelini Figen Güreli, (ki kızım derdi hep) ona çok güzel bir çalışma odası hazırlamıştı.
82 yaşına gelmiş, abartılı olmamakla birlikte, yüzüne bilge bir ifade veren sakal bırakmış, ancak sağlık sorunları başlamıştı. Denge kaybından şikayetçiydi. Denge kaybı, yaşam dengesini de bozmuştu. Artık pek dışarı çıkamıyordu. Bir gün eve gelen bakıcısı, onu boylu boyunca yerde baygın yatarken buldu. Baş dönmesiyle yere düşerken, başını port-mantoya çarpıp kendinden geçmişti. Bundan sonraki gelişmeleri, Milliyet Gazetesi’nde onun en yakın dostu Nazım Alpman şöyle anlatıyor:
‘’Yürürken dengesini kaybettiğini söylediğinde ona bir sportif baston almıştım. Nail Abi dedim, bu ihtiyar adam bastonu değil, dağ bayır yürüyüşleri için yapılmış trekking bastonu. Hiç çekinmeden kullanabilirsin. Yaylı bir aparatı da var.
Nail Abim ünlü inatçılığını devreye sokmuş, baston hep duvarda asılı kalmıştı. 2016 yazında bastonsuz olarak evin içinde dolaşırken dengesini kaybedip düşmüş, başını portmantoya çarparak bayılmıştı. Öğle saatlerinde gelmesi gereken kadın yardımcının o sabah erken gelmesi sonucu, hayatta kalabildi. Başındaki yaradan akciğerine bir pıhtı atmıştı.
Bu durum, kaldırıldığı Balıklı Rum Hastanesindeki doktorları bir hayli uğraştırdı. Ama sonunda Nail Abimi kurtardılar. Bu sefer de düşme kaygısıyla yatağı tercih etti. Bütün kalkıp dolaşma önerilerini geri çevirdi. Yaşlanmaktan kaynaklanan sorunlar meydana gelirken, sadece inadı alabildiğine sağlam duruyordu’’.

100.’cü yaş gününü kutlayan Amerikalı komedyen George Burns, evinde verdiği davette dostlarına, ‘’Ölmeye zamanım yok. Meşgulüm’’ diyordu.1896-1996 yılları arasında yaşayan Burns’u sinemaseverler, elinden düşürmediği sigarası ve yuvarlak gözlükleri ile hatırlayacaktır.
Nail Güreli de kendisini telefonla arayarak geçmiş olsun diyen dostlarına, ‘’90 yaşına kadar yaşamak isterim. Mecburen’’diye karşılık veriyordu.
Ancak 2016 yılının Eylül ayında, çoklu organ yetersizliği teşhisiyle tekrar Balıklı Rum Hastanesine yatırıldığı gün, Nail ağabey 84 yaşındaydı.
Bu sessiz yatışından meslektaşlarından ve dostlarından çoğunun yine haberi olmamıştı.
Çünkü o böyle istemiş, ‘’Kimse beni yatarken görmesin’’ demişti.
Ama bir kişi vardı ki, onu geri çevirmemişti. O kişi, geçmiş olsun ziyaretine gelen, yıllardır Milliyet Gazetesi’nde eli-ayağı olan asistanı, Almina Karaman idi. Karaman, o ziyaret gününü şöyle anlatıyor:
’10 Eylül’de Balıklı Rum Hastanesi’nde ziyaretine gittim. Oldukça zayıf hali beni korkutmuştu. Kendi kendime güçlü olmam lazım diyor, bir yandan da gözyaşlarıma engel olmaya çalışıyordum. Sanki ölümü bekleyen hali vardı. Oysa ben onu hep dirençli hatırlamıştım. Ama bu sefer öyle görünmüyordu.
Doktorlarıyla konuşurken de duyduklarım, pek ümit verici değildi. Bana her zaman ‘’Ben demek sen demek. Bunu unutma’’ diyen insan, şimdi ‘’Bir daha gelme Almila. Başkalarına da haber verme’’diyordu. Ama neden diye sorduğumda, birden sesinin rengi değişti. Bu isteği yerine getirmekten başka çarem yoktu. İstemeye- istemeye kimseye haber veremedim’’.

Oysa dostlarından biri de, Gazeteciler Emeklilik Vakfı Başkanı, Babıali ustalarından Selami Turgut Genç’ti. Nail Ağabeyin unutamadığı yardımseverlik yönünü de, Selami Turgut Genç ortaya koydu:
‘’Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin her ayın son Pazartesi günü düzenlediği aylık yemek buluşmalarına gidiyordum. Akşam üzeri idi. Çemberlitaş’ta Basın Müzesine çok yakın bir yerde, ansızın yere düştüm. Acı içinde kıvranırken, iki genç koluma girip, beni Basın Müzesine taşıdı. Kapanan müzenin sadece bekçisi, danışma bankında oturuyordu. Yemeğe katılacağını bildiğim meslektaşlarıma telefon etmek istedim. Ancak müze bekçisi, belli bir saatten sonra telefonla dışarı irtibatın kesildiğini söyledi. O zamanlar cep telefonum da yoktu. Çaresizlik ve acı içindeyken, merdivenlerden bir ayak sesi duyuldu. Aşağı inen Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail beydi. Koşarak yanıma geldi. Ayağa kalkamıyordum. Hemen bekçiyi Gazeteciler Cemiyetine gönderip, makam arabasını getirtti. Beni acilen hastaneye yetiştirdi. Kalça çatlağı teşhisi ile hastaneye yatırdılar. Ama üzerime ve ayağıma giyecek bir şeyler lazımdı. Nail Bey hastaneden sonra, aynı araçla Basınköy‘deki evime gitti. Pijama terlik, havlu derken, eşimle birlikte tekrar hastaneye geldi. O gün kendisinin de katılacağı yemek programına gitmedi. Geç saatlere kadar başımda bekledi, doktorlardan bilgi aldı. Bu olayı asla unutmadım, unutamam’’

Nail Ağabey ile ben de birlikte çalışmış, günlük hayatta da onunla dostluk bağlarını pekiştirmiş biri olarak, şanslı bir insandım. Gazeteciler Cemiyeti’nin çıkardığı ‘’Bizim Gazete’’nin ilk sayılarını onunla birlikte, bugün hayatta olmayan, İlhan Turalı, Necla Berkan, Orhan Olcay, Seyfettin Turan’ın yanı sıra, yaşayan Selami Turgut Genç ve Murat Çorlu’dan oluşan bir ekip ile hazırlamıştık. Tabloid boyutta, eli-yüzü düzgün bir gazeteydi. 1970 yılında Hürriyet’te başlayan dostluğumuz süresinde, ondan çok şey öğrendim. Ailece de görüşürdük. Özellikle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti seçimlerinde 3 dönem birlikte çalışmış, ikili görüşmelerde seçim stratejisi konusunda paylaşımlarda bulunmuştuk. Bir seçim döneminde, yönetim kurulunun basılı listelerini ve üzerinde (konuşma metnim) yazılı zarfı bana verdi. (Bunları çantana koy, liste alamayanları sana yönlendireceğim.) dedi. Oy verme sürecinden önce listeler dağıtılmaya başlandı. Karşımızdaki rakip, müzmin başkan adayı, rahmetli Orhan Taşan idi. Sağ tandanslı bir listesi vardı. Bir ara bir kenarda toplanan tanıdıkların olduğu topluluğa bir şeyler söylemek için yerimden kalktım. Oturduğum koltuğa kimsenin oturmaması için de, üzerine çantamı koydum. Döndüğümde çanta yerinde yoktu. Telaşla Nail Ağabeye koştum. (Çantayı çalmışlar Nail Ağabey. Liste isteyenlere ne vereceğiz?. Üstelik senin de konuşma metnin vardı. Onu okuyup Orhan Taşan veryansın edecek.) dedim. Nail ağabey gülümseyerek sırtımı okşadı. (Üzülme, telaş etme Cemil. O çantaya 50 tane liste koymuştum. Zarftaki konuşma metnime de sadece seçimi biz kazanacağız diye yazmıştım. Bilirsin ben kağıda bakarak konuşmam. 700 tane liste benim çantamda. Sen liste isteyenleri bana yönlendir) deyince hem rahatlamış, hem de şaşırmıştım. Sonuçta seçimi açık ara kazanmıştık. Çanta içi boş olarak, seçim salonunun üzerindeki gazeteciler sendikasında bir masanın altında bulundu. Çantayı kaçıranın, Orhan Taşan’ın has adamı, rahmetli Ali Galip Vural olduğunu sonradan öğrendim. Nail ağabey olacakları önceden nasıl görmüş ve tedbirini almıştı?. Hala aklım almıyor.
Nail Güreli’nin Hürriyet Gazetesi’nde yakın çalışma arkadaşı olan Mete Ongan’ın da onunla ilgili çok anısı var. Sıra, Mete Ongan’da. Bakalım neler anlatacak?:
‘’Cemil’in telefonda “Facebook”a Nail Ağabey”i yazacağım” demesi beni bir anda 46 yıl öncesine götürdü. 1971 yılının mart ayında Hürriyet”e iş başvurumun ardından, adlarını ve kim olduklarını daha sonra öğrendiğim, meslek yaşamımın başlamasını sağlayacak üç kişinin; Erdoğan Kıral, Ali Ersan (Ali Baba) ve Necdet İşler”in karşısında yaklaşık 2 saat süren sohbetle karışık bir sınava girmiş ve ter içinde kalmıştım. Şimdi ne olacak diye düşünürken, saçlarına kır düşmüş ve en yakışıklı olanı, odanın yanındaki camlı bölmenin arkasında oturan birini göstermiş ve “Git o beyin yanına otur” demişti. Heyecan içinde teşekkür ettikten sonra, odadan çıktım. O beye kendimi tanıtıp yanına oturdum. “Gel bakalım delikanlı, demek gazeteci olmak istiyorsun” diyerek güleç yüzü ile başlattığı sohbette, bana büyük moral veren o gazetecinin Nail Güreli”i olduğunu ve 30 yıllık Hürriyet serüvenime yol veren kişi olacağını o gün nasıl bilebilirdim?.
Aradan geçen zaman bana saatler gibi gelmiş, birkaç metre uzaklıkta yine camlı bir bölmenin ardındaki odada, sıra sıra dizilmiş telekslerin önünde, ayağına dolanan onlarca metre beyaz şeritlerin arasında dolaşan adama (Turan Erturan) ve teksir makinesinin önünde elleri mürekkep içinde kalmış çocuk yaştaki gence(Erol) baktığımı gören o kişinin, “Burada çok şey görecek, çok şey öğreneceksin. Bu mesleği çok seveceksin” dediği hala kulaklarımda çınlıyor. Teksir sayfalarındaki haberleri çok okumam gerektiğini, okulda öğrendiklerimin buradakilerle farklı olabileceğini söyleyen o güleç yüzlü büyük usta, bana ilk gerçek gazetecilik dersini vermişti.
Aynı gün Nail Ağabeyle kafeteryaya çıkışımız, ilk öğle yemeğimiz. İşe başladığım yerin Haber Ajansı”nın Yurt Haberleri Servisi olduğunu öğrendiğimde içimdeki o heyecan… Hami Ağabeyle (Hami Alkaner), Ayşe Edipoğlu Tarman ve “Dede” (Rıza Aksoy) ile tanışma. Muhabirlerin telefonla yazdırdıkları haberler. Daktilo tuşlarının çıkardığı o melodi gibi şıkırtılar. Yan komşu, spor servisindeki Ali Ulvi Tural, Rıdvan Yelekçi, Eşfak Aykaç, Orhan Aldinç, Nazif Oturgan, gibi dönemin en ünlü spor yazarları ile tanışmanın verdiği tarifsiz hazlar. Yeni bir dünya tanımanın, mesleği en usta gazetecilerin arasında öğrenmenin verdiği o gurur, kelimelerle anlatılamaz…
Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Nail Ağabey beni karşısına almış ve “Mete, sendikalı olacaksın değil mi? “diyerek beni TGS üyesi yapmıştı. Nail Ağabeyi, her geçen gün daha yakından tanıyor, her öğrettiğini, her söylediğini adeta ezberliyordum. Herkese yardım ediyordu. O yıllarda çocuk denecek yaşta olan ancak yeteneği ve çalışkanlığı ile göze batan Hüsnü Savaş’ın çektiği fotoğraflara “resimaltı” yazar ve onu yüreklendirirdi.
Bilgeliği, meslekteki ustalığı, inanılmaz kibarlığı tarif edilemez. “İstanbul efendisi” sözüne bu kadar uyan birini ben tanımadım. Haber Ajansı”nda çömezi olmaktan büyük onur duyduğum Nail Ağabey, o yıllarda ve çok daha sonraları benim, en acı, en mutlu günlerimde hep yanımda oldu.
Nail Ağabey”in “Dünden Bugüne Babıali” adlı eserinin final bölümü ve bu kitabın son yıllarda ders verdiği Maltepe Üniversite için çektiği belgesel filminde birlikte oynamamız, büyük ustanın bana verdiği en büyük armağandır. Kitabın son bölümünün finalini yazmama izin verin:
” Babıali”deki mekansal göçün, insani yanlarının hüznünü, Adnan Özyalçıner gibi hissedenler az değildi. Aşağıda anlatacağımız konuşma, sanırız Babıali gurbetçilerinin ilk yıllarda yaşadığı duygusal boşluğu çok özgün bir biçimde anlatır. Hürriyet Gazetesi Milliyet”ten önce, Babıali’den taşınmıştı. Biz henüz Nuruosmaniye Caddesi”nde Milliyet’in Babıali”deki son binasıydık. Hürriyette iken yurt haberleri servisinde Hami Alkaner ve Mete Ongan ile birlikte çalışıyorduk. Genç arkadaşımız Mete Ongan’a bir gün Babıali’de rastladık. “Ne o Mete? Ne arıyorsun burada?” dedik. Mete”nin tek cümlelik yanıtı, pek çok şeyi anlatıyordu: “Simitçi aramaya geldim Nail Abi!”
Bu arada Nail Ağabey’in bu kitabından Milliyet”teki “Olaylar ve İnsanlar ” köşesinde bahseden ve son bölümü aktaran diğer bir büyük gazeteci Hasan Pulur ağabeyimizi de saygı ve sevgi ile analım…
En büyük üzüntüm Nevzat Ünlü, Cemil ve ben, çok çabalarımıza rağmen Nail Ağabey’i evinde ziyaret edemedik. Telefonlara cevap veremedi veya vermek istemedi. O çelebi ve inceliği içinde belki çevresini ve bizleri üzmek istemedi. Işıklar içinde yat, yıldızlar yoldaşın olsun büyük usta, büyük başkan .
Nail Ağabey ile ilgili anılar bitmek bilmiyor. Şimdi onunla Milliyet Gazetesi’nde yan yana masalarda çalışan Ali Haydar Nergis’e kulak verelim:
‘’1982 Anayasası’nı eleştiren ‘’Anamla Anayasa Tartışması’’ adlı röportajım, Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin birincilik ödülünü almıştı. Milliyet’te, bu röportaj tutkumu ilk keşfedenler, Melih Aşık ve Nail Güreli ağabeylerim olmuştu. Melih Ağabey beni yanına alarak, ‘Arka Pencere’ yazılarını düzenleme görevi verdi. Ancak, mizah yanım zayıf olduğu için, orada başarılı olamadım. Asıl ‘meramımı’ bilen Melih Ağabey, beni Nail Güreli’ye yönlendirdi. Nail ağabeyle ilk yakın karşılaşmamız o zaman oldu. Haber Merkezi’nin bir kat altındaki odada, Milliyet’in pazar eki ‘’Aktüel’’i hazırlıyorduk. Masalarımız yan yanaydı. Nail ağabeyin masasının önünde sürekli bir tahta sandalye dururdu. Şaka ile karışık o sandalyeye ‘’Sanık sandalyesi’’ diyordu. Hiç boş kalmaz, sürekli üzerinde bir oturanı bulunurdu. İş arayan, çalıştığı basın kuruluşunda şefine kızan, soluğu Nail ağabeyin yanında alıyordu. Cemiyet ve Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın büro çalışanları da, içinden çıkamadıkları çetrefil işleri ona getiriyorlardı. Nail ağabey, bir yandan onlara laf yetiştiriyor, bir yandan telefonları yanıtlıyor, o arada da ‘Aktüel’e yazı hazırlıyordu.
Bir sabah büroya geldiğimde, foto muhabiri arkadaşımı, omzunda fotoğraf makineleriyle beni beklerken buldum. Kapıdan girer girmez, Nail ağabey, fazla açıklama yapmadan, ‘’Aşağıda araba hazır. Önce Kazlıçeşme’ye gidin. Orada zor koşullarda çalışan deri işçilerini fotoğraflayın. Sonra da deri sanayinin olduğu Çorlu’ya geçin. Senden deri işçilerinin çalışma koşullarıyla ilgili esaslı bir röportaj bekliyorum’’dedi. İyi iş çıktı, ancak biraz isteksizce gittim o işe. Ben, Anadolu’ya gitmeye, dağları, çayırları, bayırları yazmaya hevesliydim. O günlerde, Deri İşçileri Sendikası’nın grev hazırlıkları vardı ve Nail ağabeyin sendikacılığa önem veren bir örgütçü olduğunu unutmuştum.
Nail Güreli’yi en yakından tanıyan, onunla her konumda paylaşımda bulunan, kısaca Nail Güreli’nin yaşamındaki en sağlam tanık, Milliyet’ten meslektaşı Nazım Alpman’dır. Onun anı birikiminden seçilenler, Güreli’nin gerçek kişiliğini de ortaya koyması açısından önemlidir. Alpman anlatıyor:
‘’Nail Güreli’nin Milliyet’te epeyce üst düzey görevleri vardı. Milliyet patronuyla doğrudan temas eden az sayıdaki gazete mensubundan biriydi. Bir seferinde (1991 veya 1992 olabilir) Abdi İpekçi Ödülleri için Yunanistan’dan 90 kişilik bir delegasyon geleceğini öğrenince sinirlendi ve bu talebi geri çevirdi. Çünkü ödül komitesinin başındaydı. Aynı odayı paylaşan bu satırların yazarına “ Rahmetli Abdi İpekçi benim arkadaşım. Valla bana kalsa iptal ederim bu organizasyonu. Biz buradan Atina’ya 18-20 kişi gidiyoruz. Adam torunun okul arkadaşlarını aileleriyle almış geliyor. 90 kişilik delegasyon olur mu?’’
Yunanistan’daki ödül yöneticisi kalkıp İstanbul’a geldi. Aydın Doğan ile görüştü. Aydın Bey de Nail Güreli’ye ricada bulundu:‘’Nail Bey bu seferlik kabul etseniz. Adam buraya kadar gelmiş . Ben söz veriyorum, bir dahaki sefere olmaz’’. 90 kişi İstanbul’da beş yıldızlı otelde bir hafta kaldı. Milliyet de bunu karşıladı. O tarihte Nail Güreli’nin maaşı ancak muhabirler ile kıyaslanabilecek seviyedeydi. Nail Güreli kendi maaşını bu “cömert” patrona söyleseydi, anında beş katına çıkartabilirdi. Çünkü o yıllarda bütün köşe yazarlarının cebinde sınırsız kredi kartları bulunuyordu. Ekstreleri elbette gazete muhasebesi tarafından ödeniyordu. Nail Güreli yıllar boyu kendisi için hiçbir şey istemeden üst düzey ilişkiyi yürüttü. Patronu sormadı. O da söylemedi. Bu yüzden Nail Güreli’nin gazete patronu sırtından edinilmiş villası, yalısı, çiftliği, lüks otomobilleri, atı, katı, yatı olmadı.
Nail Güreli’nin sadece kendi bilip uyguladığı bazı ilkeleri vardı. TGC (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti) sıfatıyla katılacağı toplantılara, yapacağı ziyaretlere giderken makam aracına binerdi. Onun dışında toplu taşıma araçları kullanırdı. Vapurlar, belediye, halk otobüsleri, dolmuşlar ve ara sıra da taksiler. Mesela oğlu Gür Güreli’nin nikah günü bir panelin yöneticisiydi. Sabah TGC Başkanı olarak makam aracıyla toplantı salonuna geldi. Öğlenden sonra oğlunun nikahına –özel iş- gideceği için aracını yolladı ve taksiyle son anda nikaha yetişebildi.
Maltepe Üniversitesinde, Nail Güreli kütüphanesinin açılışında oda arkadaşı olarak anons edildikten sonra kürsüye geldiğimde, onun hayat tarzı hakkında öğrencileri ve davetlilere bir anekdot aktardım. Milliyet Gazetesi Cağaloğlu’ndaki binasından çıkıp, Mahmutbey’deki Doğan Medya Center’a taşınmıştı. Servisleri kaçırdığımızda, gazeteye nasıl geleceğimizi kara kara düşünüyorduk. Yeni binadaki ikinci günümüzde Nail ağabey işi çözmüştü. Aksaray’dan hareket eden 52B ve 55 numaralı otobüslerin gazetenin önünden geçtiğini söyledi. Onun pozisyonundaki bir gazeteci, gazeteden pekala bir araç talep edebilirdi. Gazete de bunu sağlardı. Ama Nail ağabey bütün hayatı boyunca kendisi için hiçbir şey istemeden mesleğinde yükseldi.’’
Anadolu ile bağı hiç kopmayan bir gazeteciydi Nail ağabey. Özellikle Anadolu basınının desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerektiğine inanmıştı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı döneminde, her ay yönetim kurulu üyeleri bir vilayete giderek, seminerler ve toplantılar düzenler, gazeteciliğin gerekliliği üzerinde konuşmalar yapardı. Milliyet Gazetesi’nin satıldığı gün, 35 yıldır çalıştığı gazeteden kendi isteği ile ayrılan Nail Güreli, Posta Gazetesi adına Zonguldak’taydı. Bir süredir Anadolu’yu karış karış gezerek, o kentteki esnafı dinleyen, yaptığı röportajlarla dertlerini ve taleplerini duyuran Güreli, bu defa Zonguldak esnafını dinledi. Zonguldak’ta Pusula adlı gazetenin yazarı Atilla Öksüz, Nail Güreli ile ilgili izlenimlerini şöyle kaleme almıştı.
‘’Öncelikle belirtmek gerekir ki Güreli, 80 yaşında olmasına rağmen genç ve dinamik bir muhabir. 60 yıllık meslek yaşamında ortaya koyduğu başarılara, kazandığı güven ve saygıya arzusu ve azmi, hepimize ders oldu. Bizler yerel gazete olmamıza karşın, burnumuzun dibindeki esnafı dinleyip yeterince haberleştirmezken, Güreli o yaşına rağmen yorulmadan, dinlenmeden sabah 09.00’da başladığı röportajlarını, akşam 21.00’da tamamladı. Yetmedi, ertesi gün sabah erkenden Bartın’a, oradan da Karabük’e geçip, her iki ilde 20’yi aşkın röportaj yaptı. Hepsini dinledi ve not etti. Tüm röportajlarında farklı kesimlerden isimler olmasına özen gösterdi. Vaktini protokol işlerine değil, tamamen işine ayırdı. Otelde kaldığı zamanlar da ise, kaset çözümü yaptı. Genç bir muhabir heyecanıyla çalıştı, çırpındı. “80 yaşında muhabirlik yapmak nasıl bir şey?” diye sorduk. Yanıtı; “Anlatılmaz, yaşanır” oldu. “Nail Baba”nın bu performansını gördükten sonra gazetecilik adına, aslında ne kadar tembelleştiğimizi bir kez daha anladık.
Nail ağabey yaklaşık bir yıl kadar Evrensel Gazetesi’nde de köşe yazısı yazdı. Sağlığı bozulunca ara verdi. Kendisini biraz toparlayınca Evrensel’deki köşesinde yazmaya devam etti. Ancak Nail ağabey hastaydı. İkinci kez hastaneye kaldırıldıktan sonra Nail ağabeyi, tüm evrende her şey için geçerli olan Evrensel bir yolculuğa uğurladık. Bu büyük ustanın bıraktığı izler asla silinmeyecek, her zaman hatırlanacak.

Cemil Özyıldırım