Siyanür gerçeği.. 1992 yılında ödül getiren haber. Yetkililer siz de okuyun

Orhan Can - vapur
Siyanür – Orhan Yıldırım

Siyanür neden kolay bulunuyor? 1992 yılında bana ödül getiren haber. Yetkililer siz de okuyun

Siyanür gerçeği… “Bana 1 kilo siyanür tartar mısın?”

Çaresizlik yüzünden “siyanür içerek” intiharların çoğaldığı bu dönemde bu gerçeği herkesin bilmesinde yarar var.
Spor dünyasının ve Beşiktaş’ın ünlü yazarı Orhan Yıldırım, “Abi şu siyanürü nasıl çuval çuval satın aldığını yazsan da, herkes aydınlansa. Önlem alınsa” deyince bana da yıllar önce yaşadığım olayı anlatmak kaldı.

Terörün zirve yaptığı yıllardı…
1992 yılında PKK’li teröristler İstanbul’da farklı bir yöntemle toplu katlama kalkışmıştı.
Bu korkunç haber, gazeteler tarafından teröre prim vermeme amacıyla “küçük” görülmüştü.
Ancak ortada büyük bir gerçek vardı.
Halk düşmanı teröristler Sarıgazi Askeri Lojmanlarının su deposuna siyanür atmış ve subay ve astsubay ailelerinin topluca zehirlemesine neden olmuştu.
Su deposunun büyük oluşu öldürücü zehirin etkisini azaltmıştı.
Etkilenenler hastanede tedavi altına alınmıştı.
Yüzlerce kişinin toplu ölümü olabilirdi.
Ben o yıllarda Hürriyet Gazetesi’nde Polis Muhabiri olarak çalışıyordum.
İstanbul’da ne kadar polise kökenli olay varsa ilgi ve haber alanımızdı.

Hürriyet Gazetesi, -daha sonra yıkılan- İkitelli’deki yeni yerine taşınmış, Cağaloğlu’nda da küçük bir büro bırakmıştı.
Ben, Burak Ersemiz, Turgut Özen gibi isimler Cağaoğlu’ndaydık…
Haberlere buradan müdahale ediyorduk.
Bu kötü haberlerin ayyuka çıktığı bir gün, bir elimde telsiz, omuzumda da fotoğraf makinası haber peşindeydik.
Ani bir haber çıkma ihtimaline karşı görev anında fotoğraf makinası çantada gezmezdik.
CT45 büyük flaş Canon A2 fotoğraf makinasına kızakla bağlı olarak omuzumda her zaman asılı olurdu.
Giydiğimiz muhabir yeleğinin ceplerinde de ihtiyacımız olan her şey bulunurdu.
O her şey, küçük bir teyp, en az değişik asalardan 10’a yakın kullanılmamış film, pozametre pilleri, (Kışın donmalara karşı mutlak bulunmalıydı), tabii ki kağıt-kalem ve değişik lensler (Geniş açı- ya da zoom için bir objektif gibi) vs

İşte böyle bir oramda Eminönü’nden gazeteye doğru yürüyerek gidecektim.
İçimden Mısır Çarşısı’na girmek geldi. Sonra çarşının arkasında dolaşmaya başladım.
Bazen haber insanın önüne çıkardı.
Benim de bana ödül getirecek haberin tam önünde duruyordum.
Kimya ve laboratuvar malzemesi satan bir dükkanın tam önündeydim.

Dükkanın önündeki kaldırım üstünde de pirinç çuvalı, mercimek çuvalı gibi bir çuval duruyordu.

Dikkatli bakınca içinde beyaz beyaz kıtlama şekere benzeyen şeyler vardı.
Kesme şekerin yamuk yumuk kesilmiş hali gibiydi bunlar…
Ben gerçekten de şeker sandım önce… Kar beyazı şekerler (!)

Hani, insanın alıp ağzına atası gelen bir görüntüydü bu. .
Ben, içi ağzına kadar kıtlama şeker gibi görünen “şeye” bakarken dükkanın içinden biri geldi.
“Buyur abi” dedi…
Şeker sandım ya, bir dükkana bakıyorum, bir önümdeki çuvala..
dükkana bakıyorum, vitrinde cıva, laboratuvar malzemesi olan tüpler vardı.
E tekrar önüme bakıyorum, çuvalın içinde beyaz “Şekerler”!
Olayı çözmeye çalışırken, “Buyur abi” cümlesi ile “Erzurum şekeri mi bu?” diye sordum.
Genç çocuk “Aman abi ne şekeri siyanür bu” diye yanıtladı.
– Nee siyanür mü?
– Evet abi siyanür.
– Böyle mi satıyorsunuz.
– Evet, böyle satılıyor.
– E zehirli değil mi bu?
– Evet zehirli, istersen sen de satın alabilirsin ama.
Gazeteciyiz ya her olaya şüphe ile yaklaşırız. Özellikle de polis muhabiriyseniz.
Kolosu kaça diye sorduktan sonra
“Ver bakalım bana da bir, bir buçuk kilo” dedim.
Satıcı “Abi bir mi 1,5 mu?” dedi.

O kadar net cevap veriyorduk ki…
Gazeteci olduğum her halimden belliydi.
Telsizi belime takmıştım, kocaman fotoğraf makinası elimdeydi.
O da bir şey saklamıyor, rahat rahat cevap veriyordu…

Ulan diyordum, öldürücü bir madde bu kadar kolay satın alınabilir mi, bu kadar açık bir yerde satılabilir mi?
Çok hızlı düşünmeye çalışıyordum.
Haber ayağıma gelmişti ama sevineyim mi, üzüleyim mi bilmiyordum…
Nasıl olur da böylesine öldürücü bir madde bu kadar basit satılırdı, inanamıyordum.
Adam, un, mercimek, pirin, fasulye çuvallarda bulunan bir el küreğini aldı, daldırdı çuvalın içine.
Hırç diye siyanüre daldırıyor, poşetin içine boca ediyordu.

Tarttı siyanürü ve bana uzattı.
Ben, deli gibi fotoğraf çekiyordum.
Satıcı hiç istifini bozmada bir de bana poz veriyordu.

Ulan olacak iş değildi.
Her gün yüzbinlerce insanın geçtiği yerde siyanür serbestçe satılsın. Satılıyordu işte.

Böyle bir dükkanın önünden binlerce insan geçiyordu. Hem de çoluk çocuk…
Az ileride ise Mahmutpaşa yokuşu başlıyordu ve çığırtkanların sesi yükseliyordu.
Çığırtkanlar “İkizlere takke, kocanı sevindir” diye bağırıyordu.
Ucuz sütyen satıyorlardı.
Sünnet mevsiminde de yüzlerce çocuk sünnet kıyafeti için buraya getiriliyordu.

“Bu iş bu kadar basit olabilir mi?” diye düşünürken, “Ulan bunlar terörist olmasın, halkı topluca öldürmek için böyle satış yapmasınlar?” vs vs gibi düşünceler beynimden geçerken, dükkanın içerisinden bir ses, “Gazeteci içeri gelsene” diye bağırdı.
Beni çağıran dükkanın sahibiydi.
İçeri girdim.
“Şimdi sen tabii merak ediyorsun bu nasıl satılıyor” diye başladı ve merak ettiğim bütün soruları yanıtladı.
Ve ben orada öğrendim, (o dönem) siyanürün ithalatı serbest olan bir madde olduğunu.
Sadece ithalatı değil, aynı zamanda satışının da böyle serbest olduğunu o dükkanda öğrendim.
Üstelik işletmenin sahibi bana yasal evrakları gösteriyordu.
En son Resmi Gazete çıkardı ve siyanürle ilgili olan bölümü bana gösterdi.
Ben de fotoğraflıyordum.
Peki neden bu kadar basit diye sorduğumda “Çünkü sanayinin birçok dalında siyanür kullanılıyor” dedi.
Ben “Mesela” diye sorunca,
“Mesala,
kuyumcular altını silmek veya işlemek için siyanür kullanır,

tüm tersaneler kullanır,
çünkü paslı demir veya çelik levhalar siyanürlü suyla yıkanır,
beyaz eşya yapan tüm fabrikalar emayeleri siyanürle yıkar.
Sanayinin birçok kolunda kullanılır”
vs vs dedi..
Ve ben gözleri faltaşı gibi açılmış adamı dinliyordum.
Ve ben orada öğrendim, her gün onlarca iş yerinden Haliç’e, Marmara’ya kanalizasyonla kullanılmış siyanür suyu basıldığını…
E koca Marmara ‘ne yapsındı’…
Arıtma marıtma yoktu…
Siyanürlü su doğruca kanalizasyona oradan da Marmara’ya…

Gazeteye geldiğimde haber hazırdı.
1 kilo siyanür getirmiştim. (Siyanürü sora aynı yere iade ettik)
İstihbarat Şef yardımcısı Celal Korkut inanamıyordu…

Ben haberin Hürriyet Gazetesi’nin 1. sayfasından manşete gireceğini sanıyordum.
Ama öyle olmadı.
Dönemin tepe yöneticileri, halkı ilgilendiren böyle bir haberi ana gazete Hürriyet’te değil de İstanbul Eki’nde kullanmayı yeğlediler…
Ancak, (şimdi kapanan) dönemin popüler gazeteci derneği İGAM, yani İstanbul Güvenlik ve Adliye muhabirleri derneği bu haberi pas geçmedi.
Milyonlarca insanı ve halk sağlığını ilgilendiren bu siyanür haberi, Haber dalında bana, yani Orhan Can’a aşağıdaki fotoğrafta tarihe geçtiği gibi, mesleki olarak bir büyük ödül kazandırdı…

Yetkililer inşallah bu defa önlem alır.
En kalbi muhabbetlerimle…
Ben CAN; Orhan Can…

NOT: Yukarıda anlatılan 1992 yılının yasal mevzuatıydı.
Anlaşılan hala günümüzde devam ediyor ki insanlar bu ölüm maddesine bu kadar kolay  ulaşabiliyor..

İGAM ödülleri 1992
Siyanür – Orhan Yıldırım – Orhan Can mesajları