‘’Sevgin’’den mahrum kaldık !..

Aramızdan ayrılarak “sevgini” cömertçe dağıttın dostlarını, arkadaşlarını ve de magazin dünyasını mahsun bıraktın Erdoğan ağabey.
Ne var ki o gönülden sevgine bizler yeterince karşılık verebildik mi bilemiyorum.
Hani tuluat tiyatrolarında perde kapanırken, sanatçıların ‘’Bir kusurumuz oldu ise af ola’’ diye sahneden çekilme tarzı var ya, bizde bir kusurumuz olduysa ‘’Af ola’’ diye seni ebediyete yolcu ediyoruz.
Erdoğan Sevgin magazin dünyasının bir duayeni idi.
Ona bir gün ‘’Seçiminiz neden magazin oldu. Mutlu musunuz?’’ diye sormuşlardı.
Şu yanıtı vermişti:
“İnsanları eğlendirmek, modern dünyanın monoton, sıkıcı iş düzeninden uzaklaştırmak için magazin haberciliğini seçtim.
Gazetecilik ve yöneticilik yaşamımda bunun muhasebesini hep yaptım.
Yanlış mı yapmıştım. Hayır..
Çünkü magazin haberciliğinde beni çeken unsur, izleyicide habere karşı ilgi uyandırmak, bu ilgiyi sürekli uyanık tutmaktır.
Bunun için eğip bükmeden ve doğrudan ayrılmadan, duyguları zedelemeden olanı göstermek, magazin haberciliğinde ilk kural olmalıdır.
Bu kuraldan saparsanız, ötesi skandaldır”

‘’Uzun yaşamak istemiyorum’’

1936 İstanbul doğumlu idi Erdoğan Sevgin.. 83 yaşına gelmişti.
Yaşadığı hareketli hayata, önce kalbi ‘’Dur bakalım. Yeter artık’’ demişti.
Yıllar önce kalp krizi geçirmişti.
Yaşı ilerledikçe onu yavaşlatacak başka hastalıklar yakasına yapıştı.
Nefes darlığının yanı sıra, Zona denilen rahatsız edici bir deri hastalığı da onu bulmuştu.
Bu yüzden ‘’İğneli fıçıya döndüm’’ diyordu.
Emeklilik günlerinde ‘’Magazinci.com’’ adlı internet sitesinde köşe yazıları yazıyordu.
Son yazısında daha fazla yaşamak istemediğini belirtiyor ve şöyle diyordu:
“Tıp otoritelerine bakarsanız, insan ömrü uzadı?
Ama, yaşadıklarınıza bakarsanız, “İnsan ömrü kısaldı”..
70’ine varmadan toprağa verdiğimiz nice meslektaşımız var.
Lafı eğip, bükmeden söyleyeceğim. Uzun yaşamak istemiyorum.
Yaşlılıkta insan süratle güçsüz düşüyor.
Bel tutmuyor, ayak yürümüyor.
Her geçen gün, birine muhtaç hale geliyorsun.
İşte onun için zaman-zaman isyan ederim.
“Tanrım, al şu canı artık” derim.
Sanki ben deyince Tanrı canımı alacak?
Doğduğumuz zaman bir pil koymuşlar içimize.
Pilin ömrü bitene kadar çaresiz yaşayacağız Ağlasak da, sızlasak da. Şu anda tam 83 yaşındayım. İyi bir ömür.
Hayat, her geçen gün biraz daha zorlaşıyor.
Dostlar, senden bir-bir kopuyor.
Bakma aynalara. Eski sen, sen değilsin artık. İşte, böyle bir karamsar günümde, bir haber gördüm gazetede.
Bu yılki Nobel Kimya Ödülünü kazananlardan biri de, en yaşlı bilim insanı olan Amerikalı John B: Goodenough’mış.
Ödülü, litium-iyon pilleri üzerine çalışması ile kazanmış. Kendimden bir utandım, bir utandım.
Adam benden 14 yaş büyük, dünyanın en prestijli ödülünü kazanıyor.
Ben ise, onun yanında daha dünkü çocuk, hayata havlu atmış vaziyetteyim.
Gazeteciler soruyorlar profesöre:
“Çalışmaya tamam mı, devam mı?”..
Gülüyor.
“Ne yapayım şimdi, çalışmayıp evde ölümü mü bekleyeyim…”
Kendimden bir kez daha utandım.
Ve kararımı verdim. Artık sızlanma yok.
Allah’ın verdiği ömrü doya-doya yaşayacağım.
Bu dünyanın dibine kadar tadını çıkartacağım.
Yeter ki gelen gideni tanıyayım, yemem içmem de yerinde olsun.
Gerisi vız gelir, tırıs gider’’.

Yükselen bir meslek yaşamı

Erdoğan Sevgin, Vefa Akşam Lisesi’den mezun olduktan sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne devam ederken çalışma hayatına da atıldı.
Mesleğe 1958 yılında Hafta Dergisi’nde başladı.
Türkiye Yayınevi’nin çıkardığı Hafta, Çocuk Haftası dergilerinde sayfa sekreteri, editör olarak çalıştı Hayat, Ses, Tarih, il il Türkiye, Tarih Gazetesi, Aile dergilerinde sayfa sekreterliği, muhabirlik ve yazı işleri Müdürlüğü yaptı.
1972 yılında Hürriyet Gazetesi’ne sayfa sekreteri olarak geçti, 10 yıl boyunca gazetenin günlük ve haftalık eklerini hazırladı.
Türkiye’nin ilk Kadın Gazetesi sloganı ile Hürriyet Kelebek Eki’ni yayım hayatına kazandırdı.1975 yılında Türkiye’nin ilk televizyon dergilerinden olan ‘TV’de 7 Gün’’ ‘ü çıkardı.
‘Tele-Kritik’ başlığı altında televizyon eleştirmenliğine başladı.
Hürriyet Dergi grubunda Genel Yayın Müdürü ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalıştı.
Sabah, Günaydın ve Milliyet gazetelerinde mesleğini sürdürdü..
Sabah’ta televizyon üzerine köşe yazıları yazıyordu Milliyet Dergi Grubu’nda haftalık ‘Yelpaze Dergisi’’ni yayınladı..
Yazılı basından görsel basına geçti.
ATV’de 14 yıl boyunca ‘‘Harika Pazar’’ adlı magazin programını hazırladı.
Evli ve iki çocuk sahibi olan Sevgin, Basın Şeref Kartı taşıyordu.
TGC 2009 Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü sahibiydi.

Zor geçen çocukluk günleri

Çocukluk günleri, Erdoğan Sevgin için bir masal idi 28 Kasım 2014’de 78 yaşına gelmişti. Yazının konusunu düşünürken çocukluk günleri aklına geldi.
Evet, çocukluk yaşamını yazacaktı. Her şey bir sinema filmi gibi gözlerinin önünden geçti. Bilgisayarının başına oturarak, şunları yazdı:.
“Bayılırım Cahit Sıtkı Tarancı’nın “35 Yaş” şiirine..
Cahit Sıtkı’ya göre, insan ömrü 70 yaş idi.
Onun için “Yaş 35, yolun yarısı eder” demişti.
78 olduğuma göre, sekiz yıl bedavadan yaşamışız!
Ömrümüzün faizini yemişiz.
Daha ne kadar yaşarız, Allah bilir.
Klavyenin başına otururken, tüm hayatım bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Geçmişi düşündüm, Hafızayı biraz sis basmış.
Çocukluğumda topumuz kağıttandı.
Oyuncağımız, rengarenk kil bilyeler, bir de kurşun askerler.
Tek eğlencemiz radyoydu.
Peder, iki tek atıp keyiflenir, açarsa, dinlerdik.
Buzdolabı yoktu, soğuk suya hasrettik.
Şeker karaborsaydı.
Hayal meyal hatırlıyorum, anacığım çay bardağının yarısını kuru üzümle doldurur, üzerine çay koyup, öyle içirirdi.
Ekmek karne ile verilirdi. Benim hakkıma çeyrek ekmek ya düşer, ya düşmezdi.
Fırından ekmeği ben alırdım.
Eve gelinceye kadar hakkımı bir güzel mideye indirirdim.
Sonra da oturup, ağlardım: “Ben aç mı kalacağım şimdi” diye.
Hiç unutmam, savaş yıllarıydı, babamı yeniden askere çağırmışlardı.
Çanakkale’den izinli gelirken, bavuluna, asker ocağında biriktirdiği tayınları doldurmuştu.

Sonra, delikanlılığa boy veriş.
Çalışmışız, okumuşuz; okumuşuz, çalışmışız.
Ve ekmeği elimize almışız. Güne, geceleri ekleyerek bir çalışma.
Bir yerlere gelebilmek için delice çırpınma.
Bakın, bakın, göğsüm görünmeyen madalyalarla dolu!..
Aldığım “Aferim”leri toplasam, dağ olur!.
Derken, evlilik; çoluk-çocuk.
Hayatımın en unutamadığım yılları. Yanarım, yanarım, çocuklarımla onların çocukluğunu yaşayamadığıma yanarım.
Ne gerek vardı başını kuma gömerek manyakça çalışacak?.
Ve bir itiraf, 50 küsur yıllık meslek yaşamımda cebim doğru dürüst para görmedi.
Gördüyse de tutamadım, bilemedim.
Kendimce iyi yaşadım.
Kazandığımı, çocukların eğitimine yatırdım.
Allah’ıma şükürler olsun, utandırmadılar beni.
Maddi açıdan zigzaklarla geçti hayatım.
Gün oldu, yazları Burgaz’da keyif çattım, gün oldu meteliğe kurşun attım.
Hiç unutmam. Ajda Pekkan doğum gününe çağırmıştı.
Sanki göğün dibi delinmişti.
O gece ve benim pabuçlarımdan birinin altı delikti, gidemedim.
Hele o Bayram sabahı.
Hatırlamak bile istemem.
Oğluma bayram ayakkabısı alamamıştım.
Eski ayakkabısını saatler boyu boyamış, cilalamış, parlatmıştım, eski olduğunu anlamasın diye.
Sonra bir gün, “yeter artık” dediler, kollarımdan tutup, karga-tumba sahanın dışına ittiler. Emekliydik artık.
Hani gazetecinin emeklisi olmazdı?..
Şimdi “Ne haldesin” derseniz bana, “Şükür” derim, “Hamdolsun” derim.

Miki filmlerine aldandı

Erdoğan Sevgin her zaman gülerek anlattığı bir anısını, köşe yazısında da paylaşmıştı.
Bu anıyı şöyle anlatmıştı:
“Bir gün yolum Eminönü taraflarına düştü.
Dolaşırken bir de baktım bir tezgahın önü bir kalabalık ki sormayın.
Merak ettim, ben de kalabalığa yanaştım.
Korsan ‘’CD’’satılıyordu.‘’CD’’ler kapış kapış gidiyor.
Bir delikanlıya ‘’Oğlum ne bunlar böyle?” diye sordum.
“Mikili amcam, mikili” dedi.
Malum torunlar var.
Satıcıya “Oğlum bana da 1-2 tane versene şunlardan, torunlarıma götüreyim. Miki filmlerini de çok severler” dedim.
Kalabalıkta bir kıpırdanma oldu. Derken kahkahalar yükseldi..
Şaşırmıştım, anlamsızca herkese bakarken, tezgahın ön tarafındaki bir delikanlı “Amca onlar senin bildiğin Mikili filmlerden değil. Hani anlarsın ya Ananagi, babanagi bunlar’’.
Bunca yıllık televizyoncuya söylenecek laf mıdır bu şimdi?.
Hafiften horozlandım, tam ağızlarının payını verecektim ki, itiş-kakışta tezgahın önüne kadar gelmiştim.
Bir de ‘’CD’lerin kapaklarındaki resimlere bakınca ‘’Hay Allah’’ diye bağırdım.
Yahu ben ne yapmıştım.
Yüzüm kızardı, terlemeye başladım.
Utanarak, gülüşmeler arasında evin yolunu tuttum’’.

TV’de küfürlü bir program

Erdoğan Sevgin’i çok güldüren ve düşündüren bir televizyon programında yaşananları, Star gazetesinde yazdığı Tele Kritik köşesine şöyle yansımıştı:
‘’Ben izlemedim. Çocuklar anlattı. Pek güldüm.
Efendim: Kanal 6’daki ‘’Hügo’’ yarışmasında sunucu Tolga, bir çocukla söyleşiyormuş.
Çocuk bozuk. Kaybetmiş yarışmayı.
Gözü dünyayı görmüyor.
O hırsla A ile başlayıp M ile biten o sunturlu küfür çıkıvermiş ağzından.
Ekranda buz gibi bir hava.
Tolga başlamış nasihata:
‘’Oğlum, evladım yakışır mı senin gibi cici bir çocuğa küfür etmek’’ gibi bir sürü beylik laf. Ama çocuğa gelmişler bir kere!
Bir kez daha basmış kalayı..
Bu kez Tolga’ya ‘’’’Senin de a….m’’.
Şimdi bu olayın yol olmasından korkuyorum.
Malum, iki kanaldaki iki turnike de canlı yayınlanıyor.
Telin öteki ucundan Yeni cami önündeki dilenciler gibi yalvardıkları halde milyonları kapamayanların da, o delikanlı gibi tepesinin tası atarsa?
Mega’sını, Süper’ini, Güneri’nin Yıldo’sunu kalaylarsa, o zaman ne olacak’’

CHP’ye nasihat

Ülkede olup bitenlere çok üzülüyordu Erdoğan Sevgin.
Sanal alemde paylaştığı yazılarında her zaman iktidarı eleştiriyor, Cumhuriyet Halk Partisini de destekliyordu.
Bu arada CHP liderine yöneltilen eleştirilere de şöyle karşı çıkıyordu:
“Hakkını yemeyelim Kılıçdarooğlu’nun.
Bu seçimde zarları doğru attı.
Ekrem İmamoğlu, CHP’nin beklenen, özlenen lideridir.Kılıçdaoğlu koltuğu bırakırsa, yerine kimin oturacağı bellidir.
Feyzoğlu’nun, Muharrem İnce’nin pabucu daha atılmıştır CHP içinde.
İmamoğlu adı, CHP’de Kemal Kılıçaroğlu’ndan sonra, ikinci sıraya yazılmıştır.
CHP’li arkadaşlar, lütfen CHP’yi karıştırmayın.
Su yolunu bulmuş, akıyor.’’

NOT: Erdoğan Sevgin’in cenazesi, 2 Kasım 2019 Cumartesi günü Levent Afet Yolal camiinde kılınan öğle namazından sonra, Küçükyalı mezarlığında toprağa verildi.

Cemil Özyıldırım